Makedonya'nın en güzel Türk köyü: Bahçebosu
Bir köyün güzel olup olmadığını neye göre belirlersiniz? Karar vermeden önce nelerine dikkat edersiniz? Sizi en çok etkileyen yönü hangisidir, deniz görmesi mi, içinden dere geçmesi mi, dağ köyü olması mı yoksa ova köyü olması mı? Yolların düzgünlüğü, evlerin güzelliği ve bakımına da dikkat eder misiniz?
Ben bir köyün güzel olduğuna karar vermeden önce mutlaka panoramik manzarasına bakarım. Köyler genellikle içine girilmeden önce uzaktan görülür. İlk defa gittiğimiz bir köy ise bu manzara ilk intiba için çok önemlidir. Uzaktan gördüğünüzde bulunduğu çevre ile uyumlu olup olmaması çok önemli. Evler, ağaçlar, taşlar, dereler gibi o coğrafyanın bir parçası olup olmamasına dikkat ederim. Evlerin birbiri ile uyumu da çok önemli tabi. Yükseklikleri ve biçimlerinin mevzun ve mütenasip olması, hatta cami ve minaresinin yüksekliği bile çok önemli. Bunların yanı sıra gidilen köyün bulunduğu yere göre birtakım özelliklerinin olup olmamasına da dikkat edilir. Tarihi olup olmaması da önemli tabi. Evlerin mimari yapısının otantikliği, tarihi bir çeşmesinin veya camisinin olması, evlerin doğal hali ile korunuyor olması önemli. Tabi temiz ve bakımlı olması da.
Makedonya'da tüm Türk köylerini gezmedim ancak hatırı sayılır miktarda köy gezdiğimi söyleyebilirim. Bunlar içinde beğendiklerim oldu, köyde beğendiğim evler de oldu. Ancak bir bütün olarak en çok beğendiğim köy Valandovo bölgesi köylerinden Bahçebosu (Bashibos) oldu.
Bahçebozu, gördüğüm köyler içinde en kadimi ve güzeli olduğunu söylemeliyim. Köyü görür görmez etkilendim ve "Aman Allah'ım ne güzel bir köy" dediğimi hatırlıyorum. Bunu dedirtebilmek çok önemli. Bana bu cümleyi kurdurtan şeyin ne olduğunu müsaadenizle anlatmaya çalışayım.
Her şeyden önce beni en çok etkileyen kısmı tarihi dokusunu koruması oldu. 200 sene önceki hali de muhtemelen böyleydi. Dönem filmi çekmek istiyorsanız sizin için doğal plato. Birkaç asır öncesine gittim, tarihte yolculuk yapıyor gibi hissettim. Beni etkileyen özelliklerden birincisi bu idi.
Köyün içinden geçen dere, her tarafının orman olması ve iki tepe arasında kurulmuş olması ve evlerin yukarından aşağıya doğru akıyor gibi dizilmeleri güzelleştiren bir diğer yönü idi.
Taş evler ve ahşap pencereleri ve oluklu kiremitle örtülü çatıları ile asırlardır değişmeyen evleri etkilendiğim bir diğer özelliği oldu. Bir selatin camide gördüğümüz düzgün kesilmiş taş yoktu belki ancak farklı ebatlarda ve renklerde dere kenarından, tarladan toplanan taşların belli bir düzen içinde düzgün bir şekilde üst üste konulması ve aralarına konulan kalaslarla düzgünlüğü sağlanan duvarları görüp ustasın saygı duymamak elde değil.
Bahçeli evler ve bir öküz arabasının geçeceği genişlikte ahşap kapıları olan bahçe duvarları, düzgün söve ile çevrili fazla büyük olmayan pencereleri ve yarım metreden fazla dışarı taşan saçakları ile tipik bir Türk evi. Aynı evi olduğu gibi söküp şehre götürseniz kimse evin oraya ait olmadığını düşünmez. Köyde de şehirde de aynı standardı oturtmuş bir milletin ahfadı olduğumuza inanmak gerçekten zor. Dedelerimizin yaptıklarını yapamıyor olmak zül olarak bizim nesillere yeter de artar bile. İhsan Fazlıoğlu, "biz geçmişinden geri bir toplumuz" derken neleri kastediyordu bilmiyorum ama buraları görse o cümleyi bu durum için de kullanırdı.
Hacı Ömer Tekkesi
Bu köyün girişinde bir de Hacı Ömer türbesi bulunuyor. Tek hücreli, kiremit çatılı ve kaba kare planlı bir kulübe şeklinde sonradan yenilenen türbenin içinde bir sanduka var. Sanduka üzerinde birkaç parça bir şey olması eskisi kadar fazla ziyaretçisi olmadığını gösteriyor.
Hacı Ömer'in kim olduğuna dair anlatılan bir hikâye var. Hikâyeyi Bülent Şabanov'dan aktarıyorum.
Hacı Ömer köyün zenginlerinden birinin yanında çalışırmış. Keramet sahibi bir veli olmasına rağmen kimse bilmezmiş. Kalbi çok temiz imiş ve herkese yardım edermiş. Bir gün yanında çalıştığı adam hacca gider. O zamanlar hacca gidip dönmek aylar sürermiş. Neredeyse bir yılı bulurmuş.
Karısı bir gün börek yaparken aklından kocasının böreği çok sevdiği geçmiş. Ömer, kadının aklından geçenleri anlamış ve kocasına götürmek üzere börek istemiş. Kadın, Ömer'in canının börek çektiğini, isteyemediği için kocasını bahane ettiğini düşünüp bir beze sarıp vermiş. Ömer böreği aldığı gibi hacdaki efendisine götürmüş. Börek hâlâ sıcakmış.
Gel zaman, git zaman haccını tamamlayan efendi köye dönmüş. Karşılayanlar arasında Ömer de varmış. Köylüler hacıyı karşılarken efendisi: "Asıl hacı ben değilim, Ömer. Onu tebrik edin" diyerek Ömer'i işaret etmiş. Böylece Ömer'in keramet sahibi bir Allah dostu olduğu ortaya çıkmış. Ömer çakmak taşı olan bir yeri gösterip türbesinin oraya yapılmasını ister. Türbenin kalaslarını ormandan kesip getirmiş. Öleceği zamanı da biliyormuş ve ne zaman öleceğini de söylemiş. Hayatı boyunca evlenmeyen Hacı Ömer vefat ettikten sonra her şeyini hazırladığı mezarına defnedilir.
Hacı Ömer'in türbesini çocuğu olmayan kadınlar ziyaret eder. Türbe adabına uygun bir şekilde ziyaret edildiğinde çocuk olacağına inanılırmış. Allah'tan medet umarak türbede mum yakıp çocuğu olmayan kadın ve erkeğe ait bir eşya ve bir bardak su bırakılır. Birkaç gün sonra da gelip alınır. Kısmetinin açılmasını isteyen kızların da ziyaret ettiği anlatılır.
Makedonya taraflarına yolunuz düşerse Bahçebosu'nu mutlaka görün. İnanın pişman olmayacaksınız.
İsmail Güleç