Bugünlerde, ülkemizde en çok tartışılan konuların başında, zannımca aşı olma meselesi geliyordur. Tartışılsın. Bilenler, bildiklerini anlatsın, doğruları söylesin, muhalefet edenler, neden karşı çıktıklarını anlatsın. İş bu kadarı ile kalsa iyi, ancak kalmıyor ki. Laf kıtlığında asma budamak için birbiri ile yarışan televizyoncular, konu ile ilgisi ve bilgisi meşkuk ve malûmâtfurûş birkaç kişi ile Hz. Âdem aleyhisselâm efendimizden bu vakte gelinceye değin, dünyadaki tüm gelişmeleri ve ilimleri bilen gazetecileri karşılıklı oturtup horoz dövüştürür gibi kışkırtıcı sorularla birbirine saldırtıp "Oh ne güzel, herkes bizi seyrediyor", diyerek ellerini ovuştura ovuştura seyrediyor. Sonra, hiçbir şey olmamış gibi dağılan kadro, ertesi gün bir başka konuda, çadırı kurup tiyatroya yeni bir oyun ile devam ediyor.
Etsinler, bir şey diyeceğim yok. Alt tarafı seyretmeyiz, olur biter. Ama geçen gün bir arkadaşımızın annesi, beni gördüğünde, bir şey bildiğimi zannederek iki soru sorunca yazmadan edemedim. İlki aşı olup olmayacağım, ikincisi de aşının orucu bozup bozmayacağı idi. Niçin sorduğunu öğrenmek istediğimde de bana komşusunun, aşının tehlikeli olduğunu, aşı olmayacağını, olacak olsaymış Ramazan'dan sonra olacağını söylediğini aktardı. Belli ki kafası karışmış biraz.
Hayretten ne diyeceğimi bilemedim. TV'deki tartışma programlarını dinleyerek ilmine ilim katan çok bilmiş komşusunun uzmanlığını sordum saf saf.
- Teyze komşunuz doktor mu?
- Hayır.
- Hoca mı?
- Hayır.
Bir lâ havle çektim, sinirlenmemek için oturdum. Birkaç dakika gözlerimi kapatıp derin nefes alıp verdim. Zavallı kadın, orucun beni etkilediğini, şekerimin veya tansiyonumun düştüğü için oturduğumu zannediyordu. Oysa ben kızgınlıktan ve ne diyeceğimi bilememekten oturmuştum.
Oturunca aklım başıma geldi. Teyzeye Nasreddin Hoca'nın oğluyla pazara gitme fıkrasını bilip bilmediğini sordum. "Bilsem de sen yine anlat, güzel anlatıyorsun." deyince ben de teyzeyi kırmadım. Merak edenler için yine anlatayım.
HOCANIN EŞEĞİ TAŞIMASI
Hoca bir gün oğlu ile birlikte pazara gider. Oğlu eşek üstünde, Hoca yanında yürüyor. Yolda karşılaştığı birkaç adam: "Hey gidi zamane çocukları heyy! Şu hâle bakın! Kıyamet zamanı gelmiş. Ak sakallı babasını yürütüyor da kendisi arlanmadan eşeğe binmiş, keyifli keyifli gidiyor!" derler.
Bu söz, Hoca'nın oğlunun ağırına gider. Eşekten iner, babasını bindirir ve yollarına bu şekilde devam ederler. Çok gitmeden, başka kişilerle karşılaşırlar. Bunlar da:
-Gördün mü şu insafsız Nasreddin'i! Kendi eşeğe binmiş, zavallı çocuğu yürütüyor. Yumruk kadar çocuğu bu sıcakta yürütmek, toza toprağa boğmak revâ mıdır?
Bu sözler üzerine, Hoca bu defa, oğlunu terkisine alır ve yollarına devam ederler. Yine karşılarına birileri çıkar. Bunlar da kan ter içinde kalan eşeği görünce dayanamaz:
-Amma da insafsız bunlar yahu! Küçücük eşeğe iki kişi birden binmişler. Dili yok ki hayvancağızın vursa yüzüne ettiklerini!
Bu sözleri işiten Hoca'nın tepesi atar… Bu adam da haklıydı!.. Hemen eşekten inerler. Eşek önde, baba ile oğul arkada pazara doğru ağır ağır yürürler. Derken birilerine daha tesadüf ederler. Onları eşeğin ardında yürür görenler kahkahayı basar:
- Hele şu budalalara bakın!.. Eşek bomboş zıplayıp gidiyor. Bu aptallar da şu sıcakta kan ter içinde yürüyorlar.
Hoca ne yapacağını bilemez. Bu sefer oğluyla birlikte eşeği sırtlarlar ve pazara o şekilde girerken Hoca, oğluna dönüp: Gördün ya oğlum… Bu halkın dilinden kurtuluş yok. Milletin ağzıyla iş yaparsan bizim gibi, eşeği taşırsın. Sen sen ol, söylenilenlere bakma, işi ehline sor ve öğrendiğin gibi yürü." der.
Fıkrayı anlattıktan sonra teyzeye döndüm.
- Teyze bu işi bilen, uzmanı doktorlar ne diyor?
- Aşı olun diyorlar.
- Peki işin ehli fıkıhçılar, hocalar, Diyanet İşleri Başkanlığı ne diyor?
- Aşı, orucu bozmaz, diyor.
- O zaman ne yapacağın belli. Sıran gelir gelmez gidip aşını olacaksın. Hoca, karşısına çıkan herkesin sözünü dinlediğinden cezası eşeğini taşımak olmuş. Ama sen, karşına çıkan herkesi dinlersen cezan daha ağır olur. Ruhumuzun bir nevi bineği olan bedenini can pazarına taşırsın. O pazar, Hoca'nın gittiği pazara hiç benzemez.
Teyze, benim bu sözlerim üzerine ne yaptı bilmiyorum. Ama ben ne yapacağımı gayet iyi biliyorum. Hiçbir doktor hastasını, kesin olarak tedavi edeceğini iddia etmez. Büyük olasılıkla der. Hastaya ve hastalığa göre değişmekle birlikte çok az da olsa her zaman bir risk vardır. Bir de şairin dediği şu durum varsa hiçbir ilaç fayda etmez.
Maâzallah tabî'at müstaidd-i sıhhat olmazsa
Felâtun olsa da izhâr-ı acz eyler müdâvâdan
Allah korusun, bedenimiz tedaviye cevap verecek durumda değilse bırakın sıradan doktoru, Eflatun da gelse iyileştiremez.
O çok zayıf ihtimalin bize tesadüf etmesi de mümkün. Ama bu, doktorların söylediklerinin yanlış olduğu anlama gelmez. Eğer gerçekten aşı konusunda uzman biri olma diyor ise ve siz de o uzmana itimat ederek olmuyorsanız diyecek bir sözüm yok, saygı duyarım.
Henüz sıram gelmedi. Ama Ramazan çıkmadan sıram gelirse, ki bu pek mümkün görünmüyor, "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" diyen şâirin sözüne uyarak gidip aşımı olacağım. Sonrasında da Allah'a tevekkül edeceğim.
Allah, hepimizi bu illetten muhafaza buyursun.
İsmail Güleç