Arama

Mustafa Özcan
Kasım 6, 2017
Fitne diliyle konuşmak!

Özelde Lübnan'da, genel olarak da bölgede hiçbir taraf sütten çıkmış ak kaşık değil. Bununla birlikte hatalar skala/derekat biçiminde; herkesin hatası ötekine eşit veya eşdeğer değil. Lübnan'ın en savunmasız, sahipsiz (bikes), mağdur kitlesini Sünniler teşkil ediyor. Sebebi, çeşitli yaftalar altında vurucu güç edinememeleri ve bunu temin edecek bölgesel veya uluslararası hamilerden de yoksun olmalarıdır. İran, devrimden sonra Lübnan'da Suriye rejiminin daha doğrusu baba Hafız Esat'ın olurunu alarak doğrudan kendisine bağlı askeri, dini ve sosyal bir yapı vücuda getirmiştir. Kısaca biz buna 'Hizbullah modeli' diyoruz. Böylelikle hem Şii kitlenin içine nüfuz etme imkanı buldu, hem de Lübnan'da zamanla ayak basacak bir mevzii edinmiş, tutmuş oldular. Devlet içinde devlet kurmuştur.

2005 yılında, Hizbullah-Suriye konsorsiyumu ekseninde Refik Hariri'nin tasfiyesinin ardından Suriye güvenlik güçleri barış gücü olarak 30 yıl boyunca bulundukları Lübnan topraklarını BM marifetiyle terk etmek zorunda kalmışlardır. Suriye rejimine bağlı güçler çıkarken geride Hizbullah yani İran varlığını sürdürmüştür. Bu suretle Lübnan'da bir güç devri ve nöbetleşmesi yaşanmıştır. İran bu ülkedeki nüfuzunu direniş üzerinden hem kamufle hem de tahkim ediyordu. Nitekim, direniş adı altında İran dolayasıyla ortağı Suriye bu ülke üzerindeki hegemonyasını devam ettirebilmiştir. Bununla da kalmamış; Suriye'de halkın Esat rejimine başkaldırması sürecinde destek kuvveti olarak Hizbullah unsurlarını bu ülkeye kaydırmıştır. Bu da Suriye buhranının uzamasına ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan sökülmesine sebebiyet vermiştir. İran, Esat'a başkaldıran kim olursa olsun onları teröristler olarak yaftalamış ve damgalamıştır.

2017 yılına gelindiğinde; erken olsa da Nasrallah ile İran ekseni ve ortakları savaşı kazandıklarını ilan ettiler. Dolayısıyla artık muhatapları bu yeni gerçeğe göre kendilerine çeki düzen verecekti. Bunu teyitle Putin veya Rus yetkililer de Suriye'de zaferin bir fırça darbesi kadar yakın mesafede olduğunu ilan ettiler. Bu zafer havasından güç alan Esat rejimi komşu ülkelere mobbing uygulamaya başladı. Rusya üzerinden Ürdün rejimine baskı yapan Şam rejimi bu ülkeden, sınır karakollarını kendisine teslim etmesini bekliyordu. Keza bu sıkıştırma veya baskı Lübnan üzerine de fazlasıyla icra ediliyor. Lübnan'da dışişleri bakanı Hizbullah kotasından olduğu gibi aynı zamanda Michel Aoun da İran eksenine yakın biri. Saad Hariri'yi eksenleri lehine sıkıştırıyorlardı. Anılan isimler Lübnan ile Esat rejimi arasında normalleşme sürecini başlatmak niyetindeler. Bu sürecin araçlarından birisi Esat zafer kazanmış ve buhran sona ermiş gibi Lübnan'a gelen Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmelerini temin etmek. Bir başka normalleştirme adımı ise Şam'a Lübnan'ın yeni elçi ataması. Hariri, bu şartlar altında babasının katili olan Esat ile yeni bir siftah yapma durumuyla karşı karşıya kaldı. İçine sinmediği kesin. Bu nedenle de istifa haftasında Suudi Arabistan'a iki defa gitmiştir. Hizbullah-İran ortak rivayetinde olduğu gibi istifası için baskı görmesi bir yana bu kritik kararı için bu ziyaretlerinde destek almak istediği açık. Nitekim, eski başbakanlardan Sinyora da olayı böyle yorumlamıştır. Sinyora Hizbullah'ın Lübnan'daki İran ajandasını örtbas edebilmek için savunma yerine saldırı ve suçlama taktiğini seçtiğini ifade etmektedir.

