Değerli okuyucum.
Bundan önceki yazımızda birkaç ayete dayanarak, bu dünya hayatını sınanma olmaksızın; çeşitli belâ ve musibetlerle imtihan edilmeksizin geçirmenin söz konusu olmadığını ifade etmiştik. Anlaşılan odur ki, insan için bu dünya bir sınav mekânı… Ne var ki, günümüzde muhatap olduğumuz sınavlar –eski dönemlere nazaran- daha "zor sorular" ihtiva ediyor!.. Dahası, günümüz dünyasında kişinin kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle, toplumuyla, coğrafyasıyla ve üzerinde yaşadığı dünya ile ilgili problemleri söz konusu… Bu kadar ağır yüklerin altında direnmeye çalışan ama çoğunlukla ezilen ve bitip tükenen bir insanlık ile karşı karşıyayız desek mübalağa etmiş olmayacağız.
İslam, Son Nebi Hz. Muhammed'in (sav) getirdiği ve kıyamet vaktine kadar Allah'ın koruması altında olan en büyük mucizesi Kur'an-ı Kerim ile insanlığın kişisel ve toplumsal dertlerine çare olacak bir din… Nâzil olduğu zaman diliminde nasıl ki o dönemin meselelerini çözecek düsturlar getirdiyse, evrensel ve çağlar üstü özelliği ile bugün de sorunlarımıza çözüm, dertlerimize derman, sıkıntılarımıza çare sunacak bir kitabı, kendinden sonra ümmetine en değerli kaynak olarak bıraktı Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz…
Kur'ân'a ve bu Mukaddes Kitap'ta adı geçen peygamberlerin hayatlarına baktığımızda mutlaka onların yaşadıkları hayat tecrübelerinden bize yansıyan birtakım ilkeler, düsturlar görebilmekteyiz. Peygamberlerin hayat hikâyelerinden, yaşadıkları hadiselerden ve başlarına gelen olaylardan bazen en ince detaylarına kadar bahseden Allahu Teâlâ, hem Son Peygamber'inin ve onun ashabının; hem de sonradan gelecek Müslüman nesillerin kişilik ve karakterlerini inşâ ederken bu peygamberlerden ders almalarını, hayatlarını onlardan edindikleri tecrübeler eşliğinde şekillendirmelerini istemişti. Anlatılan her kıssanın sonunda, "And olsun ki, bunda akıl sahipleri/düşünen/ibret almayı başarabilen kimseler için nice dersler vardır." şeklinde bitmektedir ayet-i kerimeler… (Bkz. Hicr, 75; Kaf, 37; Nâziat, 26)
Günümüz dünyasında çoğu zaman elimizde olmayan, bazen bizim dışımızda gelişen bazen de bizim dahlimiz bulunan hadiselerin bizi yorduğu ruhsal sıkıntıya sürüklediği, ümitsizliğe düşürdüğü zamanlar oluyor. Acaba Sevgili Peygamberimizin (sav) "İnsanlar içinde belâlara çarptırılma bakımından en şiddetli imtihana tabi tutulanlar Allah'ın peygamberleridir." hadis-i şerifinde ifade buyurduğu üzere, bu peygamberler nasıl ve ne şekilde sınanmışlardır?
Sorumuza cevap bulmak ve yaşadığı tecrübelerden kendi hayatımız için dersler çıkarmak maksadıyla geliniz, Hz. Yunus (as) Peygamberin kıssasını ele alalım…
GÖREV YERİNİ İZİNSİZ TERK EDEN PEYGAMBER: HZ. YUNUS (AS)
Peygamberler, Allah Teâlâ tarafından seçilerek görevlendirilen, bu en ulvî vazifeyi ifa eden dünya makamlarıyla kıyaslanamayacak en yüksek dereceli memurlardır. Her bir memur, ancak amirinin bilgisi ve izni dâhilinde görev yerini terk etmek durumunda olduğu gibi peygamberler de irşad ve tebliğ vazifelerini icra ettikleri yerlerden ancak Allah'ın izni ve emriyle ayrılabilmektedirler. Nitekim Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, bu emir ve izin gelmeden Mekke'den ayrılmamış, hicreti ancak bu manadaki emir ve izinden sonra gerçekleşmişti.
