Dünkü yazımızda Kur'an'da anlatılan Sâmirî kıssasını ve bu olaydan çıkarabileceğimiz dersleri aktarmış, sözlerimize son verirken de "bugünlerimiz, Allah Teâlâ'yı zikir ve tesbih ile anmanın, Kur'an okumayı çoğaltmanın, nafile namazlarla Rabbimize yaklaşmaya çalışmanın günleri olduğu kadar, fiili dualarla, yardıma muhtaçlara el uzatmanın günleridir..." demiştik… Dün gece yurda sesleniş programında Cumhurbaşkanımızın "Biz Bize Yeteriz Türkiyem" sloganıyla başlattığı Milli Dayanışma Kampanyası, bu fiili dualarımızın en güzel ifadesi olacaktır. Zira Allah Teâlâ'nın Hûd Suresi 114. Ayetinde ifade buyurduğu üzere, kötülükleri giderecek, kötü etkilerini silecek, hükmünü ortadan kaldıracak olan şey elbette ki iyilikler olacaktır. Sosyal izolasyonun, karantinanın hayati önem taşıdığı şu günlerde kepenk kapatan esnafın, işine gidemeyen ve geçimini sağlayacak imkanı ortadan kalkan her bir vatandaşın ihtiyacını karşılamak adına, iyilik ve hayır-hasenat namına güzel davranışların toplumu sarıp sarmalamasının gerektiği günlerdeyiz vesselam…
Salgın virüs belâsı, sadece ülkemizi değil, tüm dünyayı saran küresel bir belâ… Sadece insanların sağlığını değil, fertlerin ve ülkelerin ekonomilerini de etkileyen, alt üst eden bir musibet… Cana ve mala kast eden bu kötülük kaynağının kurutulması ve ortadan kaldırılması için bize yol gösteren mukaddes kitabımızın manidar buyruğuyla yolumuzu belirleyip, rotamızı çizeceğimiz gündür bugün… "Zerreyi ziyan etmeyen" Allah, elbette ki her birimizin yaptığı salih ameli, güzel davranışı ve iyiliği de zayi etmeyecektir. Kim bilir, belki de fertler, toplumlar ve ülkeler olarak bu belâdan kurtulup sağlık ve afiyete kavuştuğumuz günlerde, geride kalan sıkıntılı zaman diliminden bize kalan en güzel ve anlamlı hatıra, -Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle- bugünlerde yaptığımız iyilikler olacaktır…
Dün ele aldığımız ve bir makalenin sınırlarını aşan, o sebeple bir noktada son vermek durumunda kaldığımız Sâmirî kıssası aslında üzerinde tekrar durmamızı gerektiren, bazı detayları da aktarmamızı icab ettiren birtakım sırlar taşıyor…
Şunu hemen ifade edelim ki, Sâmirî, bir karakter, bir figürdür… İsrailoğullarının, Allah Teâlâ'nın kendilerine bahşettiği nice ihsan ve ikramlara rağmen doyumsuzluğu, tanrı diye kabul edip tapınacakları bir put edinmeye hevesleri, muhtelif zaman ve mekanlarda haddi aşan söz ve davranışları… kısaca, ayetlerdeki ifadesiyle "azgınlıkları", Sâmirî tarafından iyi etüd edilmiş, gözlenmiş ve tabiri câiz ise nabızlarına göre şerbetleri verilmiştir. Yaptığı altından heykel için onun, "nefsim bana bu işi hoş gösterdi." (Tâ-Hâ, 96) diyerek kendini haklı çıkarmasının altında yatan gerçek, bir başka ayette şöyle açıklanır bizlere: "Hevâ ve hevesini (bayağı arzularını) tanrılaştıran kişiyi gördün mü? Şimdi sen, bu adamı da doğru yola getirmekle yükümlü olabilir misin?" (Furkan, 43)
Hz. Musa (as) döneminde yaşanan ve tek bir ilah olarak Allah'a inanmayı emreden Tevhid anlayışını ortadan kaldırmayı hedefleyen "buzağıyı ilah edinme" davranışı ile ilgili ayet, bir başka açıdan dikkat çekicidir. Çünkü A'râf sûresinin 152. Ayeti, "kalplerine putperestlik sevgisi işleyenlerin", sadece İsrailoğullarından bir kesim ve Sâmirî isimli kişi olmadığını, sonradan gelen nesiller içinde de ortaya "tanrı" olarak kabul ettikleri birtakım ilahları süren kişiler ve toplumlar olabileceğini ifade etmektedir. Allah Teâlâ, böyle düşünen ve davranış sergileyenleri, Allah'a "iftira edenler" olarak ilan etmektedir.
SÂMİRÎ KARAKTERİNİN GÜNÜMÜZE YANSIYAN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Yukarıda İsrailoğullarının özelliklerinden kısaca bahsettik. O toplumun bir ferdi olan Sâmirî, hevâ ve tutkularına yenik düşen, asla yeltenmemesi gereken bir işe teşebbüs eden, kuyumculuk sanatındaki bilgisi ve maharetini bir putu bizzat imal etmekte kullanan ve bunlara ilaveten Allah tarafından "en büyük kötülük" olarak kabul edilen şirki, makul gösterecek ifadelerle, "İşte bu sizin de Musa'nın tanrısıdır." (Tâ-Hâ, 88) diyerek yalan söyleyen ve iftira eden bir kişiliktir…
Bu kişilik özellikleri, bugün de insanoğlunun nefislerinde pekala yaşıyor… Her bir tutku, kontrol altına alınmadığı zaman bir puta dönüşerek ruhumuzu esareti altına alabiliyor... Geliniz şimdi, Korona virüsünün dünyayı etkisi altına almaya başlamasından önceki günleri bir düşünelim… Haz ve hıza dayalı bir ahlak(sızlık) anlayışının mahkumu olan nesiller için "kutsallık", artık bir değer ifade etmez hale gelmemiş miydi?.. Önü alınamayan azgınlıklar, "sınırsız özgürlük" koruması altında işlenmemiş miydi?.. Gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin başkanları, "önümüzdeki yıllarda artık dünya lideri olmak için herhangi bir engelimiz olmayacak" dememişler miydi?.. Gerek dünya milletleri gerekse İslam dünyası adına, insanoğlunun nefsinin esiri, tutkularının kulu kölesi olduğuna işaret kabul edebileceğimiz pek çok örneği sayıp dökebiliriz… İşte bugün evlerimizde kalmak zorunda olduğumuz, sosyal izolasyon ve karantinaya razı olmak durumunda kaldığımız bu günlerde bunları da düşüneceğimiz zaman dilimlerimiz olmalı… Bu zaman dilimleri, kendimizi hesaba çektiğimiz ve hatalarımızı tespit ederek affedilme arzusuyla Rabbimize yöneldiğimiz anlar ve dakikalara dönüşmelidir. O vakit, artık ruhlarımız ve bedenlerimiz için şifâ bekleyebiliriz kanaatindeyiz…
Unutmayalım! Vakit iyilik vakti, hem kendimiz hem de ihtiyaç sahipleri için…
Sağlık ve afiyetle kalınız…