Hariri ailesi baba Refik Hariri'den beri Suudi Arabistan rejiminin hem siyasi hem de mali taşeronudur. Bu nedenle de istifasını Suudi Arabistan'da açıklaması sürpriz olmamıştır.

*

İranlı yetkililerden Hüseyin Şeyhülislam gibiler istifanın gerisinde Trump ve Suudi Arabistan baskısı, telkinleri olduğunu ileri sürüyorlar. Trump'ın seçim kampanyası danışmanlarından Lübnan asıllı Velit Faris Washington'ın Saad Hariri'nin istifasını desteklediğini doğruluyor. Lakin bu istifa için telkin yaptığı anlamına gelmiyor. Telkin başka yüreklendirme başka. İran ekseninin baskıları üzerine inisiyatifin bizzat Saad Hariri'den geldiğinden şüphe yok. İkisi birbirinden farklı şeyler. İran elbette ki doğruları yalın değil; tek yanlı ve kendisine göre uyarlayarak; süzgeçten geçirerek ifade ediyor. Suudi Arabistan'ın Şii Irak yönetimiyle köprü kurmasını isteyen de Amerikalılardı. Suudi Arabistan da bu yönde adım atarken kendince bunda bir maslahat görmüş veya gözetmiş olabilir. Bununla birlikte İran bu boyutu hiç afişe etmiyor aksine Refik Hariri'nin istifasını itibarsızlaştırmak için -varsa- ABD telkinini öne çıkartıyor. Bunun karşısında Hizbullah İran'dan icazetsiz tek bir adım bile atmıyor!

Kuzey Irak Kürt bölgesi ikili bir sarkaçta idi. Bir yanda İran diğer yanda İsrail. Lübnan'da ise fonda İsrail olsa da merkezde İran ile Suudi Arabistan çekişmesi var. Saad Hariri bu gerilim hattında bulunuyor. Dolayısıyla kritik anlarda hamisi olan Suudi Arabistan'a sığınıyor. Halit Dahir gibi Sünni milletvekilleri Michel Simaha olayını hatırlatarak yeni bir suikast dalgasının başlayabileceğini ve dolayısıyla Saad Hariri'nin sebepsiz yere hareket etmediğini; canından endişe etmekle haklı olduğunun altını çiziyorlar. Esat natamam olsa da savaş kefesinin kendi lehinde seyretmesinden güç alarak bölgesel düşmanlarıyla erkenden hesaplaşmaya girmeyi planlamış olabilir. Bölgede en çok suikasta başvuran iki rejimden birisi İsrail, diğeri Esat rejimi. Bilindiği gibi 2005 yılına doğru seyrederken Suriye rejiminin hazırladığı kara listede yer alan Lübnanlı siyasiler birer ikişer tasfiye edildiler. Rejimin karakteri Dürzi Subay Selim Hatum'un ifade ettiği gibidir: Hafız Esat önce beni öldürecek ardından da heykelimi dikecektir! Rejim direniş değil, mafya rejimidir.

*

Bu bapta İran ekseni suç bastırma refleksiyle, 'en iyi savunma taarruzdur' anlayışıyla hareket etmektedir. Bu nedenle de Hizbullah ve İran ekseni Hariri'nin savaş uyarısı gibi istifasını 'fitne/fucur' olarak nitelendiriyorlar. İran ekseni bugüne kadar muhalif sesleri ya direniş söylemi ya da fitne edebiyatıyla susturmuş, savuşturmuştur! Hiçbir fitneci kendisinin fitne çıkardığını söylemez, daima suçu karşı tarafa yıkar, yükler. Kimse ayranım ekşi demez.

Dini Rehber Ali Hamaney'in Temsilcisi Ali Ekber Velayeti ön bahçeleri olarak gördükleri Şam ve Beyrut'a giderken kışkırtıcı açıklamalarda bulunmaktan kendini alamamış, Suriye ve Irak cephesinde zafer kazandıklarını söylemiş ve bunu da direniş eksenini temsil etmelerine yormuş, bağlamıştır. Konuşmasında daha ötesine giderek; Hamas üzerinden yaptığı değerlendirmede Suudi Arabistan gibi ülkeleri kastederek bunların fitne çıkardıklarını, fitne odağı olduklarını söylemiştir. Halbuki, ortak olan Suriye ile İran rejimleri neredeyse 40 yıldan beri sınırında oldukları halde İsrail ile sürtüşmekten özenle kaçınmışlar, aksine bunun yerine İsrail'e göstermedikleri celadeti Sünni dünyaya karşı göstermişlerdir. Ali Ekber Velayeti fitneci projelerden bahsetmiştir. Hizbullah'ın önemli isimlerinden Nebll Kavuk da bu fitne edebiyatına katılmış ve Hariri'nin istifasıyla birlikte Suudi Arabistan'ın Lübnan'ı fitneye boğmak ve karıştırmak istediğine değinmiştir. Kavukçu şöyle konuşmuştur:" Suudi Arabistan Lübnan'ın kimliğini ve direniş eksenindeki yerini değiştirmeye yeltenmektedir. Direniş ekseni yerine onu İsrail ile normalleşme çizgisine çekmeyi, projesine ortak etmeyi tasarlamaktadır…"

Elbette Suudi Arabistan hakkındaki söyledikleri tamamen temelsiz değil. Lakin buna mukabil kendileri ne yapıyor? İsrail'e bir fiske bile vurdukları yok. Aksine ikide bir Şam yönetiminin sözcüleri Türkiye'nin Suriye'deki varlığını işgalci olarak tanımlıyor ve çekilmesini istiyorlar. Böylece Türkiye'ye baskı yaparak meşruiyet koparmaya çalışıyorlar. İşte bu noktada Mısırlı gazeteci Cemal Sultan onlardan Türkiye için yaptıkları çağrıları, İsrail için de tekrarlamalarını istemektedir.

Görüldüğü gibi burada fitne, direniş ve İsrail araçsallaştırılarak anlamsızlaştırılıyor. İran, İslam dünyasına karşı bugüne kadar samimiyetini -2006 yılı dışında- defalarca ispat edebilirdi. Heyhat, sözelin dışında hiçbir icraat yok! Hitabet 10, icraat kocaman bir sıfır. Esat'ın, 'tayin edecekleri zaman ve mekanda verecekleri karşılık' taahhüdü, Godot'yu beklemek kadar abes ve anlamsız!

Fitne edebiyatına Saad Hariri de katılmış, istifasına eşlik eden konuşmasında İran'ı fitnecilikle suçlamıştır: İran ekseni sözcüleri Suudi Arabistan'ın Bahreyn, Yemen gibi bölgelerde fitne çıkardığını, karıştırdığını söylerken Hariri sözlerini ayniyle kendilerine geri iade etmektedir. İşte istifa ederken söyledikleri: Hizbullah, Lübnan'a silah gücüyle; emri vakiyle sahip oldu ve silahını Lübnanlılar, Yemenliler ve Suriyelilerin göğsüne, böğrüne doğrulttu. İran nereye giderse ve yerleşirse oraya fitne ve yıkım götürmektedir!

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN