Malumunuz zaman zaman Mesnevi'den kimi hikayeleri günlük hayatta karşılaştığımız kimi olaylarla aralarındaki bağlantıya işaret ederek naklediyorum. Bunu da Mesnevi'nin devamlı okunması gereken bir eser olduğunu ve bize her gün yeni bir şey söyleme ihtimali olduğunu göstermek için yapıyorum. Mesnevi'den fazla hikaye anlatmış olacağım ki bir arkadaşım geçenlerde bana şöyle ilginç bir soru sordu.
- İsmail, sen hep Mesnevi'den hikayeler anlatıyorsun. Mevlâna şayet La Fontaine masallarını okumuş olsa idi onları da örnek olarak verir miydi?
İlginç bulmakta haksız mıyım? Mevlâna için hikâyenin kim tarafından anlatıldığının önemli olmadığını, onun için önemli olan şeyin hikâyenin bir hikmeti açıklamaya yardım edip etmediği olduğunu söyledim ama bakışlarından ne demek istediğimi tam olarak ifade edemediğimi düşündüğüm için bir örnek vermek ihtiyacını hissettim.
Madem bir önceki hikâyede de karga vardı yine karga üzerinden gideyim dedim ve hepinizin bildiği La Fontaine'in karga ile tilki hikâyesini örnek olarak anlattım. Hikâyeyi bilmeyeniniz yoktur ama ben yine de hatırlatmak kabilinden bir kez daha aktarayım.
Tilki cenaplarını bilirsiniz, pek kurnazdır kendileri. Hele bir de yemek gördüler mi, kurnazlıkları iki kat olur. Bir gün, ormandaki bir ağacın dalında neşeyle dans eden bir karga varmış. Karga çok mutluymuş, çünkü ağzında kocaman bir peynir parçası varmış, karga bulduğu peyniri yiyeceği için çok ama çok mutluymuş.
Ağzındaki kocaman peyniri tam midesine indirmek üzereymiş ki, oradan geçmekte olan bir tilki kargayı görmüş. Kurnaz tilki kargayı kandırıp, peyniri alabilmek için bir plan yapmış ve kargaya demiş ki:
Karga kardeş, merhaba, ne kadar güzelsin, sesin de çok güzelmiş, herkes bunu konuşuyor, ben de bunca yolu senin sesini duyabilmek için geldim.
Bu güzel sözleri duyan karga hemen kendini kanıtlama sevdasına düşmüş ve 'Ben senin için güzel bir şarkı söylerim' demiş.
Bunu söylemek için ağzını açar açmaz, kocaman peynir parçasını da ağzından düşürmüş. Kurnaz tilki hemen düşen peynir parçasını alıp midesine indirmiş. Eli de karnı da boş kalan karga bir daha güzel sözlere inanıp elindekini kaptırmaması gerektiğini anlamış.
Arkadaşım hikâyeyi dinledikten sonra bana dönerek 'anladım' dedi. Ne anladın, diye sorunca da anlatmaya başladı.
- Sen bizim üniversitede bir hocayı tarif ettin bana.
- Nasıl tarif ettim?
- Şöyle izah edeyim. Burada karga ben oluyorum, ağzımdaki peynir de benim bazı kişiler ve olaylar hakkındaki görüşlerim, düşüncelerim. Tilki ise bu bilgileri benden öğrenmek için yanıma gelip bana iltifat ederek ağzımdan laf almaya çalışan o alçak.
- Seyl dîvârın ayağın öperek hedm eder
- Ne dedin sen şimdi? Bana laf mı çaktın yoksa!
- Yok yahu. Onu da nereden çıkardın. Sen iltifat ediyor deyince Koca Ragıp Paşa'nın aklıma gelen bir mısraını mırıldandım.
- Anlamadım da.
- Sel duvarı ayaklarını öperek yıkarmış diyor koca şair.
- Haa. Valla doğru. Tam da bu durumu tarif etmiş. Bu adam ahlak ve şeref fukarası. Göklerden şeref yağarken bu şemsiyesini açmış. Bulunduğu yere hep adamını buluarak, insanları birbirine düşürerek ve birinden aldığını diğerine yetiştirerek gelmiş kovucu, dedikoducu, ispiyoncu laf taşıyan karaktersiz bir şahıs. Benim yanıma geldiği gibi başkalarının yanına da gider ve onlara da aynı şekilde önce iltifat eder, sonra öğrenmek istediği olay veya kişiye sözü getirir. Onu kötülemeye başlar ve siz de boşta bulunup bir şeyler dersiniz. Sonra sizin ağzınızdan çıkan sözleri alır, gider yetiştirir. Etrafta edilen her iltifata inanan, lafı kimin getirdiğini düşünmeden konuşan o kadar çok karga olunca bu tip tilkiler hiç peynirsiz kalmaz.
- Bravo, ben bu kadar izah edemezdim.
Dedim ve ayrıldım. Yolda aklıma yine Koca Ragıp Paşa'dan
Râgıbâ, düşmenin aldanma tevâzûlarına
Mısraı geldi ve ben bu mısraı
İsmâil, düşmenin aldanma sakın iltifâtına
Şeklinde uyarladım.
İnanın, ben hikâyeyi arkadaş gibi yorumlayamazdım, çünkü öyle biri ile karşılaşmadım veya karşılaştım da fark edemedim. Buradan iki şey öğrendim. Birincisi bizim hikâyelerin işe yaradığını görmek. Diğeri de hikayelerden herkesin kendi tecrübelerine göre bir şeyler çıkartabiliyor oluşu.
Sonra düşündüm de gerçekten arkadaşımın anlattığı gibi çevremizde kuyruğu kendisinden büyük ne kadar çok tilki var. Ağzımızdan laf almak için yanımıza gelip güzel sözlerle bizi kandırmaya çalışan kurnaz tilkileri tanımak ve anlamak güç. Çünkü Bâkî'nin veciz bir şekilde ifade ettiği gibi;
Bâtıl hemîşe bâtıl u bîhûdedir velî
Müşkil odur ki sûret-i hakdan zuhur eder
Bu arada tilkiye de haksızlık yapmayalım. Çünkü buradaki tilki masum, derdi sadece karnını doyurmak. Ama böyle tiplerin derdi karın doyurmak değil, ağızdan aldığı lafı başkalarına yetiştirmek, insanların arasını bozmak, laf taşımak ve daha bir sürü kötü şey. Şairin dediği gibi;
Münafık dostlardan aşikâre düşmenân yeğdir
Böyle dostların olacağına dürüst düşmanın olsun daha iyi. Allah böylelerinden bizleri muhafaza buyursun.