Mısır'ın Hasan Mutlucan'ı, Ahmet Said vefat etti. Hem de kaderine iz düşen bir günde. 4 Haziran 2018 tarihinde yani 5 Haziran 1967 savaşına denk gelen bir günde aramızdan ayrıldı. Sanki ölüm fermanında, gününde misyonuna bir gönderme vardı. Bu bize rahmetli Necmettin Erbakan'ın 28 Şubat gününden bir gün öncesinde vefatını hatırlattı. Hoca'nın kaderi 28 Şubat süreciyle düğümlenmişti. Erbakan Hoca 27 Şubat 2011 tarihinde vefat etmiştir. Vefatıyla yaşadığı olay arasında bir bağ ve derin ilinti vardı. Buna kaderin bir cilvesi demekten başka çaremiz yok. Ahmet Said aynen Hasan Mutlucan'ı hatırlatıyordu. Kahire'den yayın yapan Savtu'l Arab'ın Davudi sesli spikeri Ahmet Said, Nasır rejimi lehine Arap sokaklarını inletiyor, coşturuyor ve bir baştan diğer başa sallıyordu. Nasır gücünü başyazarı Muhammed Haseneyn Heykel'in olduğu yarı resmi el Ahram gazetesiyle Ahmet Said'in müdürlüğünü ve spikerliğini yaptığı Savtu'l Arap'tan alıyordu. Yalnız ortada bir sorun vardı. Ahmet Said'in hançeresi çalıştıkça Nasır rejimi cephelerde dökülüyor ve hezimetten hezimete koşuyordu. Nekbe felaketinden sonra Araplara bir de Nekse felaketi yaşatmıştı. Esasında nekse/gerileme kelime oyunundan ibaretti. Doğu Kudüs'ün kaybedilmesi sonuçları itibarıyla İsrail'in kurulması kadar büyük bir felaketti. Nasır ise halkına bu hezimeti 'nekse' suretinde yutturuyor, pazarlıyordu. Bindirilmiş kıtalar ve halk yığınları, hezimete bile coşuyor Nasır'ı ve onun gibilerini bağırlarına basıyor ve mağlubiyetini galibiyet sayıyordu. Ahmet Said, Nasır'ın propaganda aygıtı ve makinasıydı. Firavun'un sihirbazları gibi kitleleri teshir ediyor ve uyutuyordu. Kitleleri coşturmasına coşturuyor ama bu coşku hali vakıadan kopuk gelişiyordu. Coşku tadında halkı uyuşturuyordu. Kimilerinin savaşın baştan cephe gerisinde satıldığını söylüyordu. Sedat'ın 6 Ekim 1973 zaferi gibi Nasır'ın 5 Haziran 1967 yenilgisi de tertip ve komplo muydu? Halk Ahmet Said gibiler yüzünden Nasır rejiminden hesap sormadı, soramadı. Bazı aklı evveller, 'savaşı kaybettik ama rejimi koruduk; hala dimdik ayaktayız' mealinde pişkince şeyler söylüyor, naralar atıyorlardı.
Gamsızlığına delalet eden bir biçimde Nasır'ın ağır propaganda toplarından Ahmet Said tam 93 yaşında bir 4 Haziran sabahı (2018) dünyaya veda etti. Geride vakıadan kopuk avazları ve konuşmaları kaldı. Arap dünyasında benzerleri oldukça bol. Bunlardan birisi de Saddam Hüseyin'in Ahmet Said'i olan Muhammed Sahhaf idi. Ona dayanarak hepimiz 2003 işgali sırasında Bağdat'ın direneceğini varsaydık ve 'uluc' tayfasına yani gavurlara bir ders vereceğini umduk. Heyhat! Ne yazık ki hayal kırıklığına uğradık. Sahhaf da gerçekle propagandanın birbirinden ayrıldığı lahzada soluğu Birleşik Arap Emirliklerinde aldı. Bu da bize Ahmet Said'lere güvenmeden önce on kez düşünmeyi öğretti. Tatarların izinden gelen yeni gavurlar (uluç) yine kolayca Bağdat'ı işgal etmişlerdi. Bağdat yine ihanetler zinciri içinde el değiştirmişti.
Ahmet Said, 1952 yılında devrimin sesi olarak kurulan Savtu'l Arap adlı radyoda 1953 ile 1967 arasında 14 yıl boyunca spikerlik ve müdürlük yapmıştı. Nasır rejiminin süngüsü düşünce ve propagandalarının gerçeğe değil de palavraya dayandığı anlaşılınca görevinde daha fazla kalamazdı. Nihayetinde aynı yılın Eylül ayında mikrofonlara veda etti. Yenilgi sırasında hep halka zafer haberleri vererek neşelendirmişti. Bu konuda ölümünden evvel bir itirafta bulunmuş ve şöyle demişti: "Cephe haberlerini askeri kaynaklara dayandırıyorduk. Halbuki, bize bu bilgiler veya haberler resmi kanallardan geliyor biz de bunları harfine dokunmadan yayınlıyorduk…" Rejim adına ısmarlama haber okuyorlardı. Ahmet Said'e sadece, halkı ikna edici hançeresini konuşturmak kalıyordu. Yalanın ipi kısadır. Nitekim Nasır'ın propaganda mekanizması da çöktü. Ama ne gam!
Yenilgiyi üstlenemediler veya paylaşamadılar! Fatura cephe gerisinde Cezayir asıllı şarkıcı Verde gibi şarkıcılarla gönül eğlendiren Savunma Bakanı Abdulhakim Amir'e kesildi. Kabak onun başına patladı ve bedeli o ödedi. Resmi rivayete göre, hapiste hücresinde intihar etmişti. Ailesi buna hiç inanmadı.
Peki neden böyle? Araplar temenniler üzerine vakıadan kopuk siyaset üretiyor ve yürütüyorlar. Etki politikası yerine tepki politikasını tercih ediyorlar. Bu açıdan hep olayların bir adım önünden değil gerisinden gidiyorlar. Osmanlı sonrasında ihanet üzerine şekillenen bir süreçten bahsedebiliriz. Vekalet rejimleri savaşı cephede değil daha ziyade sloganlar, hançereler ve şarkılar ve marşlar üzerinden kazanıyorlar. Sonuçta vekalet rejimleri kurgulanan ve üzerlerine düşen siyaseti uyguluyorlar. Efendileri önünde zafer kazanmaya cesaretleri yok. İktidarda kalmaları halkı bastırmalarına bağlı olduğu kadar İsrail önünde eğilmelerine de bağlı. Bu açıdan İsrail fiil üretirken Araplar tepki üretiyorlar. Bunun için Kureyş'in Uhud Savaşında yaptığı gibi şarkıcıları devreye sokuyorlar. Onlar da hançerelerini yırtarcasına 'Ümmü Gülsüm ile Tel Aviv'de randevumuz var' tarzında sloganlar üretiyorlar. Şarkıcıları da 'Kudüs'te İftar Edeceğiz' diye tempo tutuyor, şarkı söylüyor! Yine Erbakan Hoca'nın bir boşboğaza ifadesiyle onlarda 'hitabet on, icraat sıfır".
Arapları yöneten rejimler reşit olmadıkça hiçbir savaşı kazanmaları mümkün değil. Bu nedenle de sadece halkın üzerinde boza pişiriyorlar.
Vekalet rejimleri hep konuştu hiç icraat yapmadı. Nekse yani 1967 yenilgisinin üzerinden tam 51 yıl geçti ve hala Aksa esir. Arap rejimleri eskiden konuşuyorlardı şimdi ise konuşmaz oldular. Lalu ebkem kesildiler. Sadece Ürdün rejimi İslami eserler üzerinde manevi otoritesini korumak istiyor. Lakin Asrın Pazarlığı olarak bilinen Filistin meselesini tasfiye planı ve süreci Ürdün otoritesini de aşındırma potansiyeli taşıyor. Önüne katıp silip süpürebilir. Zaten bu planın merkezinde bulunan Trump'ın damadı Jared Kushner, BM çatısı altında 'aykırı faaliyetler' yürüten Kuveyt elçisini uyarmış ve Kuveyt'in bu pozisyonuyla Araplar arasındaki mutabakata ters düştüğünü ve akıntıya kürek çektiğini söylemiştir! Dediği aslında pek de hilaf-ı hakikat değil. Hatta gerçeğin ta kendisi. Ürdün rejimi statükoyu savunduğu veya bundan vazgeçmediği için çizgi dışı veya anakronik bir vaziyette kalmıştır. Yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve halkın kazan kaldırması da buna bağlanıyor. Ürdün Kralı İkinci Abdullah da olaylarda dış güçlerin parmağına işaret etmiştir. Kimileri Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın İstanbul'da yapılan Kudüs zirvelerine şahsen katıldığı için de cezalandırılmış olabileceğini söylüyorlar. Bu aleyhte tutum esasında Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın şahsıyla alakalı bir durum değil. Ürdün veya rejiminden vazgeçilmesi zaman meselesiydi. Belki de o an gelip çattı. Rejimin hizmet ve kullanma süresi dolmuş olabilir. Belki de kimilerinin de ifade ettiği gibi Şerif Ailesi son yüz yıllık tarihinde ilk defa böyle şerefli bir mücadele yürütüyor. Fakat ne ekersen onu biçersin. Bir gün kaçınılmaz olarak hasat günü veya hesap günü gelip çatar.
Ürdün, rejimi açısından değil konumu açısından bu duruma düşmüş ve kontrpiyede kalmıştır.
Sonuç olarak, 1967 savaşı güçsüzlükten dolayı değil ihanet nedeniyle kaybedilmiştir. Mısır ne psikolojik ne de ideolojik olarak böyle bir savaşa hazır değildi. Abdulhakim Amir gibi pilotları da savaş öncesi gece eğlence nöbetinde idi. Akşamdan gece kulüplerine damlayarak sızmışlar ve sabahleyin derin uykuda uyurken İsrail uçaklarını imha etmiştir. Acı ama gerçek!
1967 bir devrin, bir umudun da sonu olmuştur. Nekse ile birlikte Arap milliyetçiliği de pörsümüş, ölümcül bir darbe almış ve yerini İslami kesimlerin yükselişine bırakmıştır.