Sanılanın aksine İslamofobi (İslam düşmanlığı) sadece Müslümanların azınlıkta olduğu topluluklara has bir mesele değildir. Maalesef İslama ve Müslümanlara yönelik düşmanlığın en şiddetli olduğu ülkeler arasında çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Türkiye, Mısır, Tunus ve Cezayir gibi ülkeler bulunmaktadır. Paradoks gibi gözüken bu olgunun temelinde kolonyalizm geçmişi ve radikal sekülerizm tecrübesi en önemli iki etken olarak ön plana çıkmaktadır.
Tunus, Mısır ve Cezayir gibi ülkelerin batılı güçler tarafından sömürgeleştirilmesi ve uzun süre işgal altında tutulması sonucunda bu ülkelerde kendi kültürüne ve dinine düşman batılılaşmış bir elit yaratılmıştır. Sömürge geçmişi bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu gibi ülkelerde ise ülkenin selameti için eğitim alanında yapılan reformlar sonucunda batılılaşmış ve sekülerleşmiş bir elit ortaya çıkmıştır. Bu elitlerin İslamı ve Müslümanlığı terakkiye mani gören radikal bir sekülerizm ve batıcılığa savrulması sonucunda Türkiye'de de İslam ve Müslümanlıktan duyulan korku resmi ideolojinin temel parametrelerinden biri haline gelmiştir.
Cumhuriyet tarihi boyunca, resmi ideolojinin temsilcilerinin başörtüsü ve İmam Hatiplere duyduğu düşmanlık ya da medyada Müslümanların ve İslamiyetin sürekli aşağılanması bu ülkede yaşanan İslamofobinin en ağır örneklerinden sadece bir kaçıdır. Bu durumun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bu ülkede derin bir toplumsal travmaya neden olduğu izahtan varestedir.
Bugün bu mesele 15 yıllık AK Parti iktidarından sonra bile hala Türkiye'nin en önemli meselelerinden birisidir. Zira başörtüsü yasağının kaldırılması örneğinde AK partinin karşılaştığı dirençte görüldüğü gibi vesayet rejiminin bekçileri resmi ideolojinin en temel parametrelerinden biri olan İslamofobya konusunda sonuna kadar direnç göstermektedirler. Diğer taraftan sorun bir yasağın kaldırılması ya da bir yasanın çıkarılması ile de çözülecek gibi değildir. Zira İslam düşmanlığı yapısal bir sorundur. Bugün başörtülü yahut dindar olan kesimlere yönelik olan ayrımcılık devlet kademelerinde eskiye nazaran çok azalsa bile özellikle özel sektörde halen ağırlığını hissettirmektedir.
Örneğin Türkiye'nin en önde gelen medya kuruluşları yahut bankalarının neredeyse hiçbir başörtülü kadın istihdam etmiyor oluşu İslamofobik ayrımcılığın bu ülkede ne kadar derin bir yapısal sorun olduğunu gözler önüne sermektedir.
Diğer taraftan Müslümanlara yönelik nefret söylemi batıda olduğu gibi Türkiye'de de özellikle sosyal medyada oldukça yaygın olarak gözlemlenen bir olgudur. Bu bağlamda dindar vasfıyla bilinen sivil toplum kuruluşlarında yaşanan tekil negatif olaylar bütün dindarlara mal edilmekte ve bütün dindarlar şeytanlaştırılmakta ve ötekileştirilmektedir. Son olarak Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan'ın Twitter'da dindar kimliğinden dolayı maruz kaldığı nefret söylemi bunun en aktüel ve pespaye örneğini teşkil etmektedir.
Bugün artık bu mesele Türkiye'nin görmezden gelemeyeceği boyutlara ulaşmış durumdadır. Dolayısıyla Türkiye'de İslamofobi olgusunu konuşmanın ve tartışmanın vakti geldi de geçiyor.