Son zamanlarda dinleri, peygamberleri ve kutsal kitapları reddeden bu görüşün dindar ailelerin çocukları arasında da yayıldığına dair bir algı oluştu. İmam-hatip ve ilahiyat öğrencileri arasında bile deizme ilgi duyan ve deist olduklarını söyleyen gençlere dair haberler sıkça çıkmaya başlayınca köşe yazarları, televizyon yorumcuları, gazeteciler, ilahiyatçılar, sosyologlar, siyasetbilimciler yorumlar yapmaya başladılar ve nedenlerini, sonuçlarını tartıştılar, tartışıyorlar.
Deizmin sözlüklerdeki tanımı şöyle:
Herhangi bir dîne mensup olmaksızın Tanrı'nın varlığını ve O'nun kâinâtı yarattığını kabul eden görüş, yaratancılık, ilâhiye.
Yani Allah'a inanıp peygamberlerine ve onların getirdikleri dinlere inanmamak. Bu arada aklıma gelmişken Hz. Peygamber'i aradan çıkarıp doğrudan Kuran meali okuyarak iyi bir Müslüman olunacağını iddia edenlerin bu işte bir katkısının olup olmadığı sorusunu şuraya bırakayım.
Dindar kesim çocukları arasındaki dine ve dindarlara karşı olan mesafe seküler ailelerin çocukları arasında da ateizme yöneldiğine dair çıkan haberler ve iddialar doğruysa çok uzun olmayan bir gelecekte dinden ve dindarlıktan uzaklaşmış nesiller göreceğimizi düşünebiliriz. Bu millete ve tarihine olan inancımdan ve güvencimden dolayı hiçbir zaman deist ve ateist bir toplum olmayacağımızı düşünmekle birlikte muhtemel tehlikeyi görmezden de gelemiyorum. Bu durumda sadece tepki göstermekle yetinmeyip başımızı iki elimizin arasına alıp kendimize şu soruyu sormalıyız: Eğer söylenenler doğruysa, gençlerimizin ve çocuklarımı neden dinden uzaklaşıp deist ve ateist oluyorlar ve olmayı düşünüyorlar? Bunda bizim de vebalimiz var mı? Biz nerede hata yaptık da bu durumla karşılaşıyoruz?
Bu soruya hemencecik cevap vermek en azından benim için pek mümkün görünmüyor. Meselenin teolojik boyutundan daha çok sosyolojik ve psikolojik boyutları öne çıkıyor ve tartışmanın daha geniş bir zeminde yapılmasını elzem kılıyor.
Yerel, ulusal ve küresel üç neden
Ben bu sorunun yerel, ulusal ve küresel nedenleri olduğunu düşünüyorum. Aileden kaynaklanan nedenlerin ilki artık tek veya iki çocuklu ailelerinin sayısının artmasının yanı sıra günlük hayatta dede, anneanne, babaenne, büyükbaba ile de temas olmayınca çocuklar ruhen yeterince beslenemiyorlar. Boşanmış ailelerin çocukların durumu başlı başına tartışılması ve konuşulması gereken bir konu olarak duruyor. Bir diğer neden, dindar ailelerin çocukların ihtiyaçlarına ve sorularına tatmin edici cevaplar verememeleri, zihnen ve ruhen tatmin edecek bir yaşam tarzı sunamamaları br diğer yerel sebep olarak sayılabilir.
Ulusal neden olarak birden fazla unsuru zikredebiliriz. Televizyonlarda din adına konuşan kimi ilahiyat profesörlerinin kimi garip konuşmalarını ganimet bilip üzerinde tepinen ve çiğneyen bilim adamları, gazeteciler, kimi ilahiyatçıların telkinlerinin yanı sıra FETÖ'den sonra, önce FETÖ'ye, sonra cemaatlere, en sonra da dine yönelen tepkileri de ulusal neden olarak zikredebiliriz.
Küresel neden ise film, müzik, kültür ve medya endüstrileri ürünlerinin tesiri. Daha fazla satmak ve kazanmak için bütün dünyaya yaymaya çalıştıkları bağımsız olma arzusunu körükleyerek aileyi geri plana iten filmler ve diziler ile deist ve nihilist kültürün taşıyıcısı ve yayıcısı sosyal medyayı söyleyebiliriz. Ailede ve yakın çevrede başlayan tepki ulusal düzeyde oluşan havanın etkisiyle şişip küresel destek ile de uçmuş görünüyor.
Neden böyle olduk?
Bunu uzun uzun anlatacak uzmanlar var hiç kuşkusuz. Ama ben size bir sembol üzerinden anlatmaya çalışacağım.
İstanbul'da, selatin camilerin yanı sıra Fatih, Eyüp ve Üsküdar gibi ilçelerde mahalle aralarında küçük mescidler var. Bunlar ya küçük kubbeli ya da çatılı olur. Kubbeden biraz yüksek sevimli bir minarenin yanı sıra sevimli şadırvanı olan bahçesi ile adeta sığınılacak bir liman gibidir. Dışı taş duvarlarla çevrili, içi ahşap ile tefriş edilmiş bu mescidlerin içine ilk defa girdiğinizde, eğer dernek yöneticileri tamir edip yenileyeceğiz diye bozmadılarsa ve harap etmedilerse gözününü mihraptan, minberden, pencereden, duvarlarında asılı levhalardan alamazsınız. Orada insanı şekillendiren, eğiten, incelten adeta bir tezyini sanatlar galerisinde sergileniyormuş gibi eserler görürüz. İçine adım attığımızda adeta temizlenir, kirden pasdan kurtuluruz, insan olduğumuzun farkına varırız.
Bir de musikiye aşina bir imamı varsa vaktin nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Küçük mescidlerin samimi havası bizi kavrar, içine çeker ve bizim de içimiz huzurla dolar, kendimizi güvende hissederiz, zamanı unuturuz ve maneviyatı iliklerimize kadar hissederiz. Aklımıza ne bir kötü şey gelir ne de bir kötülük. Sahipsiz olmadığımızı biliriz ve anlarız. Yaratıcının varlığını adeta hisseder, peygamberini de görmüş gibi sever ve sayarız. Adeta zaman durur, biz dışına çıkarız, nefes alır, dinlenir, yenilenir, kendimize geliriz. Dışarı çıktığımızda, akan zamana tekrar karışırız ama kaybolmayız ve kaybetmeyiz.
Yeni yapılan camilerde bu samimiyeti ve maneviyatı görebiliyor ve hissedebiliyor musunuz? Beton binalar, çok katlı yapılar ve kocaman kubbeler, kubbe ile orantısız uzunlukta ve incelikte minareler, ucuz çin işi süsleme ve aydınlatma cihazlarıyla doldurulmuş bir sürü gereksiz aygıt, süsleme adına yalan-yanlış yazılmış ayetler, abartılı tezyinat yahut çini ile kaplamalar, yarısına kadar sandaleyeler, tabureler, plastik tespihler, üç kişilik cemaate bile açılan mikrofonlar, minberlerin önüne asılan stor perdeler, mihraba takılan projeksiyon perdeleri, gereğinden fazla saatler, kışın ısıtılamayacak yazın da soğutulamayacak kadar büyük olduğu için bir kısmı gecekondu mantığıyla ayrılmış bölümler ve daha insanı rahatsız eden nice şeyler.
Ya hocalarımız, imamlarımız ve müezzinlerimiz. Musikiden bir nebze hisse almamış başka milletleri taklit ederek Kuran okuyan imamlarımız ve müezzinlerimiz. Vaazlarında ve hutbelerinde cehennemi öyle bir anlatırlar ki,
Bugün dûzah nişanın şöyle tahkik etti vâiz kim
Kıyas ettik ki onu şimdi gelmiştir cehennemden
Diyen Sırri İbrahim'i haklı çıkarırlar.
Bizimle atalarımız arasındaki fark onların yaptıkları ve tefriş ettikleri cami ile bizim yaptığımız camiler kadar. Gıdamızı köklerimizden değil yapraklarımızdan almaya çalışyoruz.
Eskiden o mahalle mescidi gibi büyüklerimiz, hocalarımız vardı. Ehl-i tarik idiler, tarikatçı değildiler. Müjdelerlerdi, korkutmazlardı. Yanlarında vardığımızda aklımızdaki sorular cevap bulur, gönlümüzdeki gam ve kasavet yerini ferahlığa bırakır, rahatlar, mutlu ve emin bir şekilde yanlarından ayrılırdık. Çünkü bize hakkı ve sabrı tavsiye eder, tavsiye etmekle kalmaz nasıl yapacağımızı da hal ve hareketleriyle gösterirlerdi. Halleri ve kalleri bir idi. Söylemleri neyse eylemleri de o istikamette idi.
Artık mescidlerimiz atalarımızın yaptıkları gibi değil, yaşlılarımız da atalarımız gibi değil. Bu halde çocukların yerinde siz olsaydınız, çevrenizde gördüğünüz ve kendilerini dindar olarak pazarlayan insanların yaptıklarını gördükçe soğumaz da ne yapardınız?
Madem aileden ve mahalleden başladı her şey, o zaman biz de önce aileleri düzeltmek ile işe başlamalıyız. Suçlu çocuklar ve gençler değil, onlara güzel örnek olamayan biz büyükleriz vesselam.