Ömrümün yarısına denk gelecek bir zamandır benden kıdemli edebiyatçılarla yakın münasebet halindeyim. Altmış yaş üstü diyelim. Birçoğu edebiyatın mutfağında bulunmuş, ortam oluşturup dergiler çıkarmış, ilk eserleri yayına hazırlamış.
Onlarla hem geleceği hem geçmişi konuşuyoruz. İnsanlarla ilgili hatıraları alabildiğine burukluk ve pişmanlık dolu. Farklı zamanlarda, on kadar usta isimden anılarını yazmasını istedim. Kısa bir sessizlikten sonra neredeyse hep aynı cevabı verdiler: Hangi birini yazayım?
Ortak şikâyetleri: Vefasızlık, iyiliğin bilinmemesi, fedakârlığın istismar edilmesi, emeklerinin aleyhine dönmesi, güvenlerinin kötüye kullanılması… Demek ki boşuna 'yalan dünya' dememişler.
Bu isimlerin, kişisel ilişki ve tercihlerinde hiç hatası olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Mizaçlarından kaynaklanan zayıf tarafları yok mudur? Mutlaka vardır. İş tutuş şekilleri de bazen farklılık gösterebilir. Bütün bunlar, hakkaniyetli davranmamıza engel teşkil etmez.
Son yıllarda bu örnekle çok sık karşılaşıyoruz: Kesilen ağaçları gündeme getirenler, dikilen fidanlardan, ekilen tohumlardan hiç söz etmiyorlar. Bunun bilgisini adeta insanlardan kaçırıyorlar. Şu veya bu sebepten dolayı bir ağaç kesilmişse onlarcası da dikilmiş. Emeğin üstünü örtmek, yapılan iyi işleri yok saymak, bizi nankörlüğe doğru götürür.
Üstatlardan edindiğim fakat bir türlü uygulamak istemediğim birinci tecrübe: 'Bir insandan kurtulmak istiyorsan, ona iyilik yap, yardımda bulun.' İyiliğe devam ama bu niyetle değil. Bir diğer izlenimim de önemsediğim bir şairin şu dizesine götürüyor beni: "İnsanın kendi sıcaklığı gibisi yok."
Yaş ilerledikçe, isim belirgin hale geldikçe, bir de üstüne iktisadi nedenler eklenince, bazı kimselerin öncelikleri ve özellikleri değişebiliyor. Mesela: Sen kardeşinle konuştuğunu sanıyorsun, ses kapitalizmden geliyor. Şaşırmak yok.
Bana bütün bunları hatırlatan ve yazdıran şey, Muhit dergisinin nisan sayısı oldu. Vefa özel sayısı yaptık. Doğrusu bu kadar güzel ve anlamlı yazıyı ben de beklemiyordum. Öyle anlaşılıyor ki aranılan ve özlenen bir hasletle karşı karşıyayız. Edebiyattan medyaya, ticaretten siyaset dünyasına kadar hayatın her anında ve alanında…
Özellikle genç arkadaşların dikkatini çekmek isterim: Gidişatımızı maddiyat değil maneviyat belirlesin. Birinde akamet, diğerinde istikamet vardır.
Elimizdeki işe, durduğumuz yere ve üstümüzdeki emeğe sadık olalım. Hırs yapmayalım. Acele etmek suretiyle hatalı yollara girmeyelim. Her isteğimiz hemen gerçekleşseydi, emeğin bu kadar kıymeti olmazdı. Sebat etmek, sabır göstermek, dirayetli ve istikrarlı olmak, bütün bunların sonucunda nasibe de inanmak gerekiyor. Nihayetinde, vefa da bir nasip meselesidir.
İbrahim Tenekeci