9 Ekim 2019 Çarşamba günü saat 16:00'da başlayan Barış Pınarı Harekâtı planlandığı üzere başarılı bir şekilde sürdürülürken geride kalan dört günlük süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Milli Ordusunun Resulayn ve Tel Abyad zaferleri yaşandı. Ancak yine bu süreçte, "bebek katili" terör örgütünün, sınırın karşısındaki topraklardan attığı bombalarla masum vatandaşlarımızın ölümüne ve yaralanmalarına şahit olduk. Şehadet makamına yükselen iki Mehmetçiğimiz yanında, Suriyeli bir mülteci ailenin dokuz aylık bebeği, yanında iki kızıyla bir anne ve diğer masum vatandaşlarımız, sınırın ötesinde yuvalanan teröristlerin "çocuk parkı" gibi mekanlardan ateşledikleri havan toplarıyla can verirken kanlı terör örgütünün çirkin yüzleri de bir kez daha ortaya çıkıyordu…
Ne var ki, yine aynı günlerde, sanal platformlarda sahte resimlerle yalan haberler üretilerek Türk ordusuna iftira kampanyaları yürütüldü. Hiçbir sivilin zarar görmemesi için azami derecede hassasiyet gösteren silahlı kuvvetlerimizi uluslararası arenada suçlu duruma düşürmeyi hedefleyen bu tür çabalara da şahit olduk. Son olarak, yazıyı kaleme aldığımız saatlerde terör örgütünün, "lastik ve petrol yakmak suretiyle karartma yaparak DAEŞ militanlarının hapishanelerden kaçmasını sağladıkları" haberi ajanslara düşmüştü. Ancak kısa bir süre sonra, İstanbul'da basın toplantısı yapmakta olan Cumhurbaşkanımızın bizzat yaptığı açıklamayla bunun da bir "dezenformasyon" olduğu bilgisi paylaşıldı.
Gündemde üzerinde durulması gereken iki konu olduğu kanaatindeyiz. Bunlardan birincisi, -gerçek ya da sanal- önemli ve etkili medya kuruluşlarının harekâta dair akı kara, karayı ak göstermek çabaları… İkincisi ise son günlerde ortalıkta dolaşan "Türkiye'nin yalnızlığı" meselesi… Sırasıyla gidelim ve medya ile sözlerimize devam edelim.
MEDYA'NIN GÜCÜ NEREDEN KAYNAKLANIYOR?
İletişim çağında yaşıyoruz. Teknolojinin elde ettiği başarıları seferber edip sunduğu bir alan hükmünde bugün, iletişim… Bir tweet ya da bir mesajın, yeryüzünde online haldeki her bir kişiye anında ulaşacak kadar hızlı olduğu bir dünyadayız artık… Dolayısıyla insanları etkilemek, duygularına hakim olmak, düşüncelerini değiştirmek için onlara ulaşmak adına bir engel yok bugün… Yeter ki, iletişim kurallarına uyarak iş yapın, başarı ardından geliversin…
Medya'nın işlevleri tanımlanırken onun en başta gelen görevinin haber ve bilgi aktarımı olduğuna dikkat çekilir. Ancak bu arada medyanın üç farklı fonksiyonunun da var olduğundan söz edilir: Manipülasyon, Dezenformasyon, Misenformasyon… Kendilerinden çokça bahsedildiği ve ne anlamlara geldiği konusunda yeterli bilgiye sahip olunduğu kanaatiyle üzerinde fazla durmadan konuya devam edelim.
Bugün, sınırlarının hemen ötesinde yuvalanan terör örgütünün, bazen taciz ateşleriyle, bazen kasıtlı saldırılarıyla ülkemizi hedef alan bombalar ve kurşunlarıyla "baş belası" haline gelen fitne kaynağını kurutmak amacıyla başlatılan ve uluslar arası hukuk kuralları çerçevesinde bir meşru müdafaa hakkının kullanılmasından ibaret olan Barış Pınarı Harekâtı, tamamen manipülasyon ve dezenformasyon teknikleriyle başka bir şekle büründürülebiliyor. El-Arabiyya'nın bayan muhabirinin zoraki gözyaşları eşliğinde, "uyumakta olan" iki oğlan çocuğunu "harekatta can veren çocuklar" olarak sunmaya çalışması, bunun en son örneklerinden biriydi, mesela…
Öte yandan, batı medyasının, çok önemsediği konulardan biri olan "basın mensuplarının can güvenliği" bağlamında, terör örgütünün sınırın ötesinden keskin nişancılarla hedef aldığı gazetecilerimiz ve basın mensuplarını hiçbir surette gündeme almayışı da bir başka manipülasyon örneği oldu, bu süreçte...
Söylemek istediğimiz şudur: Yıllardır Türkiye'nin toprak bütünlüğüne kast eden ve gerçekleştirdiği sayısız terör saldırılarıyla bebek, çocuk, kadın, yaşlı demeden insanları öldüren, vahşice katleden terörist grupların yuvalandığı topraklara, Amerika'nın 30 bin tırlık araç-gereç ve mühimmat desteği söz konusu iken, bunlara ek olarak 4 bin kargo uçağı ile gönderdiği başkaca yardımları dünyanın gözü önünde gerçekleştirmişken, ülkemiz meşru müdafaa hakkını kullanma konusunda "haksız"; teröristlere yardımcı olan devletler ise "haklı" durumda görülmek isteniyor. Galiba anlaşılması güç bir problem olan bu durumu yine bir batılının sözleriyle "çözmek" mümkün olacak!.. Amerika'nın 1973-1977 yılları arasında Dışişleri Bakanlığını yapan Yahudi asıllı Henry Kissenger, iletişimde manipülasyonun önemini şu sözleriyle ortaya koyar:
"Bir şeyin gerçek olması önemli değildir. Önemli olan onun "gerçek" olarak algılanmasını sağlamaktır."
İşte batı bugüne kadar sadece bunu gerçekleştirmiştir. Bir örnek verelim dilerseniz… İlk Irak işgalinde, günlerce CNN kanalında zifte bulanmış bir karabatak kuşunun resmini yayınlayarak sözümona "çevreci" yaklaşımla Saddam'ı bunu yapan kişi olarak "kötü adam" haline getiren ABD güdümündeki medya, dünya kamuoyunu bu işgale hazırlamıştı. Lâkin bu işgal ile sadece kan ve gözyaşı getirip ardından "huzursuz" bir coğrafya bırakmıştı. Oysa bunun hesabını sormayı hiç kimse düşünmemişti, zira medya tüm dünyayı bu işgalin haklılığına "ikna" etmişti…
Bugün de yapılmak istenen budur. Bir "proje" olduğu kesinlik kazanan DAEŞ adlı terör örgütünü İslam dünyasının başına bela eden ve işlettikleri cinayetlerle dünyanın gözünde onları "canavar" haline getiren medya, Amerika'nın bu denli büyük, devasa yardımını, ismi YPG/PYD olan bir başka terör örgütüne "DAEŞ'e karşı savaşmaları için" bahanesiyle meşru hale getirmeye çalıştı. Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen Amerika ve koalisyon güçlerine mensup batılı devletler bu yardımları makul, meşru, masum ve gerekli göstermek için medyanın gücünden faydalanarak bunu yapmaktaydı. İşte bugün, Türkiye'yi hiç düşünmediği bir noktadan suçlayarak "işgalcilik"le itham etmek suretiyle "haksız" ve "suçlu" ilan etme çabası içindedir, dünya medyasının önemli bir kesimi… O nedenle, Türkiye'nin başından beri düşündüğü, savunduğu ve söylediği tezi bıkmadan, usanmadan ve yılmadan, tekrar üstüne tekrar etmesi gerekmektedir: "Türkiye'nin hedefi Kürtler değil, ismi ne olursa olsun terör örgütleridir. Türkiye'nin başka bir ülkenin toprağında gözü yoktur. Türkiye bu harekat ile terör örgütleri tarafından toprakları ellerinden alınan o coğrafyanın insanlarını yine kendi topraklarında yaşayabilecekleri imkanlara kavuşturmayı hedeflemektedir."
Bu gerçeği tüm dünyaya anlatabilmek kolay bir şey değil elbette... Çünkü karşımızda, sahada kazanan Türkiye'yi masada ve medyada mağlup etmeyi önemli bir görev olarak gören, iletişimi bir silah olarak kullanan ve bu uğurda hiçbir engel tanımayan bir düşman var… Yine de bize düşen görev, gerek toplumu oluşturan bireyler olarak gerekse devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin niyetini, düşüncesini ve hedeflerini doğru ve etkili biçimde anlatma çabasından geri durmamak ve suskun kalmamaktır.
"Türkiye'nin yalnızlığı" meselesini önümüzdeki yazıda ele almak üzere, Allah Teâlâ, başta her bir Mehmetçiğimiz ve kahraman ordumuz olmak üzere hepimizin yâr ve yardımcısı olsun niyazıyla…
Prof. Mehmet Emin Ay