Arama

İsmail Güleç
Haziran 8, 2024
Sebil ve Güvercinler

Cumhuriyet döneminin mütevekkil derviş edasıyla şiirler yazan, hikemî şiiri çağımız dili ve hissiyatı ile terennüm eden Ziyâ Osman Saba şiirlerinde insanî duyguları çocuk saflığıyla ifade eden ve insanın aslında ne kadar âciz olduğunu bize gösteren, yaşadığı devrin ermiş şairlerinden biridir, dersem sanırım abartmış olmam. Şiirlerinde hissiyatını bağırmadan, isyan etmeden, saldırmadan tevekkül içinde, mütevazi biçimde ve teslim olmuş mümin edasında tane tane anlatan bir ermiştir.

Şairin yayınlanmış ilk kitabının da adı olan şiiri Sebil ve Güvercinler insan hayatını ve hayatın gerçeklerini bir mümin ve derviş edasıyla anlattığı şiirlerinden biridir. Şairin sone biçiminde yazdığı şiir üzerinde konuşmaya başlamadan önce şiiri hatırlayalım.

Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

En son şarkılarını dağıtarak rüzgâra,
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.

Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.

Şiirin başlığını görünce gözümün önünde âdeta İstanbul'un muhtelif yerlerini gösteren bir gravür canlanır. İlk aklıma gelen de etrafında güvercinlerin uçuştuğu bir cami şadırvanıdır. Sanki şair, suriçi İstanbul'da yürürken bir köşeye oturmuş da bir çeşmenin başına su içmek için konup kalkan güvercinleri seyreder gibidir. Onları seyrederken de o kuşların kendisinde çağrıştırdığı duygu ve düşünceleri şiirle ifade etmiştir. Ancak şiiri okumaya başlayınca manzara değişir ve sebili de olan bir mezarlık başındaki güvercinleri görmeye başlarım. Şairin güvercin imgesi (mazmun) ile de mezarlığa defnedilenlerin yani insanın hikâyesini anlattığını düşünürüm.

Şiirin iki kahramanı var. Güvercinler ve sebil. Sebil durağan ve değişmez iken güvercin hareketli ve sürekli seyir halinde, devamlı inerler ve kalkarlar. Sebil tek iken güvercinler çok. Bu hâliyle de sebil Yunus'un;

Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler

şeklinde ifade ettiği yalancı dünyayı, güvercinler de ne söyleyip ne haber veren ölümlü insanlara benzetmiş gibidir. Bu hâliyle de Yunus'un hissiyatını 20. asrın edasıyla ifade ettiğini söylemek mümkündür.

Şiiri anladığım kadarı ile bent bent açıklamaya çalışayım.

Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

Şair şiire güvercinleri bir demet çiçeğe benzeterek (kapalı istiare) şiirine başlamakta. Demetten çözülen çiçeklerin birer birer inmesi bir grup olarak uçan güvercinlerin teker teker sebile konmalarını tarif etmek için kullandığı bir benzetmedir. Adeta bir ressam gibi anı kelimelerle resmetmektedir (Temsilî teşbih).

Şair filmin ilk sahnesini bize anlattıktan sonra sanki bizim onları rahatsız edeceğimizi, su içmelerine ve dinlenmelerine izin vermeyeceğimizi düşünerek "Bırak" diyerek bizden karışmamamızı ve güvercinleri rahatsız etmememizi ister. Çünkü yorgun başlar yani uçmaktan bitap düşmüş güvercinler (mecaz) kondukları yerde yastık yapacakları sebilin taşlarına (kapalı istiare) başlarını koyarak uyuyacaklar ve dinleneceklerdir. (tezat: yorgunluk ve dinlenmek)

Şair bizden uyuyan güvercinlere bir damla gözyaşı yani ağlamamızı (mecaz) sunmamızı ister. Ateşi ancak su ile söndürmek (tezat) mümkün. Bir damla burada azlık yanında merhameti de çağrıştırıyor. Bir damla gözyaşı sunmak merhamet etmek ve onlar için az da olsa bir şey yapmak anlamında (tevriye).

Bir damla gözyaşı ile söndürülecek yanan şey ise ruhlar (kapalı istiare). Bu durumda güvercin de bir ruha benzetilmiş olmakta. Tutuşmak ise yanmaya başlamak (mecaz) demek olup yorgunluktan bitap düşmeyi, perişan olmayı akla getiriyor. Yorgun güvercinlere suya benzetilen (kapalı istiare) bir damla gözyaşı ikram etmek ağlamanın yanı sıra bir ölünün ardından fatiha okumak, onu güzel şekilde hatırlamaktan başka bir şey değil. Bu durumda sebile konan güvercinler, ömürleri nihayet bulan insanlardır. Bu durumda yolculukları ise yaşadıkları hayat oluyor.

Şair, bendin ilk dizesinde bir demet çiçeğe benzettiği güvercinleri bendin son dizesinde sebilin mermerlerine dökülen suya benzetir (kapalı istiare). Bir damla su içmek için konan beyaz güvercinlerin bir kovadan dökülen suya benzetilmesi kişioğlunun ihtiyacı olduğunu düşündüğü şeyin kendisi olduğunu gerçeğini bize öğretir gibidir. Hayatın su gibi akıcı olduğunu hatırlatır.

Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

Uzun yoldan gelen ve yorgun bembeyaz güvercinlere benzetilen ruhların ardından bizden birer fatiha okumamızı isteyen şair ikinci dizede yolu ve yolculuğu anlatmaya başlar. Güvercinler tuçsuz bucaksız sonu olmayan (mübalağa) zor geçen bir hayata benzetilen çölleri (açık istirare) aşarak gelmişlerdir. Mantıku't-Tayr'da hikayeleri anlatılan kuşları hatırlatan (telmih) bu dizeden sonra gelen dizede yolculukları boyunca ne yiyecek ne de içecek bir şey bulabildiklerini söylerken yolculuklarının yani hayatlarının hep sıkıntı ve yokluk içinde geçtiğini de söylemiş olmakta. Bu sıkıntılar her zaman maddi olmaz. Bazen ruhî sıkıntılarla da dolu olur. Bu haliyle imtihanımızdır.

Şair güvercinlerin bir çölü aştıklarını söyledikten sonra hemen okura dönerek (iltifat) güvercinlerin dinlenmeye ve su içmeyi sonuna kadar hak ettiklerine okuru ikna etmek için üçüncü dizede okura seslenir (iltifat) ve neden susmaları gerektiğinin gerekçesini açıklar. Çünkü bizim geleneğimizde ve inancımızda su içene yılan bilen dokunmaz. O halde biz de bu yorgun ve bitkin kuşların rahatça su içmeleri için onları rahatsız etmemeli ve susmalıyız. (Mezheb-i kelâmî)

'Susun'u tekrar etmesi konunun önemli olduğunu ve mutlaka uymamız gerektiğini okura hatırlatmak içindir. Cenaze defnedilirken konuşulmamasının yanında ölen kişinin ardından ileri geri konuşulmaması gerektiğini söylemenin şairce yolu.

En son şarkılarını dağıtarak rüzgâra,
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.

Şair ilk iki bentte güvercinlerin uzun yoldan geldiklerini, suya ve dinlenmeye ihtiyacı olduklarını söyledikten sonra bizden onları rahatsız etmememizi söyledikten sonra üçüncü bentte güvercinleri anlatmaya devam eder.

Şarkı güvercinlerin sesleridir (açık istiare). Son şarkısı olması ölmeden önce en güzel sesleri çıkaran kuğuyu hatırlatır (telmih). Sesin toplu bir şey gibi rüzgâra dağıtılması (kapalı istiare) sesin rüzgâra karışmasını ve rüzgârın alıp götürmesini ifade eder.

İlk dizede son şarkı söylendiğini söyleyen şair ikinci dize de son yudumlarını içtiklerini söyler. Güvercinler boyunlarını yani başlarını uzatıp (mecaz) tastan suyu yani ecel şerbetini (kapalı istiare) içtiğini düşündürür.

Bir damla suya hasret gitmemek (irâd-ı mesel) güvercinlerin içinde bulundukları durumu tasvir ediyor. Bir damla su yapmak istenen şey, görmek istenen sevgili olmanın yanı sıra güvercinlerin susuzluğunun derecesini gösteriyor.

Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.

Güvercinler dinlenip son sularını içtikten sonra giderler. Şair dördüncü bentte ise güvercinlerin ardından kalan manzarayı tasvir eder. Bize üç enstantane sunar. Sebil ile konuşan selviler, rüzgârın hatırlatması ve mermer basamaklardaki tüyler.

Güvercinler gitmiş geriye selvi ile sebil kalmıştır. Şairin bir insana benzettiği selviler sebile bir şeyler sorar. (teşhis yoluyla kapalı istiare) Selvi de sebil gibi mekanın değişmez dekorlarındandır, mahallenin hiç taşınmayan sakinidir. Mezarlık ağacı olarak selvi göklere doğru yükselişin sembolüdür ve ruhların göğe yükselişini imler.

Selvilerin ne sorduğunu söylemez şair, okurun muhayyilesine bırakır. Güvercinlerin nereye gittiklerini sormuş olmalı. Ancak kanaatimce buradaki sormak öğrenmekten daha çok gidenlerin ardından hayırla yâd etmek için sohbete başlama vesilesi.

Bu sefer hayırla yâd etme sırası rüzgârda. Bir önceki bentte güvercinlerin şarkılarını rüzgâra dağıttıklarından bahsedilmişti. Dem çekmenin buradaki anlamı güvercinlerin güzel nağmelerle uzun uzun ötmeleridir. Selvinin sorusuna yeterli cevap veremediğini düşünen rüzgâr, güvercinlerin gitmeden önce söyledikleri son şarkılarından bahsederek selvi ile sebilin sohbetine karışır (teşhis yoluyla kapalı istiare) ve dağıttığı şarkıları hatırlatır gibi eser.

Şairimiz sebilde kalan ve uçuşan tüyler mezarlığa bırakılan bedenimiz ve yapıp ettiklerimiz iken güvercin ahiret yurduna pervaz vuran ruh olmakta.

Son dize ise filmin son sahnesi gibidir. Sebilin mermer basamaklarında uçuşan güvercinlerin dökülen beyaz tüyleri. Bu sahne ile güvercinlerin gittikleri ve artık geri gelmeyecekleri ifade edilmiş olur. Bu durumu Yahya Kemal;

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Diye açıkça ifade ederken Ziya Osman kendi üslubunca ve edasında söyler.

Ziya Osman Saba'nın bu şiiri onun eski İstanbul'un mistik havasını anlattığı deneme yazılarının şiirleşmiş halidir. 20. asırda hikemî şiirler yazan bu mistik şairini rahmetle yâd ediyorum.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN