Geçen hafta Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerine gönderilen genelgeye göre, AP başkanı Antonio Tanjani'nin teklifiyle AB terör örgütleri listesinde yer alan tüm kişi ve grupların Avrupa Parlamentosu'na girişine yasak getirildi. Genelgede AP üyesi milletvekili ve siyasi partilerin aralarında PKK ve DHKP-C'nin de bulunduğu örgütleri temsil eden şahısları davet etmemesi talep edildi. Kararın gerçekte uygulanıp uygulanmadığını zaman gösterecek, zira bugüne kadar Türkiye'nin bütün protestolarına rağmen AB'nin terör örgütleri listesinde yer alan PKK ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin Avrupa Parlamentosu'nda toplantı, sergi gibi faaliyetleri düzenlemelerine göz yumuluyordu.
Türkiye uzunca dönemdir teröre karşı mücadelesinde batılı müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığından şikâyet etmekte. Zira bir taraftan Avrupa'daki bazı devletler PKK ve DHKP-C'nin faaliyetlerine göz yumarken, diğer taraftan ABD de Suriye'de PKK'yı açıktan silahlandırıyor. Bu tutumun arka planında şüphesiz bu örgütlerin batılı ülkelere yönelik PKK gibi doğrudan ya da DHKP-C gibi ciddiye alınır bir tehdit oluşturmaması yatmaktadır. Diğer taraftan Soğuk Savaş sonrası Batı dünyasında İslam'ın ve Müslümanların yeni düşman olarak tanımlanmasından sonra, teröre karşı savaş doktrini, İslam'ı kullanan EL Kaide ya da DAİŞ gibi örgütlerle mücadeleye indirgenmiş durumdadır. Dolayısıyla seküler olduğunu ve DEAŞ'la mücadele ettiğini iddia eden PKK ve türevi terör örgütleri, bu yeni paradigmada düşman olarak tanımlanmamaktadır.
Bunun, Batı dünyasının siyasi ve stratejik bir tercihi olduğu açıktır. Fakat uzun vadede bu politika kaçınılmaz bir şekilde dönüp Batı'yı da vuracaktır. Yakın tarih bunun çok çarpıcı örnekleri ile doludur. Örneğin, Afganistan laboratuvarında Sovyetler Birliği'ni yıpratmak için Vahhabi akımlara destek vererek El-Kaide ve DEAŞ gibi frenkeştaynları yaratan ABD, sonunda kendi yarattığı bu örgütler ile savaşmak zorunda kaldı. Çok değil 80'lı yıllarda mücahit kavramı Batı'da özgürlük savaşçısı olarak kullanılıyorken, Usame bin Ladin gibi sonradan Amerika'nın bir numaralı düşmanı olarak tanımlanacak isimler, Sovyetler'e karşı savaşan kahraman mücahitler olarak pazarlanıyordu. Bugün ise PKK militanları özgürlük savaşçıları olarak batı medyasında pazarlanmakta.
Bugün DEAŞ'la mücadele ya da Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak adına PKK'nın faaliyetlerine göz yuman yahut doğrudan PKK'yı silahlandıranların, yarın radikal sol terörün hedefi haline geldiklerine şahit olacağız. Zira bugün Batı'da aşırı sağ akımlar adım adım iktidara yürümektedir. Aşırı sağın iktidara geldiği ya da aşırı sağ söylemlerin ana akım partilerin gündemini ve politikalarını belirlediği bir ortamda, aşırı sol da kaçınılmaz bir şekilde faşizmle mücadele adı altında şiddete yönelecektir. Hamburg'daki G20 zirvesinde sırasında çıkan çatışmalarda görüldüğü üzere, PKK Avrupa'daki radikal sol ile ortak ideolojik ve siyasi hedeflere sahip bir terör örgütüdür. Bu bağlantılar sayesinde aşırı sol örgütlere üye yüzlerce Avrupalı militan, DEAŞ'la mücadele bahanesiyle Suriye'nin kuzeyinde PKK'ya katılmıştır. Bugün Suriye'de el yapımı patlayıcı imalatı, şehir savaşı ve terör saldırıları konularında uzmanlaşan bu teröristlerin büyük bir kısmı yarın Avrupa'ya geri dönecektir. Bugün siyasi saiklerle göz ardı edilen ve kontrol altında tutulduğuna inanılan aşırı solun radikalleşmesi meselesi, o gün geldiğinde, en az DEAŞ kadar tehlikeli bir terör dalgası olarak Batı'nın ama özellikle de Avrupa'nın başına bela olacaktır. Kısa vadeli, sonu hesaplanmamış makyavelist politikaların bedeli çok ağır olacaktır. Bizden söylemesi.