Son zamanlarda basında okuduğum, sosyal medyada gördüğüm ve işittiğim üç olay üzerinden bir üniversitesinin gerçek üniversite olup olmadığını anlamak için üç ölçüt söyleyeceğim. Bu üç ölçüt, bir nevi adı üniversite olan kurum ile kendi üniversite olan kurum arasındaki farkı gösteren turnusol kâğıdı olacak.
Bir üniversiteyi gerçek manada üniversite yapan şey hocalarını akademik dünya dışına karşı savunan üniversitedir. Savunmak derken hırsızlığı, yolsuzluğu, kanunsuzluğu kastetmediğimi hemen anlamışsınızdır.
SOSYAL MEDYAYA KARŞI KORUMAK
Bugün akademisyenler, etrafı toplarla çevrili bir tepede yalnız kalan zayıf ve savunmasız kimse gibidir. Maalesef onları savunacak hiçbir kurum yok. Herhangi bir ideolojiyi temellük edenler mensubu bulundukları camia tarafından savunuluyor. Hocanın eğer herhangi bir mensubiyeti yoksa aç aslanlarla dolu arenaya atılmış köleler gibi yalnız ve savunmasız kalıyor.
Hiçbir devirde üniversite hocalığı bu kadar zor olmadı. En zoru da sosyal bilimciler, ilahiyatçılar, sosyologlar, eğitimciler. Sosyal medya icat oldu, mertlik bozuldu. Hocanın ağzından çıkacak bir söz öncesine sonrasına bakılmadan, neden söylediği soruşturulmadan hemen sosyal medyanın aç sırtlanlarının önüne atılıyor.
Basını takip edenler hemen hatırlayacaklardır. Birkaç ay önce bir hocanın seneler önce yayınladığı bir kitabında geçen daha sonraki baskılarda değiştirdiği bir ibareden dolayı sosyal medyada linç edilip insan içine çıkamaz hale getirilmiş, yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalmıştı. Hocaların yazıp söyledikleri toplumun herhangi bir kesiminin hoşuna gitmediği için eğer idari görevde ise istifa etmek zorunda kalıyor, öğretim üyesi ise okulu ve yaşadığı şehri terk ediyor. Ne çalıştığı üniversitenin yöneticileri ne de mesai arkadaşları savunabiliyorlar ve destek olabiliyorlar. Bunun birçok nedeni var tabi. Aynı şeylerle karşılaşma korkusu, beklediği bir makama ulaşamama kaygısı ve zayıf karakter benim aklıma ilk gelenler.
Kolombiya Üniversitesi rektörünün, İsrail tarafına taş atarken fotoğrafı basılan Said'in görevine son verilmesini isteyen Yahudi öğrenci birliklerine karşı verdiği cevapta gerçek bir üniversiten ne olduğunu bize anlatan şu satırları alıntılamak kâfî.
"Akademik özgürlük gereğince, ders anlatan herkes sınıfta konuları tartışırken özgürdür; araştırma yaparken ve araştırmalarının sonuçlarını yayımlarken de özgürdür ve özel veya kamusal alanlardaki açıklamaları ve bağlılıkları nedeniyle üniversite tarafından cezalandırılamaz; ancak akademik camiadaki konumlarından kaynaklanan yükümlülüklerini akıllarından çıkarmamalılar." [Fakülte Elkitabı, Columbia Üniversitesi, 2000, s.184]
ÖĞRENCİLERE KARŞI SAVUNMAK
Hocaları zor durumda bırakan bir diğer grup, kötü niyetli öğrenciler. Haklı veya haksız bir şekilde kızdıkları hocalarını cezalandırmak için habersizce sesini veya görüntüsünü kaydedip sosyal medyada paylaşıyorlar. Bir kısmı da CİMER'e şikâyet ediyorlar. İlki gayrıhukiki ve ahlaki iken ikincisi hukuki kabul edilebilir. Sorun öğrencinin hocasını CİMER'e şikâyet etmesinde değil. O şikâyetin hiçbir süzgeçten geçmeden hocaya iletilmesinde. Atılan bir top, doğrudan hocaya isabet ediyor. Arada duvar veya bir başka engel yok çünkü.
Her şeyden önce şunu ifade etmeliyim. Bir öğrenci haksızlığa uğradığını düşündüğünde veya hocanın dersi ihmal ettiğini gördüğünde üniversitenin kendi içinde kurulan bir sistemden başlayarak sorunu ilgililere iletme hakkı vardır. Eğer haklı bulunursa üniversite yönetimi gereğini yapar. Ancak suçlama haksız ve mesnetsiz ise hocayı rahatsız edilmez, hocanın ruhu duymadan cevabı verilir. Söylediklerimi somut bir örnek ile daha anlaşılır bir hâle getireyim.
Olay, bir Edebiyat Fakültesinde Osmanlıca dersi okutulan bir bölümde geçiyor. Bir hoca arkadaşımız CİMER'e şikâyet ediliyor. Öğrenci hocasını derste Arapça kelimeler kullandığı için şikâyet etmiş. Dersin Osmanlı Türkçesi olduğunu bir kez daha hatırlatayım. Öğrenci anlamıyormuş, Türkçe kelimeler kullanmalıymış.
