24 Haziran'da gerçekleşecek olan seçimler Türkiye'nin başına çorap örmeyi planlayan birçok çevreyi hazırlıksız yakaladı. Zira onlar hesaplarını normal zamanda yapılan seçimlere yahut en azından Kasım'da yapılacak olan bir seçime göre yapıyorlardı. Türk ekonomisine darbe vurmak amacıyla Amerika'nın Zerrab davasında oynattığı tiyatrodan tutun da, finansal spekülasyonlara kadar her şey bu çevrelerce bu takvime göre planlanmıştı. Esasında erken seçim bu manada bu çevreleri çok hazırlıksız yakaladı.
Bundan dolayı bir taraftan iç siyasette eski Türkiye'nin alışık olduğu tarzda ne alınıp verildiği belli olmayan kirli ve şeffaf olmayan pazarlıklarla olmadık çevreleri bir araya getirmeye çalışırlarken, diğer taraftan ise seçimlerin meşruiyetine yönelik uluslararası bir kampanya başlatmış durumdalar.
Bu kampanyanın bir tarafında alışık olduğumuz üzere batılı medya organlarının kahir ekseriyeti yer alıyor. Beş yıldır aynı sakızı çiğnemekten, aynı temcit pilavını tekrar tekrar ısıtıp önümüze sunmaktan bıkmamış olan bu medya organları, bir yandan Türkiye'deki muhalefete seçimlerde Erdoğan'ı nasıl devirebileceklerine yönelik akıl verirken, diğer taraftan yapılmamış olan seçimler anti demokratik ilan ediyorlar.
Görüldüğü gibi plan gayet basit. Seçimleri muhalefetin bir adayı kazanırsa meşru görmek, Erdoğan kazanırsa gayrı meşru ilan etmek. Halbuki cümle alem biliyor ki, Türkiye'de 1949'dan beri seçimler askerin yönetime el koyduğu 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden hemen sonra gerçekleşen seçimler hariç diğer dünya demokrasilerinde olduğu gibi adil ve eşit şartlarda gerçekleşmektedir.
Bu yalın gerçeğe rağmen bu karalama kampanyasının maalesef Referandum sürecinde olduğundan çok daha güçlü bir şekilde sahneye konulacağı anlaşılıyor. Seçimlere kadar seçimleri gayri meşru göstermeye yönelik bir elden çıkmışcasına birbirine benzeyen ve New York Times ile Der Spiegel'i aynı başlıklarda buluşturan söylemlerin gittikçe dozajını arttıracağını hepimiz göreceğiz. Seçim günü ise özellikle sosyal medya üzerinden bir manipülasyon ve yalan haber saldırısı altında kalacağımızı tahmin etmek zor değil.
Neticede seçimleri muhalefet kazanırsa bütün bu yalanlar 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi göz ardı edilecek. Erdoğan'ın kazandığı bir senaryoda ise Referandum sonrasında olduğu gibi sokakları hareketlendirmeye çalışacaklarını tahmin etmek hiç de güç değil.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin seçimlerin ertelenmesine yönelik yaptığı çağrı işte bu çerçevede mana kazanıyor. Alınan karara bakıldığında sudan sebeplerle Türk halkının özgür iradesi ile yapacağı demokratik bir seçimin gayri meşru ilan edilmeye çalışıldığı görülüyor. Aynı Avrupa Konseyinin, Referandum sürecini izlemek üzere Türkiye'ye gönderdiği seçim gözlemcilerinin kahir ekseriyetinin Türkiye karşıtı ve PKK yanlısı milletvekillerinden oluşması aslında birçok şeyi gayet net açıklıyor.
Fakat her ne yaparlarsa yapsınlar söz ne AB'nin, ne Avrupa Konseyi'nin, ne NATO'nun, ne de ABD'nindir. Artık söz tüm vesayet odaklarını tasfiye etmeye azmetmiş olan Türk milletinindir!