'Yeni Dünya (düzeni) Özlemi' yazımızdan sonra Cezayir'de eş-Şuruk gazetesinde köşe yazarlığı yapan Habib Raşidin'in aynı konu etrafında bir yazısına rastladım. Tam benim yazdıklarımın izdüşümü mesabesindeydi. 'Ortadoğu'da Jeo-stratejik Dönüşümün Ayak Sesleri' başlıklı yazısında küresel eksen kayması meselesini işliyor. Gerçekten artık bu dünya düzenini kuranlar bile yaptıklarından memnun değiller. İşlerin sarpa sardığını ve iyi gitmediğini görüyorlar. Kendi eserleri bıktırdı ve bıkkınlık verdi. Bu dünya sisteminden kimse memnun değil. Suriyeli muhalif analizcilerden Ömer Kuş da Suriye'de artık hiçbir grubun genel gidişat ve seyirden memnun olmadığını ve genel bir memnuniyetsizlik havasının estiğini söyledi. Jeopolitik kırılmalarla birlikte zihni kırılmalar da yaşanıyor bu da insanların ruh dünyalarını parçalıyor. Hatlar temelli birbirine karıştı. Teröristler müttefik müttefikler ise terörist algılanmaya başladı. ABD perspektifinden PKK ile Türkiye'nin yer değiştirmesi örneğinde olduğu gibi. Yani makro ve mikro düzeylerde dünya bir kısırlık döneminden geçiyor. Bu düzeni koyanların da koydukları düzenden memnun olduklarını söylemek mümkün değil. Soğuk Savaş'tan sonra tılsım bozuldu.
Soğuk Savaş'tan sonra sıra İslam'la savaşa geldi. Vaktiyle bu öngörülmüştü. Sürpriz olmadı. Bunun kehanetini kendini gerçekleştiren kehanet babından '1999: Savaşsız Zafer' kitabıyla Nixon ortaya koymuştur. 1999 öncesinde SSCB'nin dağıldığı yıllarda NATO Genel Sekreteri Willy Claes ile Demir Lady sıfatıyla anılan Margaret Thatcher bu gerçeği açık etti. Nixon'ın öngördüğü gibi sıra İslam'la savaşa gelmişti. Malzemesi de İslami terördü!
ABD İslam'la savaşta iki yol izledi. Birincisi, İslam'ı soysuzlaştırmak. Özünden koparmak, başkalaştırmak. İçten yıkmak. Sadece 'bende, amade mankurtlar sürüsü' peydahlamak, yetiştirmek değil özü de bozmak, geçersiz hale getirmek. Roma'nın tevhidi teslise çevirerek; Hıristiyanlığı bozması gibi. Bu, Seyyid Kutup'un öngördüğü, Cheryl Benard'ın ise uygulamaya çalıştığı ve teorisini vazettiği Sivil İslam projesi ile somutlaşmıştır. İlginçtir, Neoconlar bir yandan İslamı bu kalıplarla evcilleştirmeye çalışırken diğer taraftan da kökünü kazımaya azmetmiş gözüküyorlar . Sonuç itibarıyla, sarkaçta nifak politikası uyguluyorlar.
İzledikleri ikinci yol ise kökünü kazıma, dıştan yıkma politikasıdır. Bunu da daha ziyade asker kökenliler seslendiriyor. Kendileri faşist olduğu halde İslam'a bu damgayı yapıştırıyor, vuruyorlar. Araplar bunu çok güzel ifade ediyorlar. Remetni bidaiha feensellet. Hastalığını bana serpti, üzerime attı ve sıvıştı. Bunun en tipik misallerinden birisi Putingate veya Russiagate'in mimarlarından olan Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Flynn pervasızca İslam hakkındaki sözleridir: İslam habis bir urdur. Komunizm ve Faşizmin kökünü kazıdığımız gibi onun da kökünü kazımalıyız!
*
Burada bakış açısı belli. Özellikle Pentagon'da yuvalanmış İncilci olarak tabir edilen bazı generaller İslam'a karşı peşin fikirli, ondan öte açıkça düşmanlar. Sözgelimi, NBC televizyonu, Bush'un Haçlı savaşına rastlayan günlerde Korgeneral William Boykin'in, kiliselerde ibadet sırasında askeri üniformasıyla yaptığı bazı konuşmaların video kayıtlarını yayınlamıştı. Bu konuşmalarında ABD'nin İslami kesimlerle yaptığı savaş için ''Şeytanla savaş'' ifadesini kullanan general, ''Bizi yok etmek istiyorlar, çünkü biz Hıristiyan bir ulusuz'' diyor. Boykin bir konuşmasında, Somali'deki bir Müslüman savaşçının (hayali olsa gerek) , ''Amerika beni asla ele geçiremez çünkü Allah beni korur'' dediğini belirterek, o militana hitaben, ''Sen de biliyorsun ki benim tanrım seninkinden büyük. Biliyorum ki benim tanrım gerçek tanrı. Seninki ise idol (put)'' diyor. Kısaca İslam'ı kökünün kazınması gereken bir ideoloji olarak görüyorlar. Din olarak değil Komunizm ve Faşizm gibi bir ideoloji görüyorlar. Bu nedenle de Hollandalı kaçık politikacı Wilders Kavgam ile Kur'an-ı Kerim'i eşitlemiştir. Elbette sivil kanatta Seyyid Kutup'un ifadesiyle Amerikan İslam'ı projesini hayata geçirmek, İslam'ı evcilleştirmek, kendilerine uydurmak isteyenler bulunuyor. Çift koldan çalışıyorlar. Burada dikkati çeken husus İslamı din olarak kabul etmiyorlar ideoloji derecesine indiriyorlar ardından da yok edilmesi gereken bir düşman kategorisine, kalıbına sokuyorlar. Ve bu dünden bugüne gelişigüzel bir durum, tutum değil. Planlanmış ve kurgulanmış bir strateji. Nixon haber vermiş ardılları fiiliyata geçirmiş. İslam'ı daraltılmış bir ideoloji kalıbına sokuyorlar. Muhammed Mütevelli Şaravi'nin ifadesiyle, İslam, ideolojik kılıflara, kalıplara veya sloganlara hapsedilemeyecek kadar müteal ve aşkındır. İslam sıradan bir adam için basitçe anlaşılabilir bir durum olabilir. Ama künhünü kavramak nesillerin ve beşerin kapasite ve takatini aşar.
*
İslam'a düşmanlığı İsrail'e dostluğu nedeniyle ABD hem Müslümanların gözünde itibar kaybetmiş hem de tıkanmıştır. İslam Hıristiyanlıktan sonra en büyük nüfusa ve coğrafyaya haizdir. Birlik ve beraberlik halinde bütün dünyaya kafa tutabilir, meydan okuyabilir. Güçleri bir araya gelse önünde kimse duramaz, elini bükemez. Ve İslamiyet nüfus itibarıyla önümüzdeki yıllarda Hıristiyanlığı da geride bırakacaktır. 19'uncu yüzyılda Müslümanlar gerilerken İslamiyet ilerlemiştir. Afrika'da yeni tabiler, bendeler edinmiştir.
Cezayirli yazar Habib Raşidin Cemiyetü Ulema'il Müslümin (Müslüman Alimler cemiyeti)'in geride kalanlarının veya muakkiplerinin kümelendiği Eş Şuruk gazetesinde yazıyor.
Müslümanlara yönelik soğuk-sıcak savaşta Nixon öngörüsü, Rusya'nın yardımcı pozisyonda olacağıdır. Cephe ülkesi ABD, redifte, terekede ise Rusya var. Bugün ikili arasında İslam diyarlarında dostluk diyemesek bile bu ortaklık söz konusu. Afganistan ve Suriye bunun örneklerindendir. Bununla birlikte, ABD'nin dengelerle fazla oynamasından dolayı kendi oyununun kurbanı olabilir. Altüst oluşla birlikte gelen eksen kaymasında zeminini kaybedebilir, kendine ayırdığı nüfuz alanlarını ve bilhassa Ortadoğu'yu Rusya'ya kaptırabilir. Bugün ortakları bile ABD'yi sevmiyor. Mübarek'in sözleri kulaklarında: ABD elbisesi giyen, çıplaktır! Halklar bazında da ABD müstekreh durumdadır. ABD halkları da rejimleri de kaybetmiştir. Rusya ise halkları kazanamasa da rejimlerle temas hattı kurmuştur. Halklar bazında da Rusya ile ABD arasında sempati oranı Rusya'nın lehine kayabilir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransız-İngiliz paylaşımında İngilizler aslan payını almıştı. Fransa ise çakal gibi artıklarla yetinmişti. Şimdi öyle olmayabilir. Kardeş payları değişebilir.
Habib Raşidin'in hatırlattığı gibi; Lavrov ve Ruslar Suriye'yi Sünnilerin yönetemeyeceğini söylüyorlardı. Ama ABD sayesinde Sünnilere de ulaşmayı başardılar. Hem de kolayca. İsrail'i, İran ekseninde Şiileri ve Türkiye ekseninde genel Sünni dünyayı Suudi Arabistan ekseninde ise Vehhabi-Selefi dünyayı tam kazanamasalar bile ilk temas hattını kurdular. Bölgenin bütün zıt kutuplarıyla köprü kurmuş görünüyorlar (https://www.echoroukonline.com/ara/articles/536006.html).
ABD köprüleri yıkarken Rusya köprüler kuruyor. Bu Rus sevgisinden değil Amerikan nefretinden kaynaklanıyor. Seyyid Kutup ve Bediüzzaman'ın dediği gibi yola gelmedikçe Şarkta ve Şarklılarda Batı husumeti, nefreti canlı kalmalı. "Şark husumeti İslamın inkişafını boğuyordu, zail oldu ve olmalı. Garp husumeti İslam'ın ittihadına, uhuvvetine, inkişafına en müessir sebeptir, baki kalmalı..."
Şark kendi içinde bütünleşmeci olurken Garba karşı ihtiyatlı ve müteyakkız kalmalıdır.
Yeni bir İslami eksen doğarsa ve Müslümanlar başkalarının boyunduruğundan kurtulursa o takdirde dostluk/düşmanlık meseleleri yeniden dengesini bulur, dengeye gelir. Şimdiki Batı muhabbeti olsa olsa celladına aşık olan kurbanı hatırlatır.
Hülasa: Soğuk Savaştan sonra dünya büyük bir eksen kayması yaşıyor. Bunun irhasatı, öncülleri başta Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin davranışlarında, yeni arayışlarında da kendini gösteriyor.