Birkaç hafta önce on günlük bir Makedonya gezimiz olmuştu. Bu vesile ile Makedonya'nın dört bir tarafına gitmiş, onlarca köyünü görmüştük. Gittiğimiz köyler arasında gidilmesi en zor ve uzak olan İştip'e bağlı Penüş idi.
İştip-Nogotino arasındaki çevre yolundan çıktıktan sonra beş-altı km kadar toprak ve taşlı yoldan geçerek gittiğimiz köyün bir zamanlar cıvıl cıvıl olduğunu düşünmek hayal gibiydi. Tüm köylerine gitmedim ama Penüş'ün İştip'in yolu en kötü ve gidilmesi en zor köyü olduğunu söyleyebilirim.
Sadece yolu değil, kitaplarda ve makalelerde de kendisinden pek bahsedilmeyen bir köy olduğunu söylemeliyim. Ancak köydeki tekke ve yıkılmak üzere olan eski camii görünce ilgi görmemesine ve kitaplarda kendisinden bahsedilmemesine şaşırdığımı ifade etmeliyim.
Nathalie Clayet ve Alexandre Popoviç'in Makedonya tekke ve türbelerini anlattıkları makalesinde unutulmuş ve terk edilmiş bir köy olan Penüş'ten şu şekilde bahsettiğini okuyunca şaşkınlığım bir kat daha arttı.
"Penus était habité par des Turcs. Ils étaient si nombreux que, dans la région, on appelait le village "Küçük Istanbul" (Petit Istanbul)."
"Penus'ta Türkler yaşıyordu. O kadar çoktular ki köy bölgede "Küçük İstanbul" olarak biliniyordu." (Tercüme için Bekir İnce'ye teşekkür ederim.)
Aklıma takılan soru şu: Dağ başında bir köye neden 'Küçük İstanbul' derler? O köyün neresini İstanbul'a benzettiler?
Köyü gezerken hep bu soruların cevapları dolaşıp durdu zihnimde. 150 sene öncesinde 500 haneli olan köydeki Türklerin büyük çoğunluğu 1950'den sonra Türkiye'ye göç ettiği kalanlarında farklı şehir ve köylere gittiği için köyde kimse kalmamıştı.
Dağ başında doğru dürüst yolu bile olmayan, harabe ve yıkılmış evlerle terk edilmiş bir köy olan Penüş herhalde o sözün söylendiği zamanlar böyle değildi.
Makalede araştırmacılara Penüş'e Küçük İstanbul denilmesinin sebebi olarak Türk nüfusun çok olması gerekçe gösteriliyordu. O kadar çok Türk varmış ki o yüzden Küçük İstanbul denmiş. Makedonya'da Penüş gibi büyük ve nüfusu çok olan birçok köy varken onlara denilmeyip buraya denilmesinin bir başka nedeni olmalı.
Bir Halveti tekkesi ve türbesinin bulunduğu köyde harabe cami ve evleri gezince buraya neden Küçük İstanbul denildiğini daha iyi anladım.
Köyün bugün yıkılmak üzere olan taş duvarlı camii ile başlayalım. Harabelerine bakarak camiin yıkılmamış halini gözümün önüne getirmeye çalıştım. Çok büyük ve gösterişli
bir cami değildi ancak muhteşem idi. İhtişamını ise küçüklüğünden ve sadeliğinden alıyordu.
Dört yana akan kiremitle örtülü çatısının altında dikdörtgen planlı camii üçe bölün. Üçte biri camiin girişindeki etrafı açık üstü çatının devam eden saçakları olan son cemaat mahfili idi. Son cemaat mahfilinin sağ tarafında sağlam olduğu zamanlarda birkaç merdivenle çıkılan asma katta bir sofa vardı.
Namaz vakitleri dışında cemaatin oturup sohbet ettikleri, hoca efendinin aynı zamanda camide konuşamadığı konuları anlattığı ve öğrettiği bir mektep vazifesi gören bu sofa devamlı eğitim merkezi gibi işlev görür yediden yetmişe herkes nasiplenirdi. Özellikle yaz günlerinde çocuklar için sibyan mektebi vazifesi görür, beş-on çocuk burada hoca efendiden ders alırlardı.
Çatının altında kalan kısmın üçte ikisini camiin harimi oluşturuyordu. Harimin üçte birini fevkani denilen asma kat vardı.
Önünde ahşap korkuluk olan ahşap merdivenle çıkılan fevkani tamamen kalas direkler üzere oturtulmuş ve ahşap döşemeli idi.
Harimin üçte ikisinin üstü açıktı. Minberi de ahşap olan camiin mihrabının basit neredeyse tezyinatı yoktu. İki yana açılmış kırmızı bir perdeyi andıran boyanmış kısmın bir tarafında hilal diğer tarafında yıldız vardı. Hilal ve yıldız buralarda Türklerin göremeden duramadıkları ve olduğu her yeri vatan haline getiren çok önemli bir sembol olduğunu hatırlatayım.
Bir zamanlar ağıl olarak kullanılan cami tahrip edilmiş olsa da bir müdahele ile eski günlerindeki ihtişamına kavuşacağı muhakkak.
Buna benzer birçok camii olan köy gördüm. Demek ki sadece bu camiin olması Penüş'e Küçük İstanbul demek için yeterli değil.
Camiin hemen yanında bugün sadece ocağın olduğu duvarının kaldığı bir imaret varmış. Köyde cami görmeye alışkınız ancak imaret görmeye pek alışık olmadığımı söylemeliyim. İmaret varsa yanında mutlaka bir tekke veya medrese de aramak gerekir. Tekke olduğunu biliyoruz ancak medrese olduğuna dair bir bilgi yok elimizde.
İmaret bir şeye daha işaret ediyor. Köyden gelip geçenlerin çok olduğuna. Genellikle öğrenciler ve fakirler dışında yolcular ve yabancılar da imaretlerde verilen yemekten ve diğer hizmetten yararlanırdı. Köyde görmeye pek alışık olmadığımız bir şeydi bu.
İmaretten sonra dikkatimi çeken bir diğer yapı köyün zenginlerinden birine ait olduğu söylenen evdi. Köylerde genellikle evler tek katlı ve bahçeli olurken varsa köyün ağasının evi konak tarzında olurdu. Ancak burada ağalık olmadığına göre ev köyün hali vakti yerinde olan birine ait olmalıydı.
Taş işçiliği de sıradan bir köy evinin taş duvarına benzemiyordu. Özenle seçilmiş taşların düzgün bir şekilde örülmüştü. Bu da bize köyde taş işçiliğin olduğunu, köylülerin evlerini ustalara yaptırdıklarıı gösteriyordu. Taşları bu kadar düzgün ve güzel örülmüş köy evi görmek pek kolay değil.
Bir cami, bir imaret ve bir evden yola çıkarak Penüş'ün bir zamanlar çok güzel ve canlı bir köy olduğunu söylemek mümkün. Kanaatimce Penüş'e Küçük İstanbul denilmesinin arkasında sadece Türklerin yaşaması değil, İstanbul ile zirveye ulaşan Türk şehir geleneğinin önemli unsurları olan cami, imaret, çarşı ve tekke olması ve bu unsurların sağladığı zengin sosyal ve kültürel yaşam.
Benim aklıma gelenler bunlar. Sizce bir köye Küçük İstanbul denilmesinin sebebi başka ne olabilir?
İsmail Güleç