Depremin ilk saatlerinde örgütlü kötülük ile yeterince organize olamamış iyiliğin mücadelesine şahitlik ettik. Darbe teşebbüsünde de aynısını yaşamıştık. Sonrasını biliyoruz. İyilik ve fedakârlık tartışmasız bir biçimde galip gelmişti. İnşallah yine öyle olacak.
Bilinen dünya tarihinin yıkım şiddeti en yüksek depremlerinden ikisini birbiri ardına yaşadık. Gözlerimizle gördük; tabiat yerinden oynamış. Devasa kayalar dağlardan kopup yollara yuvarlanmış. Her hasar vakasına ihmal gözüyle bakmamak gerekiyor. İhmali olanlara elbette ibretlik cezalar verilsin. Ceza bazen en tesirli ecza yerine geçer. Malzemeden çalan, evvela kendi insanlığından çalıyor demektir.
Sıklıkla "Allah kötüye fırsat vermesin" diye dua ederiz. Böyle günler kötüler için bulunmaz bir fırsattır. İnsan ırkının aynı anda hem ne kadar yükselebileceğini hem de ne şekilde alçalabileceğini gördük, görüyoruz. Can derdine düşmüş, acı kayıplar yaşamış insanların evlerine, dükkânlarına dadanan yağmacılar, nifak saçan bozguncular, afeti siyasi kazanca dönüştürmek için çırpınan politikacılar; bunların hepsi zihnimizde ve kalbimizde aynı kare içinde yer almıştır. Taziye evinden bir şeyler çalmak gibi. Öte yandan, aziz milletimizin ana gövdesi seferberlik halinde hayırda yarışıyor. Gittiğimiz yerlerde yardım için gelen her memleketten insan vardı. Algıya değil de olguya bakmak icap ediyor. Algı sahipleri, afetin ilk günlerinde fedakâr milletimizin emeğini zimmetlerine geçirmiş gibi görünebilir. Yalanın doğru karşısında sesi şimdilik daha gür çıkıyor olabilir. Kısa bir zaman sonra bu iklimin değişeceğini inşallah hep birlikte göreceğiz. Provokasyon, manipülasyon, dezenformasyon vesaire; sadece tek bir kelime bile bunların hepsini yıkmaya yeterlidir: Samimiyet.
Siyasi yahut şahsi düşmanlık bizi hak, hakikat ve hakkaniyetten uzaklaştırabilir. Unutmayalım; insan insaftan gelir.
***
Depremin üçüncü günü Adana'dan başlamak suretiyle Nurdağı, Kahramanmaraş, Erzin, Dörtyol, Payas, İskenderun, Belen, Kırıkhan, Hatay hattına gittik. Yıkım korkunç, kayıp büyük, acı yüksek ve derin. Yaşananlar kelimelere sığmaz. Anlatmak istesek de anlatamayız.
İlk şahitliğimiz şuydu: Sosyal medyada yazılanlar ile olay yerinde yaşananlar birbirini tutmuyordu. Kalanlar ve yardıma gelenler tam bir dayanışma içindeydi. Çaresizlik ve vakar, garip bir biçimde yan yana gibiydi. Maraş'ın merkezinde bir grup polisle asayiş meselesini konuşuyoruz. Çantamda fazla sigara paketi vardı. Polis arkadaşlara teklif ettim. Almadılar. O sırada üstü başı toz toprak içinde olan bir adam geldi. Bizi duymuş. Yorgunluğu her halinden belli. "Sigara mı satıyorsun" diye sordu. "Satmıyorum ama verebilirim" dedim. Bir paket sigara istedi ve ısrarla parasını ödemeye çalıştı. Polisler onu ikna etmese, sigarayı almayacaktı. İzzet ne güzel bir şeydir.
Kızılay bünyesinde, Maraş ili Türkoğlu ilçesi Tahtalıdedeler köyüne hayırsever milletimizin yardımlarını ulaştırmaya gittik. Köyün tamamen Alevi kardeşlerimizden oluştuğunu oraya varınca öğrendik. Kendileri söyledi. Köyde yıkılan evler vardı. İhtiyaç oluşmuştu. Sohbet ettik, dertleştik. Bizden önce de köye yardım için gelenler olmuş. Sosyal medyadaki bazı paylaşımlara göre, insanlar arasında şu veya bu nedenden dolayı ciddi bir ayrımcılık yapılıyormuş. Kesin olarak şunu söyleyebilirim: Yapılmıyor, yapılmaz.
İnsanları kuvvetli, milletleri büyük yapan şey, yaşadıkları zorlukları göğüsleme ve düştükleri zaman ayağa kalkma becerileridir. Maraş'ın şehir merkezinde yahut ücra bir köyünde, acıyla beraber işte bu beceriye tanıklık ettim.
***
Kitaplar ve şehirler bir milletin hafızasını oluşturur. Başka şeyler de vardır ama bize kalırsa öncelik bu ikisidir. Hatay'a ulaştığımızda viran olmuş bir beldeyle karşılaştık. Resmi kurumlar, belediyeler, dernekler, vakıflar, gönüllüler ve daha niceleri bu güzide beldemiz için adeta çırpınıyordu. Asker ve polisin her yerdeki gayretini özellikle anmalıyız.
İbrahim Altay kardeşimle beraber ana cadde üzerinden bir sokağa girdik. Sokaktaki binaların ikisi hariç tamamı yıkılmıştı. Yıkılmayanlar da her an yıkılacakmış gibi ağır hasarlıydı.
Bir enkazın başında evcil bir güvercin gördüm. Tüyleri toz toprak içinde kalmış. Panik halinde. Şaşkın. Uçuyor, sonra tekrar aynı enkazın üstüne konuyordu. Orada olduğumuz müddetçe bunu üç kez tekrar etti. Belli ki yuvası yıkılan evin çatısındaydı. Evinin yerini biliyordu fakat gidebileceği bir evi kalmamıştı. Deprem bölgesindeki yüz binlerce insanın durumu da maalesef tam olarak böyleydi.
***
Kimi kimseler memleketi sahipsiz ve devleti aciz göstermek için gerçekten de çok uğraştı, uğraşıyor. Ona göre konuşuyor, yazıyorlar. Bu düşünceyi pekiştirmek adına yalan haberleri dile getirmekte, yaymakta herhangi bir sakınca görmüyorlar. Bu memleketin elbette sahipleri vardır. Her anlamda…
İbrahim Tenekeci