Gerçek bir üniversitede, böyle bir şikâyet hocaya intikal ettirilmeden cevaplanıp öğrenciye gönderilir. Osmanlı Türkçesinin doğası gereği Arapça ve Farsça kelimelerin yer aldığı ve bu kelimeler bilinmeden Osmanlı Türkçesi öğrenilemeyeceği ifade edilir ve zor geldiği takdirde bölümü değiştirmesi tavsiye edilir. Adı üniversite olan kurumda ise bu şikâyet hocaya iletilir, hatta soruşturma açılır.
ÜNİVERSİTE DIŞINDAKİLERE KARŞI SAVUNMAK
Hocaların savunmasız kaldığı bir diğer durum, yöneltilen asılsız suçlamalardır. Biri, bir hoca hakkında bir iddiada bulununca sanki iddia doğru imiş gibi işlem yapılır ve hocadan savunması istenir. Bunu da şahidi olduğum bir olay üzerinden anlatayım. Bir arkadaşımız çocuklar ve gençler için bir kitap hazırlar. Kitaplar akademik çalışma değildir. Gençlere ve çocuklara atalarını öğretmek üzere sade bir dil ve aşırıya kaçmayan üslupta yazılır ve resimlenir. Bildiğiniz renkli resimli çocuk kitabı. Arkadaşımız yararlandığı kaynakları akademisyen olmanın verdiği sorumlulukla gençler ve çocuklar için yazılmış olmasına rağmen kitabın sonunda kaynakça başlığı altında verir. Ancak arkadaşımız, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir resimli çocuk kitabının yazarının suçlanmadığı bir suçla itham edilir. Dipnot göstermemek. Üstelik kitabın önsözünde kitabı hazırlarken en çok yararlandığı kitabın müellifine teşekkür ettiği halde. Kendisine teşekkür edilen yazar, arkadaşımızı intihal ile suçlar ve dosya etik kurula gelir. Etik kurul da arkadaşımızdan savunma ister.
Arkadaş da neyi savunacağını bilmez çünkü ortada savunulacak bir durum yoktur. Çünkü etik kurul, hocamızdan Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi'ne göre savunmasını istemiştir ama yönerge bilimsel araştırma, çalışma, yayın ve etkinliklerde uyulması gereken etik kuralları düzenler ve arkadaşımızın kitabı bilimsel çalışma değildir. Popüler dergilerdeki yazılarda, gazete makalelerinde, edebi eserlerde özellikle romanlarda, çocuklar için hazırlanmış kitaplarda ve ders kitaplarında bu kurallar aranmaz. Burada dikkat edilmesi gereken husus telif ile ilgilidir ve onun başvuru merci de mahkemelerdir.
Gerçek bir üniversitede etik kurul, dosyayı şikâyet edilen hocaya gönderip bir avukat tutup kendini savunmasını istemez. Önce intihal edildiği iddia edilen kitapları alır, inceler. Resimli bir çocuk kitabında dipnot verilmeyeceğini yüksek lisans yapan herkes bilir. Kurul, önce kitabın akademik bir çalışma olmadığını söyler, sonra yazarın resimli çocuk kitaplarında dipnot verme mesuliyetinin olmadığını hatırlatır ve durum bu kadar ortada iken yazarın hiçbir mesuliyeti olmadığı halde kaynakça hazırladığı ve önsözde teşekkür etmesinin bu konularda hassas olduğunu söyleyip dosyayı hocaya aksettirmeden iade eder.
Bir intihal tespit edildiğinde, intihalde bulunan hocanın işine son verilir, üniversiteden atılır. Çünkü intihal bir akademisyenin işleyebileceği en büyük günahtır ve cezası da akademisyenlikten atılmaktır. Gerçek bir üniversitede intihal asla kabul edilemez. Dolayısıyla böyle bir ithamda bulunmak ve hocaları haksız yere suçlamak o kadar kolay olmamalı, cezasız kalmamalıdır. İntihal suçlamasında bulunanlar da iki kere düşünmeli, iyice emin olduktan sonra şikâyetlerini yapmalarıdır.
Şimdi yazımızın başına dönelim ve gerçek bir üniversitenin ne olduğunu üç olay karşısında gösterdiği tepki üzerinden anlamaya çalışalım.
- Gerçek bir üniversitede hiçbir hoca, akademik düşüncelerinden ve görüşünden dolayı cezalandırılamaz. Varsa bir eksiği yanlışı bir diğer akademisyen dile getirir. Cezalandırıldığı takdirde özgür ortam olmaz ve hiçbir akademisyen görüşünü açıklamaz. Bilim de ilerlemez.
- Her aklına gelenin ettiği şikâyet işleme alınmaz. Hocaların çalışma ritimleri bozulmaması ve lüzumsuz işlerle meşgul olmaması için ipe sapa gelmez iddialar ciddiye alınmaz.
- Kurullar önüne gelen her dosyayı iddiaların gerçekliği düşünülüp tartışılmadan hocaya aksettirilemez. Ciddi bir bulgu olduğu takdirde hocaya iletilir.
Kararı siz verin. Çalıştığınız kurumda şu üç olay gerçekleşse kurum yöneticilerinin tepkisi nasıl olurdu? Vereceğiniz cevaba göre üniversitenize notu siz verin.
İsmail Güleç