Suriye konusunda İsrail, Rusya ile İran arasında bir gergef var. Putin dolaylı olarak İsrail ile İran arasında köprü vazifesi görüyordu. Bununla birlikte Putin, İran ile İsrail arasında pürüzleri tam olarak gideremedi. Bir de üstüne üstlük İsrail'in bir Rus uçağını düşürmesiyle birlikte aracı ile İsrail arasındaki ilişkiler de gergin atmosferine yuvarlandı, ipler gerildi. 24 Kasım 2015 tarihinde düşürülen Rus uçağından sonra Türkiye ile Rus ilişkilerine benzer bir gelişme yaşandı. Elbette İsrail ile Rusya arasında kanallar kapalı değil lakin İran'a köprü olacak kadar da açık sayılmaz. Bu durumda İsrail'e yeni bir köprü ve araç lazım. İsrail İran olmadan yapamaz! Bu görev de Umman Sultanlığına düşüyor, taayyün ediyor. Aralarında resmi ilişki olmamasına rağmen Netanyahu kalkıp Umman Sultanlığının kapısını çaldı ve Sultan Kabus ile bir araya geldi. Daha önce de İsrail'in eski Cumhurbaşkanı (aynı zamanda sabık Başbakan ve Dışişleri Bakanı) Şimon Peres de Doha'yı ziyaret ederek yetkililerle bir araya gelmişti. Cemal Kaşıkçı olayıyla birlikte görevinden alınan Ahmet Asiri ve Abdullah Bin Zayed gibi Suudlu ve BAE'li yetkililer de İsrail yöneticileriyle çat kapı görüşebiliyorlar.
Netanyahu ile Sultan Kabus arasındaki buluşmanın nedeni veya eski ifadesiyle sebebi ziyaret ne olabilir? Bazıları meselenin Filistin meselesiyle bağlantılı olduğunu ileri sürüyorlarsa da meselenin bununla uzaktan yakından alakası bulunmuyor.
Geçmişte bir zamanlar Fas veya Romanya gibi uluslararası ilişkilerde aracı ülkeler vardı. Şimdi de bunlara Umman Sultanlığı eklendi. Bilindiği gibi John Kerry, İran ile 5+1 ülkeleri arasında bir anlaşma sağlanması için gizli bir müzakere trafiği yürütmüş, bu trafikte Umman sultanlığı köprü vazifesi görmüştü. 8 ay süren gizli görüşmelerden sonra mesele olgunlaşmış ve nükleer anlaşma kotarılmıştır.
Netanyahu şimdi de aynı kapıyı çalıyor. Umman Sultanlığı üzerinden İran ile dolaylı temas trafiği arıyor. Zira Suriye'nin belirsiz statüsü İsrail'i son derece rahatsız ediyor. Bu nedenle de İsrail İran ile dolaylı görüşmeler için bir yol ve köprü arıyor. Umman Sultanlığından daha iyi bir köprü bulması da zor görünüyor. Bu nedenle de John Kerry'den sonra Netanyahu da aynı noktada ve güzergahta şansını arıyor, deniyor. Bu durumda şu soru akla geliyor: İsrail, İran rejimine nasıl bakıyor? Mutlak düşman olarak mı görüyor yoksa bölgede bazen lehine olabilecek bir denge unsuru olarak mı mütalaa ediyor? Başka bir ifadeyle, 2011 yılından itibaren Suriye'de halk hareketiyle birlikte İsrail'in Esat'ı devirmekten yana olduğu zehabı ve yorumu epey kabul görmüştü. Ama bu değerlendirmelerin hepsi isabetsiz çıkmıştı. İbre Esat'tan yana dönmeye başlayınca İsrail yöneticileri de ağızlarındaki baklayı çıkarmışlar, net tavırlarını ortaya koymuşlardı. Esat yandaşları gibi 'Esat evla ehad/ Ya Esat ya da Esat' naraları atmaya başlamışlardı. 