Cemal Kaşıkçı olayının arkasında kimileri Amerikan parmağı ve bağlantısı arıyorlar veya bundan söz ediyorlar. Bu konuda şüphelerini serdeden ve paylaşanlar oldu. İlk günden beri bunun katıksız bir Suudi Arabistan operasyonu olduğuna değindik. Hilafsız doğrusu da budur. Bu gerçek gün be gün ayan oluyor. Bazı programlarda karşılaştığımız Abdullah Çiftçi gibi isimler olayda Amerikan parmağı olduğuna inanıyorlardı. Lakin son veriler bu tezin yanlışlığını ispat ediyor. Sözgelimi baştan beri bazı yanlış bilgiler paylaşıldı. Bu bilgiler doğrultusunda ilgili tez seslendirildi. Bu bilgilerden birisi, evlilik belgelerini almak için Cemal Kaşıkçı'nın Washington'daki Suudi Arabistan Elçiliği yetkilileri tarafından İstanbul'a yönlendirildiği bilgisi idi. Cemal Kaşıkçı bazı işlemler için uğradığı ülkesinin elçiliğinde Halit Bin Selman ile görüştürülmüştü. Lakin Hatice Cengiz bunun evlilik işlemleri için olduğunu reddediyor. Görüşmelerin tarihi eskiye dayanıyor. Elbette zati işleri veya yanındaki aile fertleriyle ilgili işlemleri takip için elçiliğe uğraması kaçınılmaz bir durum. Burada tanınmış birisi olması hasebiyle elçi ile görüştürülmesi de münasip bir durum. Lakin bu durumun evlilik hazırlıklarıyla ilgili olmadığı bizzat Hatice Cengiz tarafından ifade edilmektedir. Bunun ötesinde Cemal Kaşıkçı dostlarından Yasin Aktay daha detay ve kritik bir bilgi daha veriyor. Bu da Türkiye'nin tezi olan cinayetin önceden tasarlamasının ve hazırlıkların yapılmasının kısa bir süreye sığdırılmasıdır. Milliyet gazetesine yaptığı değerlendirmede Yasin Aktay cinayetle ilgili bütün hazırlıklar ve infazın dört güne sığdırıldığını haber veriyor. Bu matematiksel bir bilgi. Kısaca, Cemal Kaşıkçı 28 Eylül tarihinde ülkesinin İstanbul'daki konsolosluğuna uğruyor ve ertesinde hafta sonunu Londra'da geçiriyor. Salı günü yani infaz günü de Türkiye'ye avdet ediyor. İşte bütün plan program, hazırlık ve infaz bu arada gerçekleştiriliyor. Bu itibarla Yasin Aktay da olayda Amerikan parmağı veya bağlantısına dair yorum ve iddiaları inandırıcı veya kabil-i tasdik bulmuyor.
Suudi Arabistan rejiminin Cemal Kaşıkçı'yı kaçırmak veya öldürmek için fırsat kolladığı belli. İstihbarat araç gereçleri veya programlarıyla onu izledikleri de söylenebilir. Bu durum kısmen İngiltere veya ABD için de geçerli olabilir. Lakin süreç ve sonuç ani ve hızlı cereyan ediyor. 4 gün içinde olup bitiyor. Bu açıdan olayda yabancı bir ülke parmağı aramak beyhude. Buna dair bütün tezler düşmüştür. Cemal Kaşıkçı'nın bedenini eritmede kullandıkları varsayılan kimyasalları da, zehir ve kimyasal madde uzmanlarıyla birlikte getirmiş olmaları pek muhtemel. Bu ayrıntılarda elbette netlik bulunmuyor. Bununla birlikte bazı terör eylemlerinde kullanılan C-4 patlayıcılarının devlet envanterleri içinde olması gibi Yusuf Karadavi'nin oğlu Abdurrahman Yusuf'un da isabetle kaydettiği gibi bedeni veya kadavrayı eritmede kullanılan kimyasalların devlet kontrolü dışında bulunması ihtimali yok denecek kadar zayıftır.
Belki de infaz işlemini kolaylaştıran hususlardan birisi BBC ve New York Times gazetesinin yazdığı gibi Kaplanlar Timi (The Tiger Squed) adı verilen ölüm timinin emre amade beklemesi yani hazırlıklı olmasıdır. Hedefi tespit ettikten sonra icra etmek zor değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kayıtların Suudi Arabistan istihbarat yetkilisine dinletilmesi sırasında ilk tepkisi 'bunu ayık kafa ile yapmak mümkün değil, adamlar eroin almışa benziyor' oluyor. Zira Yasin Aktay'ın da ifade ettiği gibi öldürme işlemi ve tarzı gayet barbarca. Cemal Kaşıkçı astım hastası da olduğundan boğazına poşet geçirdiklerinde ve nefes alamadığında 'boğuluyorum' diye feryat ediyor, çığlık atıyor. Adamı Kızıl Khemerler yöntemiyle öldürüyorlar. Olay günüyle ilgili sorgulanan Türk asıllı konsolosluk şoförlerden birisi de ekibin olay sonrası lokantaya giderken yol boyunca alkol aldıklarına tanıklık ediyor. Olayın şokunu atlatmak veya azaltmak için boğma ve vücudunu parçalara ayırma işlemi sırasında Adli Tıp Uzmanı Tubeyki veya Mitrip yanındakilerden müzik çalmalarını istiyor. Bu ya olayın ağırlığını bastırmak için ya da dışarıdan dinleme ihtimaline karşı başvurulmuş bir tedbir olabilir.
FRANSIZ MUVAZAASI!
Cemal Kaşıkçı olayıyla alakalı ülkeler garip veya beklenmedik tavırlar alabiliyorlar. Bunların başında son sıralarda bir ülkeden ziyade çakal gibi davranan Fransa geliyor. Tamamen karaktersiz liderler tarafından yönetiliyor. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yeves Le Drian Cemal Kayıkçı olayıyla alakalı kendilerine bilgi verilmediğini veya gelmediğini söylüyor. Halbuki ses kayıtları birçok ülke istihbaratı ile paylaşılıyor, dinletiliyor. Bu paylaşmadan anladığımız dinletiliyor. Bu kayıtların veya belgelerin kopyalarının veya asıllarının ilgili ülkelere verildiğini anlamına mı geliyor? Daha ziyade tape veya kayıtların dinletildiğini anlıyoruz. Sözgelimi Trump da Türkiye'den belgeleri istemişti. Onun yerine CIA Başkanı Gina Haspel Türkiye'ye gelerek belgeleri görmüş veya tape veya kayıtları dinlemişti. Suudilere de böyle servis ediliyor. Yani kimseye elden teslim edilmiyor ya da belge gönderilmiyor, Türkiye'ye celp edilerek paylaşılıyor. Türk kaynakları Fransız istihbaratının da diğer ülke istihbaratları gibi kayıtlara muttali olduğunu doğruluyor. Lakin kurnazlık yapan Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yeves Le Drian Trump gibi daha ötesinde belgelere mi ulaşmak istiyor? İlgili Dışişleri Bakanı Türkiye'nin dolap peşinde olduğunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi bir oyun oynadığını ileri sürüyor. Suudileri cinayetle suçlayacağı yerde delilleri veya kanıtları paylaşan Türkiye'yi suçluyor. Halbuki, Fransız istihbaratı kayıtları dinliyor. Burada Fransa'nın hem olayla ilgili hem de uluslararası pozisyonuyla ilgili iki uyumsuz görüntüsü, tutumu var. Türkiye'yi suçlayarak suçlu tarafla muvazaaya veya pasiften de olsa cinayet ortaklığına gidiyor. Bundan 53 yıl önce (1965) yılında da Mehdi Bin Bereke cinayetinde de Fas Kralı İkinci Hasan ile birlikte muvazaa içine girmişti. Demek ki bir Fransız klasiği ile karşı karşıya bulunuyoruz. Fransa eski Fransa, akbabalar gibi kadavralardan besleniyor. İkinci uyumsuz tutumlu ortağı da Almanya'nın hilafına Suudi Arabistan ile silah satış bağlantılarını iptal etmeye yanaşmıyor.
Kayıtları veya tapeleri dinleyen Suudi Arabistan istihbarat yetkilisi şok olduğunu söylüyor. Kanada Başbakanı Justin Trudeaus da kayıtları bizzat kendisi dinlemese de ülkesinin istihbarat birimlerinin dinlediklerini ve ilgili kayıtlara ulaştıklarını söylüyor. Dolayısıyla hem bir haddi aşma hem de bir saptırma söz konusu. Trump ile Macron gibi batılılar cüzdan ile vicdan arasında kalınca hemen cüzdana sarılıyorlar. Cinayetin işlenmesinde Muhammed Bin Selman'ın dışında kimsenin dahli yok ama birçok potansiyel ortağı var. Bunlardan birisi Macron diğeri de Trump. Nitekim, Yasin Aktay Trump belgelerin üzerine yatacak olursa; Muhammed Bin Selman'ın pasif ortağı haline geleceğini söylüyor. Yerden göğe kadar haklı. Cinayetin failleri belli ama siyasi ortakları zamanla tezahür edecektir.
Muhammed Bin Selman ve sırdaşları pervasızlıklarıyla hesapsız kitapsız iş yaptılar, başlarına iş açtılar. Kur'an onların durumunu şöyle tasvir eder: "Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa (Bakara: 81)!" Evet aynen öyle olmuştur. Kötülükleri tarafından kuşatıldılar. Çıkış noktası bulamıyorlar. Bu itibarla Jean-Yeves Le Drian Türkiye'ye suçlayarak Netanyahu da Gazze'yi hedef alarak gündem saptırmaya çalışıyorlarsa da pek muvaffak olamıyorlar. Gündem sapmadan yerinde sebat ediyor.