Trump'ın bir çılgınlık yapması başından beri bekleniyordu. İran'a mı saldıracak, Kuzey Kore'yle mi kavgaya tutuşacak yoksa Çin'e mi sataşacak derken, kendisi için en az maliyetli adımı atarak, seçim vaadlerinden birisi olan Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını açıkladı.
Trump'ın bu kararının arka planında şüphesiz iç siyaset ve ideolojik hesaplar rol oynamaktadır. Başkanlık koltuğuna oturduğundan beri başı soruşturmalar ile belada olan Trump'ın İsrail ve Kudüs konusunda fanatik görüşlere sahip olan Evanjelikleri ve Siyonistleri memnun ederek iç siyasette bir nebze olsun rahatlamak istediği açıktır.
Fakat bu kararın bugün alınmış olmasının esas nedeni uluslararası kamuoyunda bu karara direnebilecek herhangi bir güç odağının olmamasıdır. İslam dünyası Arap Baharı sonrası mezhep savaşları ve iç savaşlarla birbirine düşmüş durumdadır. İslam dünyası mezhep savaşlarını körükleyen İran, Esed rejimi ve DEAŞ gibi diktatörlükler ile hiçbir demokratik meşruiyeti olmayan Batı destekli Suudi Arabistan ve Mısır gibi diktatörlükler arasında seçim yapmaya zorlanmaktadır. Demokrasinin tesis edilmesi için başlayan Arap Baharı, işlerin kontrolden çıktığını anlayan Amerika, Rusya ve İran gibi güçler tarafından Mısır, Suriye ve Libya gibi ülkelerde bu nedenle anında boğulmuştur. Türkiye ve Katar gibi makul aktörler ise sistematik bir biçimde baskı altına alınmaya çalışılmaktadır.
İslam dünyasının bu resmine bakıldığı zaman, Amerika'nın yahut İsrail'in attığı tek taraflı adımlara karşı ortak bir tepkinin ortaya konulması oldukça zor görünmektedir. Amerika'ya göbekten bağlı olan Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri yahut Mısır'dan ciddi bir tepki beklemek abesle iştigal olacaktır. Zira bu ülkelerin gözünde İslam dünyasında demokrasiyi savunan aktörler, İsrail'den daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Nitekim bilmektedirler ki demokrasi talebi doğrudan bu diktatörlüklerin altını oyacaktır. Unutmayalım ki bugün bir toplama kampı haline dönüştürülen Gazze, sadece Siyonist İsrail rejimi tarafından değil, aynı zamanında Mısır rejimi tarafından da abluka altında tutulmaktadır.
Diğer taraftan Amerika'dan rol çalmak ve İslam dünyasına biraz daha fazla ihracat yapmak amacıyla Avrupa ülkelerinin bu karara gösterdiği tepkinin söylemden öteye geçeceğini beklemek, bu ülkelerin Filistin sorununda başından beri oynadığı rolün farkında olmamak demektir. İsrail bugün BM kararlarını açıktan ihlal etmesine, Filistin'i uluslararası hukuka aykırı bir biçimde işgal altında tutmasına ve açık bir apartheid rejimine dönüşmüş olmasına rağmen Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa gibi aktörler tarafından finansal ve askeri olarak açıktan desteklenmektedir.
Özetle kurulduğu günden beri sistematik bir şekilde Filistinlileri katleden, etnik temizlik yapan ve Filistinlilerin toprakları çalan İsrail, tarihinin hiç bir döneminde ciddi bir uluslararası yaptırım ile karşılaşmamıştır. İsrail, bugün dünyada örneği kalmamış, uluslararası hukuku hiçe sayan, kaba saba bir sömürge devletidir. Yerleşimciler vasıtasıyla ve inşa ettiği utanç duvarı ile Filistinlileri kendi öz yurtlarında parya haline getirmiştir. Fakat her şeye rağmen Filistin halkı tam bir asırdır bu konuda onurlu bir direniş ortaya koymuştur. Bu direniş sayesindedir ki Mescid-i Aksa bugün hala ayaktadır.
Bu kötülükle mücadelede Müslümanlar maalesef yalnızdırlar. Bu mesele ancak İslam dünyasında ekonomik ve asgari düzeyde Batı'yı dengeleyecek düzeyde bir süper gücün yahut Almanya, Fransa ve İngiltere düzeyinde birkaç devletin ortaya çıkarak Filistin'e sahip çıkması ve İsrail'i uluslararası düzeyde yalnızlaştırması ile çözülebilir. Türkiye gibi İslam dünyasında yükselen ülkelerin önü tam da bu sebeple kesilmeye çalışılmaktadır. Müslümanlara düşen o güne kadar çalışıp çabalamaktır. Bugün ise yapılması gereken çeşitli ittifaklar kurarak diplomatik düzeyde bu haksızlıkla mücadele etmek ve bu hukuksuz işgali her ne olursa olsun tanımamaktır.