Önceki yazımızda bir Müslümana yakışan vasfın her zaman ve her zeminde dürüstlük olması gerektiğinden bahsetmiş ve Peygamber Efendimizin (sav) Mekke dönemini ilgilendiren ayetleri ele almıştık. Bu yazımızda ise Medine döneminden bahsetmeye çalışacağız.
Medine'ye hicretten sonra Resul-i Ekrem Efendimizin(sav) Mescid-i Nebevî'yi kurarken bir de çarşı-pazar mekânı ihdas etmesi önemlidir. Çünkü Efendimiz (sav) bu kararıyla bir Müslüman için kalbini ve ruhunu doyuracak ibadet mekanı kadar karnını doyuracak geçim yollarını ve helal yoldan rızkın kazanılacağı ortamın oluşturulmasının da önemini ortaya koymaktaydı…
Önce Medine'de mevcut iki çarşıyı gezen ve ticaretin daha ziyade Yahudilerin egemenliğinde olduğunu tespit eden Peygamberimiz, faiz ve tefecilik gibi ticaretin bereketini gideren iki unsurun hâkim olduğu bu çarşılar için "Buralar sizin pazarınız olmaya uygun değildir!" buyurarak yeni bir çarşı kurmak için yer aramaya başladı. Bir süre sonra uygun bir yer bulundu ve Resulullah (sav) Efendimiz burayı "Sûkul-İslâm" yani 'Müslümanların Çarşı'sı ilan ederek tarihte ilk kez bu nitelikte bir çarşıyı Medine'de kurmuş oldu.
Özellikle Mekke'den hicret eden muhacir sahabiler için bu çarşı son derece önemliydi. Zira Medine'nin yerlisi olan Ensar, daha ziyade bağ-bahçe sahibi kimseler olarak ziraatçilikle uğraşmakta iken, ticaret erbabı olarak bilinen Mekkeli muhacirler için bu yeni çarşı tam bir "ab-ı hayat" hükmündeydi…
Nitekim Ashab-ı Kiramın büyüklerinden Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf gibi tâcirler bu yeni çarşının ilk sahipleri olmuşlar; ticaretle elde ettikleri kazancı fakir sahabilere sadaka, İslam ordusuna teçhizat ve köleler için kurtuluş fidyesi şeklinde Allah yolunda harcayan bahtiyar kimseler olarak hafızalarda yer etmişlerdir.
Nebiy-i Muhterem Efendimiz(sav) bu pazarı önemsemiş ve satıcıları ile ilgilenmiş, hem dualarda bulunmuş hem de denetlemiştir. Böyle O, iktisadi hayatın da kazancın temin edilmesi vasıtası olan ticaretin de Müslümanca bir dürüstlük içinde gerçekleşmesini istemiştir.
PEYGAMBERİMİZİN TİCARET ERBABINA TAVSİYELERİ
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, ticaret erbabını da ilgilendiren bir duasında Allah'a şöyle niyaz etmektedir.
"Allah'ım! Ümmetim için günün erken vakitlerini bereketli kıl"
Bu duadan anlıyoruz ki, sabahın erken saatleri, Peygamberimizin duasına mazhar olan "bereketli vakitlerdir." O halde ticaret erbabı bu bereketli vakitlerin kadrini bilmeli ve rızıkların taksim edildiği bu vakitlerde rızık kapısı olan işyerini açık tutmalıdır. İslam medeniyetinin en güzel örneklerinin mevcut olduğu Osmanlı Devleti'nin hükümran olduğu topraklarda esnaf ve sanatkârların ve ticaret erbabının son derece önem verdikleri erken saatte dükkanı açma âdeti, levhalara yazılarak duvarlara asılan bir mesaj olmuştu:
"Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız.
Ahî Evran'dır pirimiz, üstâdımız.
Müşterimiz velinimet;
Kanâattır kârımız…"
Yine Peygamber Efendimiz (sav) rızkı helal yoldan talep etme hususunda şu önemli tavsiyede bulunmaktaydı:
"Ey insanlar! Allah'tan sakının da rızkınızı helal yoldan temin etmeye bakın. Şunu bilin ki, gecikse bile rızkı onu mutlaka bulacaktır ve hiç kimse rızkını yemeden ölmeyecektir. O halde Allah'tan sakının ve rızkınızı güzel şekilde talep edin. Siz helal olanı alın haramı ise terk edin."
Yaşadığımız çağda, toplumları tahakkümü altına alan kapitalist anlayışın, "helal-haram" kavramlarını önemsemediğini, "nereden gelirse gelsin" aslolan şeyin para kazanmak olduğunu görüyor ve üzülüyoruz. Artık Müslüman toplumlarda da empoze edilen söylem: "daha çok üretim-daha çok kazanç" olmuştur. Helal kazanç, alın teri, ahlak ve maneviyatın önemi gibi hususlar ise maalesef "demode" hale gelmiş durumdadır. 14 asır önce ashabına yaptığı uyarıyı aslında günümüz toplumlarında yaşayan bizler için yaptığı şüphe götürmeyen ve bu durumu açık-net bir biçimde görebileceğimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor Son Nebi:
"İnsanlar öyle bir zamana gelip çatacaklar ki, kişinin kazandığı mal helal midir, haram mıdır? Onu hiç ilgilendirmeyecek! (Bunu hiç kendisine dert edinmeyecek)
Helal kazanç konusunda bir derdi olmayan kimseler, yasal boşlukları bulduğu anda tek hedefi olan "daha çok kazanma" hırsıyla Allah'ın, kullarına rızık olarak verdiklerini depolarda stoklayıp fiyatını fahiş hale getirmeye çalıştılar. Oysa Rahmet Peygamberi (sav) çok az ve sınırlı sayıda diline aldığı "lanet" ifadesini, gıda ve ihtiyaç maddelerini insanlardan esirgeyen, kaçıran kimseler için kullanmıştı. Bir hadis-i şerifinde şu ifadeleriyle uyarıyordu, bizleri bu hataya düşmekten…
"Malını satışa arz eden kimse Allah'tan gelen rızka muhatap olacaktır. İhtikâr (Karaborsacılık-stokçuluk) yaparak insanları mahrum eden kimse ise Allah'ın lânetine uğrayacaktır."
Son olarak şunu ifade etmeliyiz ki, dıştan gelen hücumlar ve saldırılar ekonomik açıdan ülke olarak bizleri sıkıntıya sokmuştur. Bu bir realitedir; zira etkileri hem iktisadi hayatımızın çeşitli yönlerinde hem de çarşı pazarda kendisini göstermektedir. Çıkış yolları konusunda ekonomist ve teorisyenlerin çeşitli teklifleri olabilir. Bu onların alanı… Ancak bir diğer husus var: Ahlakî ve manevî yönden çözülmenin önüne geçilmedikçe alınması düşünülen tedbirler fayda vermeyecektir. Çünkü "insan" faktörü her alanda önemli olduğu gibi ticari hayat ve işlemlerde de önemlidir. Bu sebeple kul hakkı, ahiret günü, mahşer meydanı, kurulacak mizan vb. hususları önemseyerek bir ahlak ve maneviyat eğitimini gerçekleştirmek adına atacağımız adımlara şimdi her zamankinden daha çok muhtacız ve buna mecburuz.
Ne dersiniz, helal kazanç meselesi bu kadar önemli olmasaydı, "tek bir dirhem ile gecelemeyen bir peygamber", ümmetine örnek olacak "çarşı"yı kurma hususunda bu kadar çaba sarf eder miydi?
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay