Donald Trump'ın Kudüs'le ilgili Karakuşi kararından sonra yeni bir kıpırdama baş gösterdi ve dünyayı İntifada beklentisi sardı. Hamas, Filistinlileri İsrail'e karşı yeni bir intifadaya; üçüncü intifadaya çağırdı. Bununla birlikte bu kararın arkasında Trump ve ABD olduğundan Es Sebil gazetesi yazarlarından Hazım İyad İslam dünyasını ABD ve çıkarlarına karşı küresel intifadaya çağırıyor. Kurtuluş Savaşı deyimiyle söyleyecek olursak; hattı intifadadan sath-intifadaya doğru bir çağrı var. Beklentinin çapı büyüdü. Daha doğrusu iki çağrı var: Birisi, Filistin çapında mevzii veya yerel intifada çağrısı ikincisi ise küresel düzeyde, çapta intifada çağrısı. ABD'ye karşı intifadayı Mahatma Gandi'nin İngilizlere karşı sivil itaatsizlik tutumuna, ruhuna benzetebiliriz. Lakin intifada sadece itaatsizlik veya otorite tanımama ile sınırlı değil. Onun ötesine geçen tutumlar var. Araplar bazen bunu hibbe/kalkışma şeklinde de ifade ediyorlar.
Öncelikli olarak yorumcular, Trump'ın bu adımının gerisindeki amacı veya muharrik unsuru araştırıyorlar. Anlamaya çalışıyorlar. Küp içindekini sızdırırmış; Trump da en az İsrailli liderler kadar İslam'a ve Müslümanlara düşman. Hatta İslam'a hakaret için İsrail'i araçsallaştırdığı, kullandığı bile varsayılabilir! Bu nefreti, Trump'ın tek yanlı İsrail bağımlılığına mal etmek basit bir akıl yürütme olur. Bütün bunları İsrail'i memnun etmek için mi yapıyor dersiniz? Zaman zaman hastalıklı düşmanlığını çeşitli kararlarla dışa vuruyor. Bunlardan birisi altı İslam ülkesine yönelik olarak seyahat yasağı getirmesiydi. Sadece bir ülkeye; bir İslam ülkesine mensup olmak bu şekilde cezalandırılıyor. Bu hem seçmece, hem de toplu cezalandırma. Seçmece zira sadece muayyen bir İslam ülkesi vatandaşlarına yönelik bir cezalandırma. Toplu zira bir ülkenin bütün vatandaşlarını kapsıyor. Trump'ın bu yöndeki motivasyonunu gösteren ikinci örnek ise İngiliz aşırı sağına ait İslamofobik bir iletiyi takipçileriyle paylaşmasıdır. Paylaşılan mahut iletide, hepsi mağdurlardan oluşan bir grup Müslüman, saldırgan suretinde takdim ediliyor. Bu İngiltere Başbakanı Theresa Mary May'i bile çileden çıkardı. Halbuki, May'in 'radikal Müslüman' unsurlardan hoşlanmadığı ve onlara karşı bir tiki olduğu biliniyor. Demek ki el cünunu fünun dedikleri gibi radikallikte elvan elvan.
*
Anlaşılan Trump da köklü bir İslam düşmanlığı var. Bu nedenle de seleflerinin kesinlikle kaçındığı bir adımı attı. Bu Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip'e göre cehennemin kapılarını açmaya amade bir karar. Hamas yöneticilerinden İsmail Rıdvan da aynı kanaati paylaşıyor. Bu karar kimi Arap gazeteleri tarafından 'ikinci nekbe' olarak da kabul görüyor. Bununla birlikte ikinci olması tartışmalı. Zira 'Birinci Nekbe' ittifakla 1948 yılında İsrail'in kurulmasına tekabül etse de, 5 Haziran 1967 savaşı ve Doğu Kudüs'ün kaybı kimi Müslümanlar tarafından 'İkinci Nekbe' olarak ifade edilmektedir. Bu durumda Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma ve elçiliği buraya nakletme işlemi üçüncü nekbeye tekabül etmeli.
Üçüncü nekbe üçüncü intifadayı mı tetikleyecek? Filistin veya işgal altındaki topraklar birçok potansiyel intifada süreçleri yaşadı. Lakin üçüncü intifada bugüne kadar hiç kuvveden fiile çıkmadı. Hep teğet geçti. Beklentileri karşılamadı. Bununla birlikte Trump'ın bu adımı yeni bir intifadayı doğuracak olursa Trump'ı 'ikinci Şaron' olarak tanımlamamamız gerekecek. Sebebi de 28/29 Eylül 2000 tarihinde bin İsrail polisi eşliğinde Mescid-i Aksa'nın harim-i ismetini veya haremini ihlal ederek İkinci İntifada'yı tetiklemiş olmasıdır. Bu durumda Trump'ın selefi pozisyonunu ihraz edecektir. Hal böyle olunca; Berlusconi'den de renkler taşıyan Trump 'ikinci Şaron' olmaya hak kazanmış oluyor. Şaron buldozer lakabı taşıyordu ve kontrolsüz çıkışları ve paldır küldür karakteriyle anılıyordu. Dolayısıyla Trump Berlusconi'den renkler taşıdığı kadar aynı zamanda Şaron'dan da renkler taşıyor.
*
Trump bu adımından evvel damadı Jared Kushner üzerinden İsrail-Filistin arasında asrın pazarlığını kotarmaya çalışıyordu. Bununla birlikte nabız yoklamaları fos çıkmış ve Mahmut Abbas'ı bile tatmin etmekten uzak kalmıştı. Abbas Kushner ile teması kesmişti. Bu nedenle de gerçekte ortada iki devlet modelini esas alan ve Kudüs'ün geleceği noktasında Filistinlileri tatmin eden bir plandan söz edilemez. Bu açıdan Mahmut Abbas'ın sözlerinin hilafına ortada barış planı falan yok. Sadece eskizler var. Nedeni de İsrail'in kafasından iki devletli çözümü çoktan silmiş olmasıdır. İsrail'in barış planından bahsetmesi sadece karşı tarafı oyalamaya matuf ve oldu-bitti ile Filistin'e tamamen el koymayı amaçlıyordu. Birçok yazarın birleştiği gibi ortada ne barış, ne de barış girişimi bulunuyor. Sözgelimi Haaretz gazetesinin saygın yorumcularından Zvi Bar'el Trump'ın barış sürecini katletmediğini sadece ölümünü ilan ettiğini ifade ediyor (Analysis Trump Didn't Kill the Peace Process. He Pronounced It Dead). Onu teyit ile Phyllis Bennis tahrip için ortada bir barış sürecinin bulunmadığını yazıyor (No "Peace Process" Exists to Destroy, But Trump's Jerusalem Decision Dangerous as Hell). Peki! Trump tam olarak ne yaptı? Gerçeği tortularından arındırarak çıplak hale getirdi.
Peki bunun muhtemel sonuçları ne olabilir? Evet! Birçok yorumcunun birleştiği gibi Netahyahu-Trump ikilisi ve ortak iradesine mukabil karşı bir irade yok. Bu durumda birileri 'karşı tarafın eli kolu bağlı; hiçbir şey yapamaz' diyor. Kimileri de aynı doğrultuda Filistinlilerin umutsuz olduklarını yazıyor. Bütün bunlar doğru ama doğrunun sadece bir parçası.
Bu adım Amerikan bağımlısı Arap rejimlerinin meşruiyetlerinin sorgulanmasına neden olacaktır. Sokakta bir galeyan hali meydana getirecektir. Kurulu Arap rejimleri mengene vaziyetinde İsrail-ABD ile halkın kıskacı arasında kalacaktır. Çünkü artık her şey açıkta cereyan ediyor. Arap halkları yöneticileri kadar bozulmadılarsa; bu zincirleme bir infial uyandıracak, reaksiyona neden olacaktır. Unutmayalım ki, Arap liderlerinin tasfiye edildiği bir dönemden geçiyoruz. Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın dedesi Birinci Abdullah 1951 yılında ihanet gerekçesiyle Filistinli öfkeli kalabalıkların tartaklaması sonucu Mescid-i Aksa'da linç edilmiştir.
Söz ihanetten açılmışken; son günlerde Churchill'in bir sözü yeniden gündem oldu. Fransızlar ölürse devlet ölür, İtalyanlar ölürse iman ölür, Almanlar ölürse güç, azamet ölür, İngilizler ölürse siyaset ölür diyen Churçchill'e soruluyor "Peki Araplar ölürse ne olur?" diye. Cevabı şu oluyor: İhanet ölür. Trump bu çılgınca adımıyla birlikte gerçekten de bölgeyi ateşe atıyor. Bunun sonucu olarak belki de yakın tarihte hiç bu kadar Arap halklarıyla yöneticileri arasında makas bu denli açılmamıştı. Bu kızgın kalabalıkları yeniden sokağa itebilir.
Yine tarihin hiçbir döneminde Arap Siyonistleri tabir edilen bazı Arap yöneticileriyle Hıristiyan Siyonistler bu denli iç içe geçmemişlerdi. Kimileri, Hıristiyan Siyonistlere sadece Evanjelikler olarak algılıyor ama onlardan öte bir ufku temsil ediyorlar. Taha Akyol gibi yazarlar her zaman olduğu gibi sükuneti, sağduyuyu telkin ediyorlar. İsrail İstihbarat Bakanı Israel Katz da aynı şekilde Arap liderlerini kendilerini tutma ve kontrol etme becerilerinden dolayı tebrik ediyor. 1969 yılında da Mescid-i Aksa'nın kundaklanmasının ardından Golde Meir beklenen infial gelmeyince Arap liderlerinin sağduyusunu veya öfke kontrollerine şapka çıkartmıştır. Onun için de Arap-İsrail çekişmesi uzadıkça uzamış ve yeni fasıllarla yoluna devam etmiştir. Burada pasifizme sağduyu yakıştırması yapıldığı zahir.
Bir zamanlar denildiği gibi dünyayı deliler yönetiyordu şimdi de çılgınlar yönetiyor. Ve bu çılgınların yaptıklarının altında anlam veya mana ya da hikmet aranıyor. Olsa olsa zırvalarlar.
Mesele pasifizmi özendirmekte değil çılgınları dizginlemektedir. O zaman dünya barışa kavuşur. Barış adamı olmadan barış gelmez. Barış barışçıyla gelir.
Sonuç itibarıyla, Netanyahu gibi Trump da kundakçı ve yanlış adamdır. Batılılar doğru adama right/man diyorlar. Haydut, serseri rejime de rogue/state ve yoldan çıkmış, yolunu şaşırmış yamuk adama da rogue/man deniliyor. Netanyahu ile Trump tencere yuvarlanmış kapağını bulmuştur. El ele bölgeyi ateşe veriyorlar!