Son zamanlarda, eş-dost sohbetlerinde, sosyal medya paylaşımlarında sıkça karşımıza çıkan konulardan biri gençlerin dinden uzaklaştığı, inançsız bir şekilde yetiştiği, bu durumun özellikle son yirmi yılda arttığı ve bunun sebebinin de dindarlar olduğuna dair kanaatlerin mutlak doğru imiş gibi tekrar edilmesidir.
Garip olan hiç kimsenin şu soruları sormaması. Acaba son yirmi yılda muhafazakâr bir hükümet yerine seküler ve batıcı bir hükümet görev alsaydı gençler şimdiki gibi dinden uzaklaşmayıp daha dindar olur muydu?
Acaba dünyada özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da durum nasıl? Son yirmi yılda oralarda gençler dine yöneldi mi yoksa bizdeki gibi dinden uzaklaşıyorlar mı?
Beni Kaybettin
İz Yayıncılıık'tan çıkan David Kinnaman'ın Beni Kaybettin Genç Hristiyanlar Neden Kiliseyi Terk Edip İnancı Sorguluyorlar? başlıklı kitabında yukarıda sorduğum soruların cevaplarını buldum.
Kinneman, ABD'de ergenler, yetişkinler ve çocuklar ile din görevlileriyle inanç, maneviyat, siyasi tutumlar ve kültürel dinamikler konularından araştırmalar yapan bir ekibin başı. Özellikle 16-29 yaş grubunun inanca karşı tutumlarını irdeledikleri araştırma bu konuda bize önemli bilgiler sunuyor. Bu arada Kinneman'ın dindar biri olduğunu ilave edeyim.
Kinneman'ın Hristiyanlıktan kopan gençlerle ilgili bir kitabı daha var. Beni Kaybettin ise hâlâ içeride yani Hristiyan şemsiyesi altında olup dışarı çıkmaya yakın olanların durumunu inceliyor.
Y ve Z kuşağı
Sosyal bilimcilerin 1970'ten sonra doğanları Y kuşağı veya bireyci eğilimlerinden dolayı "Ben Nesli", 1990'dan sonra doğanları da Z kuşağı veya internet çağı çocukları olduğu için "i-nesli" diye isimlendirdiklerini bilirsiniz.
Y neslinin yani "Ben nesli"nin temel özelliği kendilerine ve kendi isteklerine aşırı odaklanma, bencillik ve bunların neticesinde oluşan aşırı kaygı. Z neslinin özelliği ise hayata ilgisizlik, hareketsizlik ve dijital olana aşırı bağlılık olarak sıralanır. Bu iki neslin en temel özelliği ise dine ve inanca olan ilgilerinin zamanla azalması, hatta kaybolması. ABD'de yapılan araştırmalar bu iki neslin önceki nesillere göre dine karşı çok daha fazla ilgisiz olduğunu gösteriyor.
Bu gün dünyadaki her toplum, aynı zaman diliminde yaşasa bile aynı çağı yaşamaz. ABD toplumunun geçirdiği değişimi biz onlardan birkaç on yıl sonra geçiriyoruz. Son yıllarda iletişim araçlarının ve kanallarının artması ve kolaylaşması ile bu mesafenin azaldığını da söyleyelim.
Kinneman'ın cevabını aradığı soru şu: Gençler neden kiliseyi terk ettiler? Yaptığı araştırmalardan çıkardığı sonuçlara göre bu soruya cevap veriyor.
Kinneman gençleri, din ile aralarına koyduğu mesafeye bakarak üç başlık altında inceliyor. Göçebeler, sürgündekiler ve müsrifler. Göçebeler, kiliseye gitmeyi bıraktıkları halde kendilerini Hristiyan olarak görmeye devam edenler, sürgündekiler Hristiyan olmakla birlikte kendilerini kültür ile kilisenin anlattıkları arasında sıkışmış hissedenler, müsrifler ise inançları kaybedenler ve sorulduğunda Hristiyan olmadığını söyleyen agnostik ve ateistler. Müsrifleri de ikiye ayırıyor. Rasyonel bir sebep ile dini terk edenler ile duygusal nedenler ve hayal kırıklıkları sonucu dini terk edenler.
Kinneman bu değişiklerin altında yatan üç önemli faktör olduğunu söyler. İlki internetin her an her şeye erişebilecek imkanları sunması. İkincisi toplumu ayakta tutan değerlere karşı oluşan yabancılık ve ailenin gücünün ortadan kalkması. Bunun sonucunda da olgunlaşamama ve sorumluluk alamama hali. Üçüncüsü de kime neden inanılacağına dair sorgulama. Bunun sonucu olarak da kutsal kitap ve kültürü kabul etmeme.
Bunları, yaptığı görüşmelerden örnekler vererek açıklayan Kinneman, kitabının kalan bölümünde gençlerin kiliseden uzaklaşma nedenlerini açıklamaya ayırmış. Yazara göre kiliseyi terk etmek için altı neden var. Bunlar;
1. Aşırı korumacı: Her şeyi yeniden düşünmek, tasarlamak, girişimci ve atılımcı olmak isteyen neslin bu özelliklerine ket vurduğunu düşünmeleri. Bunun panzehiri çağın yapısını kavramak, basiret sahibi olmak.
2. Sığ: Kiliselerin sıkıcı olması, basma kalıp sözler, rahiplerin kendi fikirlerini İncil'in sözlerine dayandırması, sloganik ifadeler gençlerin daha derin düşünmelerine mâni oluyor. Usta-çırak ilişkisi ile aşılabilir.
3. Bilim karşıtı: Pek çoğu bilim ile Hristiyanlığın ve kilisenin uyuşmadığını düşünmeleri. Bilim kültüründe gençlerin aklını iyi yönetmek.
4. Baskıcı: Dini kurallar, özellikle cinsellikle ilgili olanların gençlerin bireyci zihniyetine boğucu gelmesi. Bunun ilacı güçlü iletişim.
5. Dışlayıcı: Hristiyanlığın birilerini diğerlerinden üstün olduğunu göstermesi ve dinde hiyerarşik yapı içinde kendilerini dışladığını düşünmeleri. Ötekilerle empati kurmak, kucaklamak çaresi.
6. Şüphesiz: Kuşkularının dile getirilmesine izin verilmediğini düşünmeleri. Şüpheyi ortadan kaldıracak yararlı şeyler yapmak.
Bunlar genç yetişkinlerin aldıkları eğitim ve yaşadıkları çağla birlikte önemsedikleri değerlerle çatışıyor. Çağımızın öne çıkan değerleri eleştirel düşünme, kuşkulanma, yaratıcılık, özgürce ifade edebilme, hayata daha geniş bir açıdan bakmak.
Kitabın bir diğer önemli tarafı ebeveynlere ve din adamlarına birtakım hatırlatmalarda bulunması ve dikkat edilmesi gereken noktaları göstermesi. Kinneman üç temel sonuç çıkarmış çalışmasının sonucunda. İlk ikisi kilise ve kilisede verilen eğitim ile ilgili. Ancak üçüncüsü çok önemli. Tanrı'yı anlatırken bilgeliği bilgiden üstün tutmak.
Şimdi yazının girişinde sorduğumuz soruya cevap vereyim diyeceğim ama akıllı okur çoktan anlamıştır. Ben yine de kayıtlara geçmesi için cevabı vereyim.
Dünyanın gidişi bu istikamette iken son yirmi yılda muhafazakâr bir hükümet yerine seküler ve batıcı bir hükümet alsaydı gençler şimdiki gibi dinden uzaklaşıp daha dindar olmazdı.
Dünyada özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da durum bizden farklı değil. Özellikle Batı ülkelerinde kiliselerin en büyük şikâyeti bu.
Ancak bu durum bizi mesuliyetten kurtarmaz. Gençlerin dine mesafeli olmasında kimi dindar olduğunu söyleyen kişi ve grupların etkisi olmadığını iddia ederek sorunu görmezden gelemeyiz.
Kinneman kitabında şu düşünceyi öne sürer:
Hristiyan cemaatinin inancını gelecek nesillere aktarmak için yeni bir zihniyete, yeni bir düşünce yapısına, yeni bir ilişki kurma biçimine, dünyadaki rollerine dair yeni bir vizyona ihtiyacı var.
Kitap belki Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da inançtan uzaklaşan bireylerin tecrübelerini paylaşıyor ancak bize de çok şey söylediği çok açık. Özellikle konuya hassas olan ebeveynlerin, din görevlilerinin ve televizyonlara çıkan hocaların dil ve üsluplarını yeniden gözden geçirmeleri ve üzerinde düşünmeleri gerekiyor.
Sorun hepimizin. Bu konular üzerinde daha çok konuşmalı, gençleri daha çok dinlemeli ve tartışmalıyız. Özellikle din sosyologları ve din psikologlarının bu tür çalışmalarına çok ihtiyacımız olduğunu belirtmek isterim.
İsmail Güleç