Okurlarımız hatırlayacaklardır, bundan birkaç hafta önce 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında yaşamış bir Eşrefî-Kâdirî şeyhi olan Adapazarî Seyyid Osman Efendi'nin 'Dîvân'ını tanıtan bir yazı yazmıştım.
Tasavvufî kavramların yer aldığı Dîvân'da tavla oyununu anlattığı şiiri dikkatimi çekmişti. Eskilerin satranç ve damaya dair yorumlarını görmüştüm ama tavla oyununa dair herhangi bir yoruma tesadüf etmemiştim.
Tavla, her biri hane adı verilen, üzerine pulların dizildiği, altı çizgiden oluşan karşılıklı iki bölme çizilmiş, bir tahta kutu üzerinde iki kişi, otuz pul ve iki zarla oynanan bir oyun. İranlılardan Araplara ve diğer milletlere geçen tavla, Câhiliye devrinde kapalı mekanlarda kumar olarak oynandığı için Hz. Peygamber bu oyunu yasaklamıştı.
Daha sonraki dönemlerde İslam alimler arasında tavla ve satrancın haramlığı tartışma konusu olmuş, satranca daha müsamahalı yaklaşılırken tavla haram ve kimi Hanefi uleması tarafından da mekruh olarak değerlendirilmişti. Şans ve tesadüfe bağlı kazanç elde etme amacı güdülen kumarın haramlığı konusunda en ufak bir tartışma yoktur. Ancak tavla ve satranç bir oyun, eğlence ve hoşça vakit geçirme amacıyla da oynanır. Oyun ve eğlencenin helal dairesinde kalmak ve harama yol açmamak koşuluyla câiz olmasından dolayı oynanmasına çok katı yaklaşmayan alimler de olmuş.
Tavla, icat edildiği topraklar olan İran'da hep oynandı. Emeviler ve Abbasiler döneminde yaygın bir şekilde oynanan tavla, bizde de kahvehanelerde eğlence ve vakit geçirme aracı olarak yıllardan beri oynanır. Ecdad iki ölçü koymuş: Kumar olmaması ve ibadetleri engellememesi.
TAVLA ŞİİRİ
Kalanderîlerin piri Cemâleddin Savî'nin "Bu Kalenderîlik atını herkes koşturamaz; bu yokluk tavlasını herkes oynayamaz." dizelerinde yokluk oyununa benzettiği tavlayı, Seyyid Osman Efendi şöyle anlatır:
Lu'b tavlayı sana târif edeyim ey ki yâr
Zâr derler iki kıt'a kemikle atıver
Tavlanın tahtası dünya gibidir iz'ânla bak
Seb'a-i seyyâre gibi yolların devri de var
Der imiş ol Mu'tezîle kul fi'il hâlıkıdır
Ol hamâkatdır ki böyle i'tikâd etmek mi var
Çünkü böyle ise al ele zârı at göresin
Ya dübârâ ya düşes bir iki atma da var
Cebr-i mahfîdir irâde olamaz ki ata zar
Bu dahî ihsânı bilmez kâbiliyyet onda var
Yed-i insân tutmaya kâbil muhaldir ki ata
Gelir ise zârı oynar gelmez ise zor u zar
Hepsi yek gelir ise peydâ olur iki kapı
Çok sevinme sen tefekkür ile bunu oyna var
Hasmını yendim sanıp şâd-ı dübâra olma sen
Hasmnın zârı gelir hem muhtemeldir çâr u çâr
Dü se gelir ise önden al kapı sen karşıdan
Bil ki hasmın zârı dört câr atmaya imkânı var
Dü beşi iki çekip sen gene oyna onlara
Gayrı yok dü beş sana çün çâr u nâ-çâr oyna var
Evvelen dü-şeş gelirse oyun oyna iki çek
Tâli' yâverdir boşa korkma hemân oyna a yâr
İki bir gelir ise oynunda işin pek yaman
Tâli' nâkısdır açık oynamak olmaz gele zâr
Böyledir ahvâl-i âlem pul gibi devretmede
Sen tahavvür ile kılma kıl tahâşî oyna yâr
Ber-karâr değil kemâli zâr-ı mahbûsun Seyid
Sen hemân at zârı belki düşeş ü dübeş de var
Şiir bu. Kısaca açıklamaya çalışayım.
🔹 Dostum, gel, sana tavla oyununun ne olduğunu anlatayım. Anlatayım da sen de adına zar denilen iki kemiği atarak tavla oyna.
🔹 Tavlanın üzerinde oynandığı tahtaya dikkatlice baktığında, onun dünyaya benzediğini görürsün. Nasıl yedi gezegen kendi yörüngelerinde gidiyor ise tavlada da pullar yörüngesi, gittikleri bir sıra, yol var.
🔹 Mutezile mezhebine göre eylemleri yaratan kuldur. Külliyen yanlış. Fiilini kulun yarattığına inanmak, ahmaklıktan başka bir şey değil. Mutezile'nin iddia ettiği gibi ise zarları eline al ve at da gör, iki iki de gelir iki altı da. Hatta bir iki gelme ihtimali bile var.
🔹 Tavlada, gizli cebr vardır, ne kadar uğraşırsan uğraş, zarlar istediğin gibi gelmez. Aslında bu oynayan için büyük bir ihsandır, lütuftur ve bu kabiliyet zarlarda vardır. Cebr, kelam tabiri olup kulların bütün fiillerini ilâhî irade ve kudretin zorlayıcı tesiriyle yaptıklarını ifade eder. Bu ifadelerden, Seyyid Osman'ın bu inanışa daha yakın olduğu anlaşılıyor.
🔹 İnsanın eli zar tutmaya yetmez, attığında zar güzel gelirse oynar, gelmez ise işi zordur, iyi oynayamaz. Zarların ne geleceğini oynayan belirlemez ancak gelen zara göre nasıl oynanacağı oynayana bağlıdır. Bu da dünya hayatının sınavıdır.
🔹 Attığında hep yek yani iki zar da bir gelirse iki kapı açar. Özellikle oyunun başlangıcında hep yek gelmesi büyük avantaj sağlar. Ama sen hep yek atsan bile pek sevinme, sonrasını da düşünerek oyna.
🔹 Oyun esnasında rakibini yendiğini düşünerek çok fazla sevinme. Unutma ki rakibinin dört dört atma ihtimali de var. Eğer zarlar iki ve üç gelir ise hemen tavla tahtasının ön tarafında kapı al. Rakibin zarı dört dört atabileceğini bil.
🔹 Zarların ikisi de beş gelirse sen gene onlarla oyna. Sana iki beş geldiyse başka çaren yok, oynayacaksın. Önce iki altı gelirse, talihin yaver gidiyor demektir, korkmadan pulları iki defa çekerek oyna. İki bir gelirse işin pek zor, talihin yardımcı olmuyor demektir, çok açık oynama, ihtiyatlı davran. Kapı verme.
🔹 Dünyanın halleri de böyledir, pul gibi döner dururuz. Sen acele etmeden, tedbiri elden bırakmadan çekinerek oyna. Seyid, kırık zarın her elde kalacak değil ya, sen zarı at, kim bilir belki düşeş, belki dübeş gelir.
Özetleyecek olursak Seyyid Osman Efendi, tavla oyununu dünya hayatına, pulları insana, zarları kadere benzetiyor. Zarları kontrol edemeyiz ve ne geleceğini bilemeyiz, yani kişi kaderini değiştiremez, tayin edemez. Ancak geldiğinde ne yapacağımızı öğrenebilir ve ona göre davranabiliriz. Şansımız iyi ise açık oynamalı, günümüzde değilsek tedbirli davranmalıyız.
Seyyid Osman, bu şiirinde, tavla üzerinden yola çıkarak tavla oynayanları düşünmeye davet ediyor. Onlardan, tavla ile hayat arasında ilişki kurarak hayatın anlamını idrak etmelerini istiyor. Yoksa tavla oynamayı meşrulaştırarak teşvik etmiyor, helal olduğunu iddia etmiyor. Meseleyi başka bir düzlemde farklı bir bakış açısıyla ele alıyor.
Tasavvuf biraz da böyle bir şey. Sufiler, neye bakarlarsa onda kendilerini hakikate götürecek bir işaret bulur. Allah bizi bu işaretleri görüp anlayanlardan eylesin.