Bizim toplum klişeleşmiş ifadeleri kullanmaktan ve genelleme yapmaktan çok hoşlanır. Hangi mahalleye mensup olursa olsun insanımızın kendisini ait hissettiği mahallenin doğru olup olmadığını düşünmeden kabul ettiği hükümleri vardır. Mesela eğitimden bahsedildiğinde medreselerin verdiği eğitimin çağdışı olduğu söylenir. Çağdışı nedir diye sorulduğunda da ezberci eğitim verildiği ilave edilir.
Ezberlemek gerçekten kötü müdür? Ezberin ve tekrarın olmadığı bir eğitim sistemi var mıdır?
Ezberlemek, üzerinde düşünmeden ve maksudunu anlamadan bir şeyi hafızaya almak demek. Ezberlemek; kavramak, hıfzetmek, bellemek, bugün daha daralmış bir anlamda kullandığımız şekliyle "içselleştirmek"; hatta İngilizlerin Farsçadaki anlamına denk düşecek şekilde "to learn by heart" dedikleri şey.
Geleneksel medreselerde söylenildiği gibi tanımlar ezberletilir gerçekten. Genellikle çok uzun olmayan bir cümleden ibaret olan tanımları ezberlemek sadece papağan gibi kelimeleri tekrar etmekten mi ibaret sanıyorsunuz? Ne söylemek istediğimi bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım.
Hepimizin bildiği bir konudan örnek vereyim. Masal. Masalın birçok tanımı var. Birkaç tanesini aktarayım:
Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî tür
Kulaktan kulağa nakledilerek zamanımıza kadar gelen ve olağanüstü maceralarla, kahramanlıklarla süslenmiş olan hayâlî hikâye
Düzyazı biçiminde söylenmiş, dinî inanışlardan ve büyü inanışlarından ve törelerinden bağımsız, tümüyle düş ürünü, gerçekle ilgisiz, anlattıklarına inandırma iddiası olmayan kısa anlatı
Gerçek dışı (olağanüstü) olaylarla süslü, gerçek dışı kişilerin başından geçen, zaman ve mekan (yer) kavramları belli olmayan hikâyelerdir
Genellikle halk tarafından oluşturulan, ağızdan ağza ve kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla insanların, olağanüstü yaratıkların veya tanrıların başından geçen ve tamamen hayal ürünü olan gerçek ve gerçek dışı olayların iç içe anlatıldığı hikâye.
Halk arasında yüzyıllardan beri anlatılmakta olan ve içinde olağanüstü kişilerin, olağanüstü olayların bulunduğu "bir varmış bir yokmuş" gibi klişe bir anlatımla başlayan belli bir uzunluğu olan, sonunda yedi içti muradlarına erdiler, yahut onlar erdi muratlarına biz çıkalım kerevetine, gökten üç elma düştü biri anlatana, biri dinleyene biri de bana gibi belirli sözlerle sona eren, zaman ve mekan kavramlarıyla kayıtlı olmayan bir sözlü anlatım türüdür.
Gördünüz, neredeyse bir paragrafı bulan cümleden ibaret olan bir sürü tanım var ve hiçbiri birbirinin aynı değil. Bunları ezberlemek mümkün de değil zaten. Tanımlara dair üzerinde söylenmesi gereken birçok şey var ama bu başka bir yazının konusu olduğu için üzerinde durmayacağım ve konuya devam edeceğim.
Bu tanımları ezberlemek kolay olmasa gerek. Şimdi bir de geleneksel bir tanım vereyim.
Mahiyeti ve hüviyeti olup hakikati olmayan varlıkların maceralarının şifahen anlatıldığı mensur hikâye.
Masalı anlatacak hoca bu tanımı yaptıktan sonra dersinde belki birkaç saat tanımda geçen kavramları anlatıyordu ve masalı öğretirken daha önceki derslerde öğrendiklerinin bir kısmını tekrar ettiriyor, bir kısmını kullandırıyordu. Ayrıca bilmediği kavramları da öğrettiği gibi diğer tanımlarla da ilgisini gösteriyordu. Daha net ifade edebilmek için örneklerle ifadeye çalışayım.
Önce tanımda masala dair dört husus var. Biri kahramanlar, ikincisi bu kahramanların başından geçenler, üçüncüsü de anlatış biçimi, dördüncüsü de biçimi.
Öğrenci, mahiyeti ve hüviyeti olup hakikati olmayan varlığın ne olduğunu anladığında tam da masalı anlamış oluyor. Oysa yukarıda verilen tanımlarda bu varlıkların isimleri sıralanıyordu; cinler, periler, devler vs. Oysa tanımda bu tür varlıkların ortak noktası olmalı ve öğrenciler bu tanıma giren varlıkları gördükleri yerlerde tanımalıdır.
Önce mahiyetin ne olduğunu söyleyeyim. Mahiyet, mantıkta, yalnız zihindeki fertleri dikkate alınan tümel kavrama verilen bir isim. Bir kavram veya nesnenin ne olduğu sorusunun cevabıdır. Bir şeyin ne olduğunun zihinde tasavvur edilmesi, canlandırılmasıdır. Mesela öğrenci denildiğinde zihnimizde bir resim canlanır.
Eğer zihinde tasavvur edilen bir kavram zihin dışında da bulunuyorsa buna hakikat denir. Zihinde tasavvur edilen nesne veya kavram zihin dışı dünyada gerçeklik kazanıyorsa hakikat olur. Üniversite öğrencisi gibi. Eğer zihinde öğrenci kavramı olmasaydı biz üniversite öğrencisini da kavrayamayacaktık. Çünkü mahiyet bilinmeden hakikat anlaşılmaz. Dolayısıyla nesneler ve kavramlar önce zihinde hayat bulur. Platon'a selam gönderip devam edelim.
Hüviyet ise bir mahiyetin kendisine has birtakım özelliklerle öteki fertlerden ayrılmasıdır. Hakikati olan her kavramın hüviyeti vardır. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğrencisi gibi.
Bir cümle ile anlattıklarımızı özetleyelim.
Bugün bir İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğrencisi ile tanıştım.
Mahiyet: Öğrenci
Hakikat: Üniversite öğrencisi
Hüviyet: Bir İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğrencisi
Şimdi gelelim masalın tanımına. Mahiyeti ve hüviyeti olup hakikati olmayan varlıklar ne olabilir? Anka kuşu, Kaf dağı, deniz kızı, yedi başlı ejderha, konuşan hayvanlar, bir vuruşta bin kişinin kafasını uçuran kılıçlar, uçan halılar, sihirli lambalar hep mahiyeti ve hüviyeti olup hakikati olmayan varlıklardır.
Bir öğrenci bir kere mahiyet, hüviyet ve hakikati anladı mı artık ona ilk defa karşılaştığı bir varlığın hangi katagoriye gireceğini anlatmaya gerek kalır mı?
Tanımın macera ve mensur olma meselesi var bunlar da edebiyat dairesine giriyor. Onlarla ilgili olarak yukarıdaki gibi ayrıntılı bir tasnif yapılıp hangisine karşılık geldiği anlatılabilir ama o işe kalkışmayacağım.
Açıklamaya çalıştığım gibi medreselerdeki eğitim aslında ezberletmiyor, düşündürüyor, kavratıyor.
Şimdi size tekrar soruyorum. Ezbersiz eğitim olur mu? Ezberlemek papağan gibi tekrar etmek midir? Ezber kötü bir şey midir?