'Ya devlet başa ya kuzgun leşe' denildiği gibi İsrail de Esat'ın kuyruğuna tutunmuştu. İsrail tarihi boyunca daima sağ gösterip sol vurmuştur. Esat'ın gitmesini istediği yönünde bir intiba oluşmuşsa da bu algının yanlışlığı daha sonra ortaya çıkmıştır. Peki! İsrail, İran Devriminin yıkılması konusunda samimi mi? Yoksa racih ve baskın maslahatı kalmasını mı gerektiriyor? Elbette kimse İsrail'in yüzde yüz İran rejiminden memnun olduğunu söyleyemez. Lakin siyasi ve dini bir mikser olarak ondan daha etkili bir biçimde kimse bölgeyi karıştıramaz! İsrail lehine bölgenin yıpranması ve enerjisinin tükenmesi İran rejiminin bekasına bağlıdır. İran olmasaydı İsrail olanları tahayyül dahi edemezdi. 2013 yılından itibaren İsrail Arap halklarının iradesi karşısında artıya geçmişse bunun iki nedeni ve amili var. Birincisi karşı darbe/devrimleri tetikleyen BAE ile Suudi Arabistan faktörü, ikincisi de Suriye üzerinden İran olmuştur. Sünni kitleleri durdurarak İran İsrail'e büyük hizmet ifa etmiştir. Kısaca Riyad ekseni ile Tahran ekseni bölgeyi karıştırmakta İsrail'in bekasına ve çıkarlarına hizmet etmiştir.
Bu hizmetleri neticesinde bugün İsrail ile ilişkiler pervasız bir biçimde yürütülmekte. Katar'a İsrail'den bir cambaz ekibi gelmiştir. Suriyeli muhaliflerden Halit Hoca'nın hatırlattığı gibi neredeyse İsrail ile dolaylı ilişki kurmayan bir Körfez ülkesi kalmamıştır. Bunun tek istisnası Kuveyt'tir. Bu İran'ın bölgede estirdiği korku ile Esat rejimi gibi müstebitleri desteklemesi sayesinde gerçekleşebilmiştir. ABD Soğuk Savaş sırasında SSCB'yi korkuluk olarak kullanırdı. Hala da Kuzey Kore, İran, Rusya gibi ülkeleri korkuluk olarak kullanmaya çalışıyor. İsrail'in korkuluğu da İran'dır. Bu açıdan bu rejimin yıkılması İsrail açısından ağır bir bedel olacaktır. Pençeleri sökülmüş zararsız bir biçimde ortada kalması yeğ ve İsrail'in sınırsız yarar ve menfaatinedir. Bu açıdan da İran ile temas yollarını arıyor ve bu yolların veya köprülerin başında da ortak yaşam modeli veya koçu olarak tanıtılan Umman Sultanlığı gelmektedir.
Bir zamanlar Mübarek Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ı kastederek aramızda 'herveleciler' var demişti. Herveleci tabiriyle İsrail'in kucağına doğru koşanları kastetmişti. Mübarek bu sözleriyle sadece kendisinin İsrail'e koşmasının yeterli olacağını ima ediyordu. Şimdi de Körfez ülkeleri İsrail'i arkalarına alarak birbirlerine karşı güç gösterisinde bulunuyorlar. Birbirlerine karşı mücadelede İsrail ile arkalarını sağlamlaştırıyorlar. Netanyahu Muskat'ta İran ile temas noktası ve yolu arıyor. Fazla uzak sayılmaz, gönül gönüle karşı.
Körfez ülkeleri İsrail'e yaklaşırken, hervele yaparken bazı Araplar ile birlikte Batılılar da Esat'a doğru hervele yapıyorlar. İşlem biraz karışıksa da yönler aynı. İsrail'e giden Esat'ı, Esat'a giden İsrail'i yanında bulur. Bütün yollar şimdilik İsrail'e çıkıyor ama Esat'dan geçiyor.
'Esat gitsin, İran kalsın' denklemi yanıltıcı. İsrail'e göre denklemin doğrusu şudur: Esat kalsın, İran karıştırsın!