Arap baharı sonrasında Ortadoğu'yu kasıp kavuran iç savaşlar sonucunda milyonlarca mülteci ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bu durumun bir sonucu olarak dünya üzerindeki mülteci sayısı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra görülen en yüksek düzeye yükseldi.
3,5 milyon civarındaki mülteciyle Türkiye, dünya üzerinde en fazla mülteci kabul eden ülke olarak ön plana çıkmış durumda. Türkiye sadece Suriye ve Irak gibi ülkelerden kaçanlara sınırlarını açmasıyla değil, aynı zamanda AFAD kamplarında kurmuş olduğu etkin ve insani sistem ile de tüm dünyaya örnek oldu.
Avrupa ülkeleri ise dünyanın gördüğü en büyük insani krizlerden biri olan mülteciler meselesini uzunca dönem sınırlarınında uzakta tutmaya yönelik politikalar izlediler. Avrupa Birliği sınırlarında aldığı fiziki ve hukuki önlemlerle Avrupa Birliği'ni adeta bir kaleye çevirerek mültecilerin AB ülkelerine yasal yollardan ulaşmasını engellemeye çalıştılar.
Bu durumun bir sonucu olarak Ortadoğu, Afrika ve Güneydoğu Asya'dan kaçan yüzbinlerce mülteci, insan kaçakçıları vasıtasıyla yasal olmayan yollardan AB ülkelerine ulaşmaya çalıştı. Bu yolculuk sırasında onbinlerce mülteci Afrika çöllerinde, Akdeniz'de hayatını kaybetti, tecavüze uğradı, organ veya fuhuş mafyalarına satıldı.
Bütün bu hengame sonucunda Avrupa ülkelerine ulaşabilenler ise genellikle çok kötü koşullar altında mülteci kamplarında tutuldular. Bu kamplar ve mülteciler, sıklıkla ırkçıların saldırılarına hedef oldular.
Kaotik şartlarda gerçekleşen bu yolculuklar sonucunda birçok çocuk ailesini yollarda kaybetti. Yapılan tahminlere göre, bugün Avrupa'daki mülteci kamplarında 170.000 civarında çocuk, bir aile üyesi yanında bulunmaksızın yalnız kalmaktadır. Savunmasız durumda olan bu çocuklar, insan tacirlerinin, organ ve fuhuş mafyasının hedefi haline gelmiş durumdalar. Sayıları 10.000'e varan çocuğun ise kayıp olduğu tahmin edilmektedir. Bu konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere TRT World Araştırma Merkezi'nin hazırlamış olduğu "Am I Not a Child" raporu okumalarını tavsiye ederim.
İnsan haklarının ve hümanizmin beşiği olduğunu iddia eden Avrupa Birliği ve AB üyesi ülkeler, kendileri için bir utanç kaynağı haline gelen bu durumu görmezden gelmekte ve gerekli ciddi tedbirleri almamaktadırlar. Bundan dolayı, özellikle Türkiye ve Avrupa'daki Müslüman kökenli STK'ların çocuk mülteciler meselesini her düzlemde gündeme getirmeleri ve mülteci kamplarında yalnız başına yaşayan çocuklara yönelik destek mekanizmaları oluşturmaları Müslümanların boynunun borcudur.