Bugün bir nesilin hayatını karartan 28 Şubat darbesinin yirmi birinci yıldönümü. Darbeciler uzun bir süredir mahkemede yargılanıyorlar. Sincan'da tankları yürüten, silah zoruyla hükümeti alaşağı eden darbenin kudretli paşasının mahkemede verdiği ifadeler ibretlik. 2013 yılında mahkemede "tankların yürütülmesinden haberim yok. Bir gün sonra haberim oldu, arkadaşlarıma sorduğumda tankların tatbikata gitmek için buradan geçtiğini söylediler" şeklinde ifade veren bu beyefendi 16 Şubat 2018 günü gerçekleşen celsede ise "4 sene Genelkurmay Başkanlığı yaptım. BÇG'yi duymadım" deyivermiş.
Bu ifadeler, ayan beyan ortada olan gerçekleri inkâr etmeler size de tanıdık gelmedi mi? Bana çok tanıdık geldi. 15 Temmuz gecesi jetlerle meclisi bombalayan, boğaz köprüsünde sivilleri katleden FETÖ'cü askerler ve generallerin ifadelerine baktığımızda da aynı pişkin, yüzsüz tavırla karşılaşıyoruz. Demek ki neymiş, ideolojik ayrıma bakmadan tüm darbeciler aynı ahlaka sahipmiş. Güç ellerinde bulunduğunda sınırsız bir hukuk tanımazlık ve nobranlık, güç ellerinden gittiğinde alabildiğine inkâr alabildiğine takiyye.
Fakat kusura bakmasınlar 28 Şubat 1997 sokaklarda tank yürütülerek hükümetin istifaya zorlandığı soyut bir darbe değildi. Silah zoruyla hükümete dayatılan bu darbe ile milyonlarca insanın hayatı karartıldı. Sadece mütedeyyin olduğu için insanlar ordudan, üniversitelerden ve devlet kurumlarından atıldı. Bununla kalmadılar işlerini kaybeden bu insanların belediyelerde yahut özel sektörde dahi iş bulmasını engellemeye çalıştılar. Yetmedi o dönemin kudretli paşalarından biri işi gücü bırakıp İstanbul'da başörtüsü yasağını uygulamayan bazı özel üniversiteleri teker teker ziyaret ederek tehdit etti.
Başörtüsü yasağı darbecilerin silah zoruyla Türkiye'ye giydirdiği bir deli gömleği idi. O gömleği çıkarmak kolay olmadı. Yasağa direnen öğrenciler ve akademisyenler okullarından atıldı. Bu gaddarların gözleri o kadar dönmüştü ki ortaokul seviyesindeki öğrencileri göz altına aldılar, elektrik vererek işkenceden geçirdiler. Bursa İmam Hatip Lisesinde yasağa direnen bazı öğrenciler bu işkence sonucu akıl sağlıklarını kaybettiler.
1999 yılında Gölcük İmam Hatip Lisesi'nden mezun olduğumda sınıfımda 30 kişi vardı. Katsayı uygulamasından dolayı bunlardan sadece biri ilahiyat Fakültesini kazanabildi ve öğretmen oldu. Halbuki eşit şartlar altında gerçekleşen adil bir yarışta İstanbul Tıp Fakültesi'nde okuyup doktor olabilecekti. O ve onun gibi yüz binlerin geleceğini çaldılar. On binler kendi imkanları yahut buldukları kısıtlı burslarla yurt dışına çıkıp üniversite okumaya çalıştı. Güney Kore'den tutun da Amerika'ya kadar dünyanın dört bir tarafına dağıldılar.
Kısa bir köşe yazısı ile özetlenemeyecek olan bu zulmün bu gaddarlığın hesabı sorulmayacak mı sandınız? Yok öyle yağma bayım, hesap vereceksiniz!