Memleketimizin tarihini, önemli şahsiyetlerini, mimari eserlerini ve doğal güzelliklerini kitaplar vasıtasıyla oturduğumuz yerden öğrenebiliriz. Fakat neye karşılık geldiğini anlayabilmemiz için ayağa kalkmamız ve dışarıya çıkmamız gerekiyor.
Yirmi yıl boyunca ülkemizin birçok bölgesini gezdik. Bazı yerlere defalarca gittik. Nerede istediysek orada kamp kurduk. Dağlar, ormanlar, yaylalar, dere kenarları, ırmak kıyıları vesaire. Bir kişi bile çıkıp da 'biraz öteye gidin' demedi. Karışan olmadı. Tedirginlik hissetmedik. Hep ev sahibi gibiydik. Dilediğimiz yerde günlerce kalabilirdik. Üstelik büyük bir güven içinde.
Gezilerimiz sırasında yeni arkadaşlarımız oldu. Hayır, sadece insanlardan bahsetmiyorum. Yeni arkadaşımız bazen bir alıç yahut kiraz ağacı, bazen bir pınardı. Bunlara isimler verdik.
İlk kez gördüğümüz şeyler bile bize tanıdık geldi. Hiç yabancılık çekmedik. Bir çobanla mı karşılaştık; selam verdik, sohbet ettik, karşılıklı ikramlarda bulunduk. Köylerde, sanki kendi köyümüze gelmiş gibi davrandık. Ağaçlar, kuşlar, çiçekler ve elbette insanlar, hepsi bizdendi. Birbirimize aşinaydık.
Şehirden uzaklaşıp tabiata yakınlaştıkça, gökyüzü de vatan fikrine dâhil oluyor. Bu duyguyu bina ormanına dönüşen şehirlerde yakalamak bir hayli zor.
***
Bir belgeselde seyrettim. Toroslarda bir dağ köyüne gidildi. Orada yaşlı bir kadınla sohbet edildi. Kadın, ömrü boyunca köyünden hiç çıkmamış. Şunu dedi: "Hep köyde yaşadım, hiç dünya görmedim."
Aralıksız yirmi yıl süren gezilerimizde böyle gerçek insanlarla çok karşılaştık. Antik çağlardan kalmış gibi bir edaları vardı. Daima dünyanın uzağında yaşamışlardı. Onca yılın sonunda geldiğim yer şu cümleler oldu: 'Eskiden insanlardan ziyade hayat fakirdi. Şimdi ise hayat hayli zengin, insanlar fakir.' Bu ifadeler, köyden kente göçün özeti de olabilir.
Dağlardan ova köylerine indik. Bu köylerin tan vaktini, seherini, ikindisini, akşamını ve gecesini yaşadık. Daha hava aydınlanmadan tarlalara doğru giden kadın dolu traktörler gördük. Bir ova köyünün sabahında yazdığım şu iki dize hâlâ beni bekliyor: "Edebi bir tür sayılmasa da / Günlüğe gidiyor kimi kadınlar."
Toprakla, hayvancılıkla uğraşan insanları tanıdıkça, onların hayatına şahitlik ettikçe, bakış açınız da ciddi şekilde değişiyor. İşte böyle şeyler yazmaya başlıyorsunuz: Geleceğini iş yerlerinde arayanlardan değiliz ve olamayız.
İhtiyaç bahsini dışarıda tutarak söylersek; doğada en tehlikeli ve yıkıcı komşu insandır. Milletimizin hayırlı ve hayırsız evlatlarını da gezilerimiz sırasında görme imkânımız oluyor.
Kimi kimseler kamp kurmak, piknik yapmak için tabiata gidiyor ve arkalarında korkunç bir yıkım bırakıyorlar.
Vatan, bir bütün olarak her şeyiyle bize emanet edilendir. Vatansever insanların cevaplaması gereken soru bellidir: Emanet emniyet içinde mi?
***
Gezilerimiz sırasında ne zaman bir tenhaya çekilsem, yalnız kalsam, hep aynı düşünce gelip beni buluyor: Vatan nedir?
Vatan, güvenle yaşadığımız, yabancılık çekmediğimiz, hukuk ve ahlak dairesinde kalarak dilediğimizi yaptığımız yerdir.
Vatan, erkeklerimizin izzeti, kadınlarımızın iffetidir. Bu ikisi milleti meydana getirir.
Vatan, bin yıllık yüksek fedakârlığın adıdır. Bugüne kadar yaşamış sayısız insanın üstümüzdeki hakkı ve hatırıdır. Vatan, emeğin en hakiki halidir.
İnsanlar milleti, insanlarla beraber tüm varlıklar memleketi oluşturur. Bakımsız bahçeyi ilk önce ısırgan otu basar. Memleket, hudut boylarından bozkırdaki tek ağaca kadar her anlamda bakmakla yükümlü olduğumuz yurdumuzdur, yuvamızdır.
İbrahim Tenekeci