Ancak peygamberler içinde bu değişmez genel kaide çerçevesinin dışında kalan sadece bir peygamber vardır; o da Hz. Yunus'dur (as)… Zira o irşad ve ıslahı için gönderildiği Ninova beldesini izinsiz bir şekilde terk etmişti…
Doğrusu Hz. Yunus (as) tüm çabasını sarf etmiş, elinden geleni yapmıştı. Görevini ihmal söz konusu olamazdı. Ancak halkının onu dinlememesinin, "mutlaka azaba çarptırılmak" gibi bir sonuç doğuracağını düşündüğü için artık onların içinde kalmasının doğru olmayacağına inanmış ve şehri terk etme kararı almıştı. Bu kararı alırken hissiyatına, toplumuna karşı duyduğu kızgınlık ve öfke de karışmıştı…
Düşüncesi kendince makul görünüyordu. Ama değişmeyen gerçek: Şehri terk etmek için Allah'tan izin almamıştı…
Görev yerini terk eden bu değerli peygamber, sahile ulaşarak bir gemiye binmişti. Ama takdir-i ilahi, o gemiden bir kişinin denize atılması gerektiği kanaatine varan insanlar arasında çekilen kura ile denize atılacak kişinin Hz. Yunus olmasını istemişti. Hiç beklemediği şekilde gelişen olaylar sonucunda kendisini denizin derin sularında bulan peygamberinden ilgi ve alakasını esirgemeyen Allah Teâlâ, onu kocaman bir balığa yutturmuş ve böylece diğer deniz canlılarının şerrinden muhafaza etmişti.
HZ. YUNUS'UN YAKARIŞI
Neticede Hz. Yunus (as) balığın karnındaydı. Hem de karanlıklar içinde… Onun halini bize anlatan Yüce Mevlâmız şöyle buyuruyor:
"(Ey Resûlüm!) Balığın kendisini yuttuğu (Yunus Peygamberi) de an… Hani o öfkeyle halkını terk etmiş ve bizim, bu davranışından dolayı ona hesap sormayacağımızı zannetmişti. Neticede karanlıklar içinde şöyle yalvarmıştı: "Senden başka ilah yok. Sen her türlü noksandan münezzehsin! Doğrusu ben böyle davranmakla haddimi aştım ve kendime yazık ettim. (Beni bağışla Rabbim)" (Enbiya, 33)
Bu niyaz, bir peygamber duasıdır. Bu yakarış, hatasını kabullenip kendisinden başka hiçbir sığınılacak merciin bulunmadığını bilen ve kabullenen bir kulun, Rabbine ve Mâlik'ine yönelişidir. İçinde tevhid, tenzih ve af dileyişin en yalın ve en içten ifadelerinin bulunduğu bir sığınmadır. Doğrusu günümüz insanının çok da muhtaç olduğu sözlerdir, bunlar…
Sevgili Peygamberimizin bu dua ile ilgili hadisiyle sözlerimize son verelim.
"Kim, Yunus Peygamberin balığın karnında iken yapmış oldu duayı herhangi bir şey için yaparsa mutlaka kendisinin duasına icabet edilir."
O halde geliniz, ruhumuzda oluşan ve tüm bedenimizi etkileyen sıkıntılardan kurtulmak için, hatalarımızı kabul edip O'ndan başka gidecek kapımızın olmadığı şuuruyla; başımıza gelen bu sıkıntının yine O'nun kaldıracağını bilerek ve inanarak bu duayı yapalım. Yunus (as) gibi diyelim:
"Lâ ilâhe illâ ente. Sübhâneke. İnnî küntü mine'z-zâlimîn."
Selamet ve esenlik içinde kalınız efendim.
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay