Kıymetli okuyucum.
Bir önceki yazımızın son satırlarında, makbul ve mebrur bir hac ibadeti için gereken şartların neler olduğu hususunda kalmıştık. Konuya devam ediyoruz. Gelin önce Kur'ân-ı Hakîm'e kulak verelim:
"Hac bilinen aylardadır. Kim bu zaman diliminde ihrama girip hacca niyetlenirse artık onun için, eşiyle cinsi münasebet, günah sayılan davranışlarda bulunmak ve başkalarıyla kavga etmek, ağız dalaşı yapmak haramdır. Siz hayır namına ne yaparsanız Allah onu elbette bilir. Bir de yolculuk için kendinize azık edinin. ama bilin ki, en hayırlı azık takvâ'dır. Ey akıl sahipleri!.. Kulluk şuuruyla yaşayın ve emirlerime karşı gelmekten sakınarak takvâ sahipleri olun". (Bakara, 197)
Makalemize başlık teşkil eden ifade, aslında bu ayetten ilham alınarak yazıldı. Evet, ihramsız hac olmaz. Bu sebeple ihramınızı almayı unutmayın, ama takvanızı asla… Çünkü o sizin yol azığınız… Allah Teâlâ'nın, her yolcunun olmazsa olmaz şartıyla baktığı yol azığını, "en hayırlı azık" olarak nitelediği "takvâ" ile ilişkilendirmesi dikkat çekicidir. Demek ki, hac yolculuğunda takvâ, kişinin her daim yanı başında durmalıdır. Peki, mümin takvâyı nasıl anlamalıdır? En özlü ifadesiyle takvâ, "kulun, kulluk bilincini; ruhunda, düşüncelerinde ve davranışlarında, düşünmesi, duyması ve yaşamasıdır." Bu duygu ve düşünceye sahip olan mümin, "müttaki"dir. Yoksa, takvâyı sadece "Allah'tan korkmak" şeklinde düşünecek olursak, bu derin muhtevayı oldukça daraltmış oluruz.
Takvâ'yı kendine yol azığı edinebilen müminin, kulluk bilinciyle okuyacağı Telbiye de farklı olacaktır. O, her Lebbeyk getirişinde, "Ey Rabbim! Davet ettin ben de geldim. Buyur Ya Rabbi… Bütün emirlerin baş üstüne… Hamdim ve şükrüm sadece Sana aittir. Senin mülkün ve saltanatın karşısında bir köleden başka bir şey değilim ben. Bütün bunlar; her şey Senin, ben de Senin aciz ve zayıf bir kulunum. Mülkünde de, saltanatında da hiçbir ortağın yok Senin…" derken; bu samimi telbiyesiyle, "Her uzaktan gelen misafirin ev sahibi üzerinde hakkı olduğu gibi, senin de bende hakkın var. Dile benden ne dilersen, buyur ey kulum!" diye Mevlâ'mızdan karşılık almaya hak kazanır.
Kulluk şuuruna sahip bir mümin, kendisi gibi, "Rahman'ın Misafirleri" olan arkadaşlarını ve diğer müminleri incitmemeye çalışır ve bu nezaketiyle sevap almayı başarırken, hazırlıksız ve takvâdan yana azıksız olarak yola düşenler ise daha ilk sınavda dökülürler. Sizce, havaalanlarında yaşanan sıra tartışmaları bunun kötü bir örneği değil midir?..
Yine havaalanlarında, transferleri beklerken geçen sürede, elinde tesbihi, dilinde zikri, koltuğunun altında kitabı olmayan hacı adaylarımızın, bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelmeleri, çatacak yetkili arayışına girmeleri, hep önceden bu konuda bir hazırlıklarının olmayışı sebebiyledir.
O halde bir kez daha vurgulamamız icab eder ki, Hac ibadeti, çeşitli halkalardan oluşan bir sınavlar zinciridir. Bu sınav her gün yaşanacaktır. Hem de belki günde birkaç kez… En az 5-10 gün bazen de 30-40 gün süreyle…
İşte sınavlarında başarılı olmak için, makbul ve mebrur bir hacca nâil olmak için dikkatle ve özenle çalışmak ve hazırlanmak zorundadır.
Değerli okuyucum.
Sevgili Peygamberimiz (sav), hac ibadetinin faziletine dair bir hadisinde şöyle buyurmuştu: "Makbul ve mebrur bir haccın karşılığı ancak cennettir!" Sahabiler böylesi bir hacca nâil olmak için hangi davranışlarda bulunmaları gerektiğini sorunca, Efendimiz (sav) şu üç hususa işaret buyurdular: 1. Tanıdık, tanımadık herkese selam vermen. 2. Tatlı dille, güzel sözle konuşman. 3. İnsanlara ikram etmen.
Dikkat edilirse burada ifade edilen üç husus da ahlakî niteliklidir. Ama öylesine güzel ve derin bir muhteva ile karşı karşıyayız ki, kişi bunları başarabilirse eğer, tüm hac safahatını gülistana döndürecek bir güzelliğe nail olacak demektir. Sözgelimi selâm, mümini mümine yaklaştıran ve sevdiren bir davetiye. Tatlı dil, müminin gönlünü hoş eden, ona sürur bahşeden bir unsur; ve nihayet ikram… Bazen birkaç hurma ya da bir tek elma, bazen sıkışık safta açılan yer, bazen serilen bir seccade, bazen yolculuk meşakkatine talip olarak mümin kardeşine terk edilen bir koltuk, bazen de sunulan bir bardak zemzem…
Ne dersiniz, bütün bunlar için daha memleketteyken hazırlık yapmak gerekmez mi? İnsanlara karşı tevazu gösterip selam vermesini beceremeyen, her konuştuğunda diliyle insanları inciten ve bırakınız ikram etmeyi, her şeyin öncelikle kendisine verilmesini/ait olmasını isteyen nice hacı adaylarımız vardır içimizde… Her bir rek'atin, yüzbin rek'ate denk bir sevapla karşılık bulduğu Harem-i Şerif'te vaktini değerlendirip ihya etmek varken, hacılarımızın incik-bocukla vakit öldürmesini, hazırlıksız yakalanmaktan başka neyle izah edebiliriz?..
Son olarak eklemek istediğimiz husus şudur: Mümin, karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek çıktığı hac yolculuğunda her daim Allah'a sığınmalı, zorlukları kolaylaştırmasını dilemelidir. Tek gayesi, hacdan sonraki halinin öncekinden; iman, ibadet, ahlak ve yaşantı bakımından üstün bir hal alarak farklı hale dönüşmesi olmalıdır. Unutmayalım ki, kabul olunmuş bir haccın göstergelerinden biri de kişinin hacdan sonraki halinin, öncekinden farklı olmasıdır.
Hacı adaylarımıza makbul ve mebrur bir hac niyazıyla…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay