Bundan önceki yazımızda sözlerimiz, Ashab-ı Kehf'in, içlerinden seçerek şehre gönderdikleri Yemliha isimli arkadaşlarının şehrin yolunu tutmasıyla son bulmuştu. Kaldığımız yerden, gençlerin yaşadıklarını aktarmaya devam ediyoruz.
Yemliha'nın yiyecek namına bir şeyler almak için yolunu tuttuğu şehirde artık yeni bir kral hüküm sürmekteydi. Tendrüs (II. Theodosios) isimli bu kral hem tevhid inanıcını taşıyan hem de ölümden sonra dirilişe inanan biriydi. Ancak kendi döneminde ahiret hayatında yeniden dirilişin olmayacağına savunan bir akımın baş gösterdiği bir zaman dilimini yaşamaktaydılar. İşte Ashab-ı Kehf, bu günlerde üçyüz yıllık uykularından uyandırılmış, Yemliha da bu günlerde şehrin yolunu tutmuştu…
YEMLİHA'NIN YAŞADIKLARI
Yemliha şehre ulaştığında şehrin kapısının değişmiş olduğunu fark etti. Buna bir anlam veremedi ama içeri girdiğinde değişen şeyin sadece kapı olmadığını anladı. Çünkü daha dün terk ettiği şehrin pazarı, mahalleleri, insanları, giyim-kuşamları da değişmişti. Büyük bir hayret içinde kaldı ancak görevini yapmak ve hemen geri dönmek zorunda olduğunu hatırladı.
Bir ekmek fırınına uğrayıp yanındaki parayı uzattı. Ekmekçi, paranın üzerinde Dakyanus'un resmini görünce karşısındaki gencin bir hazine bulduğunu düşündü ve hemen çevresindeki esnafı haberdar etti durumdan… Sorguladıkları Yemliha, "parayı dün kendi babamdan aldım ve bugün de ekmek almak için getirdim" dediyse de babasını tanıyan hiç kimse çıkmadı. Bu kez onu yalancılıkla suçlayınca Yemliha kendisini savunmaya devam etti ve "beni Dakyanus'a götürün çünkü durumumu en iyi o bilir" talebinde bulundu. Karşısındakiler şaşkınlık içinde "Dakyanus öleli üç yüz yıl oldu. Sen bizimle alay mı ediyorsun?" diye çıkıştılar. Yemliha, "Hayır, asıl siz benimle alay ediyorsunuz. Biz birkaç arkadaş, daha dün Dakyanus'tan kaçarak dağdaki bir mağaraya saklandık. Bugün de beni yiyecek almak için gönderdiler. Benim bildiğim bundan ibaret" diyerek son sözünü söyledi…
İçinden çıkılmaz bir hal alan bu durumu şehrin kralına, Tendrus'a bildirdiler. Kral, Yemliha'yı çağırtarak dikkatle dinledi ve hemen yanındakilerle beraber söz konusu dağa ve mağaraya doğru yola çıktılar.
Kral mağaraya ulaştığında Yemliha'nın arkadaşlarının her birinin genç ve taze bir çehreye sahip olduğunu, elbiselerinin de yeni olduğunu gördü. Büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde onlara selam verdi. Gençler de onun selamını aldılar…
Allah Teâlâ bundan sonra yaşananları surenin 21. Ayetinde şu ifadelerle anlatmaktadır bizlere…
"İşte böylece biz insanları onların durumundan haberdar ettik. Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve kıyametin kopacağının da şüphe götürmez bir hakikat olarak mutlaka gerçekleşeceğini bilsinler diye…"
Ayet-i kerimede geçen "haberdar etmek" anlamındaki "i'sâr" kelimesi, "herhangi bir bilgisi yokken bir kişinin muhatap olduğu şeye bakıp da bilgi edinmesi" demektir. Yani Allah Teâlâ, krala ve yanındakilere bu vesileyle bilmedikleri bir hususu onlara en açık ve berrak haliyle göstermiş ve onları bu olağan dışı hadise hususunda bilgi sahibi kılmıştı.
Böylece kral ve yanındakiler, onları bu şekilde bulmakla, Allah'ın ruh ve bedeni yeniden diriltme va'dinin hak olduğunu anlamışlardı. Çünkü üç yüz yıl önce yaşadıklarına kesinlikle emin oldukları bu gençleri Allah uyutmuş ve şimdi durumlarında hiçbir değişiklik olmaksızın onları uyandırmıştı...
İslam bilginleri, "ölüm uykuya, uyku ise ölüme benzeyen iki kardeş gibidir" derler… Bu sözü söylerken belki de Sevgili Peygamberimizin şu hadis-i şerifindeki bilgilerden ilham almışlardır. Yeri gelmişken bu bilgiyi paylaşmakta da fayda görüyoruz.
Peygamberimiz (sav) geceleri uykudan uyandığında mübarek elleriyle gözlerinden uykuyu silerken şöyle dua ederdi:
"Allah'ım! Ölümü andıran uykunun akabinde tekrar bize can verdiğin için sana hamd olsun. Dönüşümüz elbette Sana'dır…"
ASHAB-I KEHF KISSASININ ALACAĞIMIZ HİSSE
Ashab-ı Kehf olarak bilinen birkaç inanmış genç'ten bahseden ayetler sureye isim olmuş ve Allah Teâlâ bu gençleri hem kendi dönemlerinde hem de kendilerinden sonra gelen insanların yaşadıkları çağlarda bir "ibret vesikası" kılmış ve onlara yaşattığı "uyutma ve uyandırma" hadisesini peygamberlerine lûtf ettiği mucizeler gibi lûtf etmişti…
Kur'an-ı Kerim, onların isimleri, sayısı, yaşadıkları dönem, yaşadıkları yer, uykuda kaldıkları süre vb. hususları değil, onlarla verilmek istenen mesajı ön plana çıkarmakta ve ayetin indirildiği dönemde olduğu gibi geçmiş çağlarda da kıyameti ve ahireti, yeniden dirilişi ve hesabı inkâr eden kişi ve toplumların olduğuna/olacağına dikkat çekmektedir. Bu sebeple, onların sayıları hakkında insanların ileri sürdükleri görüşlere itibar etmemesi istenen Peygamber Efendimiz (sav) bizzat Allah Teâlâ tarafından uyarılarak, "En doğrusunu Rabbim bilir de ve onlardan bu konuda malumat isteme!" emrini almıştı (Bkz Kehf, 22)…
Yahudilik'te ve Hıristiyanlık'ta var olduğuna inanıldığı gibi Kur'ân-ı Kerîm'de de çok manidar ifadelerle tekrarlanan Ashâb-ı Kehf kıssasıyla tüm insanlara verilmek istenen mesaj, iman-küfür mücadelesinin öteden beri hep var olduğu, inananların her devirde zulme uğramalarına rağmen bâtılın hakka asla üstün gelemediği, samimiyetle iman edip inançlarının gereğini yaşayanları Allah'ın mutlaka başarıya ulaştırdığı ve nihayet her şeyi yoktan var eden Allah'ın insanları yeniden diriltmeye muktedir bulunduğudur. Zira Allah Teâlâ'nın, bir mağaraya sığınan bu gençleri hiçbir gıda almadıkları halde bedenlerinde herhangi bir bozulma olmaksızın yıllarca uyuttuktan sonra tekrar uyandırması, O'nun insanları öldükten sonra tekrar diriltebileceğine muktedir oluşunun en önemli misali ve delilidir. Ancak şunu ifade ederek bitirelim sözlerimizi… Kıssalar, ancak hisse almak isteyenlere dersler sunarlar…
Sağlıcakla kalınız.