Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Kasım 9, 2020
Enkaz altından sağ çıkan Elif ve Ayda bebeklerin öğrettikleri…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

30 Ekim 2020 Cuma günü meydana gelen İzmir Depremi'nden sonraki günlerde, yerle bir olmuş apartmanların enkazından "mucize" olarak nitelendirilen iki kurtuluş hikayesine şahit olduk.

Önce üç yaşındaki Elif bebek depremden 65 saat sonra, ardından yine aynı yaştaki Ayda bebek tam 91 saat sonra tonlarca demir, beton ve taş yığınları arasından sağ salim kurtarıldılar…

Gerek yakınları, gerek canları pahasına gece gündüz demeden bir kişiyi daha kurtarabilmek için çaba sarf eden kurtarma ekipleri ve gerekse tüm Türkiye'nin sevinç gözyaşlarıyla takip ettiği kurtarma çalışmaların finali, ibret dolu nice sahnelere sahipti aslında…

Özellikle Ayda bebek, âdeta hepimize ve tüm insanlara bir şeyler söyleyerek çıktı enkazın altından…

Sanki, "yaratan", "yaşatan" ve "koruyan" Allah Teâlâ, el-Hâliq, el-Muhyî ve el-Hâfiz isimleriyle tecelli etmiş ve bu masum bebek aracılığıyla O'nu hatırlamamızı, O'nu isimleriyle birlikte daha iyi tanımamızın mesajını vermek istemişti bizlere…

Zira tıp alanında söz sahibi kişiler, 91 saatlik bir zaman diliminin insan organizması için açlık ve özellikle susuzluk açısından uzun bir süre olduğunu ve küçük bir bebeğin böyle bir süreç sonunda sağ olarak kurtarılmasının sadece "mucize" kelimesiyle ifade edilebileceğini söylemekteydiler…

Evet, insanoğlunun anlamakta ve izah etmekte zorlandığı durumlar için kullandığı "mucize", aslında Allah Teâlâ'nın, gönderdiği peygamberlerini desteklemek maksadıyla onlara verdiği olağanüstü özellikler ve lûtfettiği harikulâde imkanlardır. Mucizeler peygamberlere; bu peygamberlerin getirdiği inanç esaslarına samimiyetle inanan ve ibadetlerini ihlasla yerine getiren salih müminlere de kerametler bahşetmiş olması, Allah'ın kullarına olan "kişiye özel" ihsan ve ikramlarıdır. İslam akidesinde "peygamberlerin mucizeleri de Allah'ın sevgili kullarının kerametleri de inanılması gereken hakikatlerdir."

Bizler de bir mümin olarak adı geçen bu iki masum ve sevimli yavrunun, normal şartlarda bir insanın tahammül etmesi mümkün olmayan bir süreyi aç, susuz bir şekilde hayatta kalarak geçirmelerinin ve sağ olarak kurtarılmalarının "olağanüstü" bir durum olduğuna inanıyoruz. Bu inancımızı ifade etmek yanında konuya, şahitlik ettiğimiz bu hadiseden dersler çıkarmak amacıyla bir kez daha eğilmek gerektiği kanaatindeyiz.

AYDA BEBEĞİN YÜZÜNDEKİ SÜKUNET…

Tam 91 saat… Geride kalan tam dört gece… Soğuk, karanlık, açlık ve susuzluk… Üç yaşındaki bir yavrucak için bütün olumsuzluklar bir arada… Annesinin bu süre zarfında ona ne kadar süreyle eşlik ettiği bir muamma. Ancak bilinen bir gerçek var ki, minik Ayda, Yüce Kudret sahibinin yardımıyla, korunmuş, kollanmış, doyurulmuş ve uyutulmuş bir şekilde geçirdiği uzun bir zaman dilimini adeta uykudan yeni uyanmış bir bebeğin tatlı mahmurluğu ile çıkıyordu enkazın altından… Tıpkı 300 yıl uyutulup ardından uyandırılan ve sanki "bir gün kadar uyumuş olduklarını" zanneden ve buna inanan Ashab-ı Kehf gibi… Ancak onlar aklı başında yetişkinler oldukları için bir tahminde bulunmuş ve uyudukları süre hakkında akıl yürütmüşken, Ayda bebek, olan bitenin farkında olamayacak kadar küçük yaştaydı… Ama yüzündeki o sükunet, bu manzaraya tekrar tekrar bakıp düşünmemizi, dersler çıkarmamızı, ibret almamızı sağlayacak bir tabloydu sanki... O sükunet, ilahi bir yardımın desteğine, ikramın ve ihsanın varlığına bariz bir işaretti… O sükunet, müminler olarak bizlere, pek çok ayeti yeniden hatırlatan bir mesajı barındırıyordu adeta… Ve o sükunet, aslında ne çok şeyler söylüyordu bizlere…

Evet işte bu sükunet,

Hz. İbrahim'in ateşe atılırken Rabbine tam anlamıyla sığınmış olmanın verdiği iç huzurunu,

Hz. İsmail'in, babasının kendisine danıştığı esnada, hiç duraksamadan, "Babacığım! Rabbimin emri neyse onu yerine getir. Benim sabırlı olduğumu göreceksin" sözleriyle teslimiyetini,

Hz. Yusuf'un kuyuya atıldığı zaman Melek Cebrail'in yetişip onu teselli edişini,

Hz. Yakub'un, "Koruyanların en hayırlısı Allah'tır. O aynı zamanda merhametlilerin de en merhametlisidir" deyişini,

Hz. Musa'nın çaresiz kaldığı her durumda, "Rabbim elbette bana bir yol gösterecektir" sözleriyle tevekkül edişini,

Ve nihayet, Son Nebi'nin, Sevgili Peygamberimizin (sav) Sevr Dağı'nda, sadık dostu Hz. Ebu Bekr'e, "Tasalanma, üzülme! Çünkü Allah bizimle!" deyişindeki teslimiyet ve huzur dolu tabloyu hatırlatıyordu…

Fakat işte bu sükunet, en çok Ashab-ı Kehf'i çağrıştırdı zihinlerimizde… Çünkü –aslını Allah bilir ama- üç yüz yıl gibi aklın ve havsalanın anlamakta zorlandığı bir zaman diliminde Allah Teâlâ'nın eşsiz gücü ve yüce kudretinin tecellisiyle huzur içinde uyutularak, sükunetle uyandırılan birkaç genç mümine ve onların verdikleri mesajlara bir kez daha kulak kesilmenin gerektiğini hatırlattı bizlere…

İster misiniz, Ashab-ı Kehf'i, bir de minik Ayda'nın masum yüzündeki sükunetin aydınlığında yeniden okuyalım?..

Önümüzdeki yazıda buluşmak üzere…

(Yaşanan deprem felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce Mevla'dan rahmetler, yaralı olarak kurtulanlara da acil şifalar, geriden kalan yakınlarına sabır ve metanetler dilerim.)

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN