Bilindiği gibi her Arap ülkesinde maganda tabir edilen savaş sıralarında ortaya çıkan fiili ya da barış dönemlerinde araziye karışan potansiyel çeteler var. Bunlara Yugoslavya'da çeteden bozma Çetnik diyorlardı. Yugoslavya'da yine bugünlerde bir spor takımının adı üzerinden Partizanların yaşadığını öğreniyoruz.
Mısır'da bu tarz başıbozuk ve maganda sürülerine 'biltaciyye' diyorlar. Bu arada Mısırlılar kadim Türkçeden bozma en fazla deyim ve tabir üreten Arap milletidir. Bunların Lübnan'daki karşı ağırlıklarına veya benzerlerine 'zu'ran' diyorlar. Suriye'de de Beşşar Esat'ın inkar ettiği ve Türklerin uydurması dediği 'Şebbiha' sürüleri var. Artık savaşlarla yorulan, disiplini bozulan ordular da çözülüyor ve sonunda başıbozuk hale geliyorlar. Bunun en tipik örneklerinden birisi Irak ordusu ile birlikte Suriye ordusudur. Irak'taki Şii milis güçlerinden Nuceba adlı grubun ileri gelen isimlerinden Yusuf Nasiri Irak ordusunun lejyoner ordusu haline geldiğini söylemiş ve görevlerini Haşd-i Şabi'ye devretmesini istemiştir. Potansiyel anlamda resmi ordu milis ordusuna, milis ordusu ise resmi orduya dönüşmüş durumda veya bunu tezgahlayanların gönüllerinden öyle geçiyor. Böylece denildiği gibi Irak da İran'dan sonra Haşd-i Şabi çatışı altında devrim muhafızlarını üretmiş oluyor. 2003 işgalinden sonra Irak ordusunu bozan ve işlevsiz hale getiren de zaten işgalcilerle birlikte kendileridir. Milli bir ordunun yeniden teşekkülüne izin vermediler, sekter karakterli bir ordu ürettiler adına da 'Haşd-ı Şabi' dediler. Bunun baş sorumluluğu Irak'ın köhne mollalarından Sistani'ye aittir. Önce ordunun yapısını bozdular ardından IŞİD üzerinden suni bir ihtiyaçla sekter bir ordu veya milis gücü donattılar. Şimdi ise onu resmi ordunun yerine ikame etmek istiyorlar. Gerekçesi de hazır, disiplinsiz ordu! Yusuf Nasiri'nin ifadesiyle artık Haşd-i Şabi redif yani yedek bir ordu olmaktan çıkıp asli ordu haline gelmiştir. Bütün yatırımlar onun üzerine yapılmaktadır. Mezhep çatışmalarının fitilini ateşleyen Bedir Tugaylarının eski Genel Sekreteri Hadi Amiri de Haşd-i Şabi'nin düzenli ordudan daha güçlü hale geldiğini ve güvenlik güçleri sıralamasında birinci dereceye yükseldiğini ifade etmiştir.
Suriye'de ise Mahir Esat'ın komuta ettiği Cumhuriyet Muhafızları ve Dördüncü Zırhlı Tümen adlı birlik ve benzerleri de başıbozuk gruplar haline gelmişler ve çapulculuk yapmaktadırlar. Dolayısıyla savaşlarda çözülen ordular lejyoner haline gelirken bir de ayrıca başıbozuk tiplerin bir araya gelmesiyle milis güçler teşekkül etmektedir. Mısır'da istihbarat kurgulu Mahmut Bedir ile anılan Temerrüt Hareketi, Suriye'de Şebbiha gibi gruplar bunlara misaldir.
Peki! Meselenin İsrail ile ne alakası vardır? Çok büyük alakası var. İsrail kendisini çölle çevrili bir evrende bir demokrasi vahası saysa da hızlı bir biçimde bir Arap ülkesi olmaya doğru yuvarlanıyor. Bunun da kendisine has sebepleri mevcut. Sözgelimi yerleşimciler devlet içinde devlet görüntüsü veriyor. Denetimsiz ve başına buyruklar. Bunlar pür silahlı ve gerekirse İsrail ordusu ile bile savaşırlar. De Gaulle döneminde Cezayir'den çekilmek istemeyen bazı Fransız askerleri gibi. İsrail'de tehlike arz eden ikinci mihrak veya odak noktası ise eskatolojik hadiselerden beslenen çılgın dindar zümreler.
OLGUN DEĞİL ÇILGIN DİNDARLAR!
Bunlar dinin –herhangi bir din- kurallarından ( sözgelimi İslami literatürden örnek vermek gerekirse, namaz, oruç zekat gibi ) veya değerlerinden (şükür, sabır, diğerkamlık, tevekkül gibi) beslenmiyorlar doğrudan doğruya kamplaştırmaya ve ötekileştirmeye hizmet eden eskatolojik yorumlardan besleniyorlar. Onları, ne İmran oğlu Birinci Musa ne de ikinci Musa yani Musa Bin Meymun etkiliyor, yönlendiriyor. Haaretz gazetesinden Zvie Bar'el'in ' bir avuç aşırı' olarak nitelediği bu Yahudi fanatik tipler İsrail siyasetini esir almış, yön veriyorlar. Evanjelikler nasıl Amerikan siyasetini esir almışlarsa, dümenine yön veriyorlarsa bunlar da İsrail siyasetini esir almış vaziyetteler. Bu nedenle de Kutsal Topraklarda gerilim dinmiyor. Çılgınlıklarını sürekli olarak tırmandırıyorlar. Hep sonraki bir aşamaya geçiyorlar.
Kısaca İsrail'in sonunu getirecek olan iki tehlike var. Birincisi, Filistinlilerin haklarını gasp eden yerleşimciler, ikincisi de eskatolojik dürtülerin esiri olmuş kitleler ve bundan doğan dini anlamda sapkın bir cereyandır. Kadim metinlerde buna Deccal veya deccalizm denmektedir. Deccal'ın iki avenesi yani müzahir ve yardımcı gücü, topluluğu olacağı haber verilmiştir. Bu anılan topluluklardan ikincisinin Yahudiler olacağı ifade edilmektedir. ABD veya Batı dünyasındaki Evanjelizm dalgası ile birlikte değer ve kurallardan kopuk eskatolojik Yahudi cereyanı da Deccalizm denilen sahte kurtarıcılığın pençesinde bulunuyor. Bunlar liberaller kadar bile insanlıktan nasiplenmemişlerdir.
Mabet Dağı olarak anılan (Temple Mount) Harem-i Şerif'i yol geçen hanına çevirdiler. 1967 yılından beri hevesleri hiç dinmedi belki kabardıkça kabardı. 1980 ve 1981 yılında Kudüs'ü İsrail'in ebedi ve bölünmez başkenti ilan ettiler. Bu süreçte taleplerini kademe kademe yükselttiler. Oslo Anlaşmasına göre, 1999 yılında Kudüs nihai statüsüne kavuşacaktı. Rabin öldürüldü ve işler sarpa sardı. Ardından Ehud Barak, Ağustos 2000 tarihinde görüşmeler çıkmaza girince 'benden sonra tufan' politikası izleyerek 'buldozer' lakaplı Şaron'u Mescid-i Aksa üzerine sürdü. 28 Eylül 2000 tarihinde Şaron zücaciye dükkanına giren fil misali yüzlerce polis eşliğinde Mescid-i Aksa'ya damladı. Bu bütün İslam alemine bir meydan okuma idi.
2003 yılından itibaren ihlaller sistematik hale getirildi. Netanyahu döneminde ise iyice pervasızlaştı. Sonunda Kamu Güvenliği Bakanı Gilat Erdan baklayı ağzından çıkardı ve Mescid-i Aksa'nın statüsünün değiştirilmesini istedi. Bu, teritoryal yani karasal ilhaktan sonra Mescid-i Aksa'nın manevi hükümranlığının da İsrail'e geçmesi demektir. Bu son nokta veya yeni statünün belirlenmesi anlamına gelmektedir. İsrail oldubitti ile Harem-i Şerif havzasını yutmaya çalışıyor. Burada da aşamalı bir plan izleyeceği söylenebilir.
İsrail Harem-i Şerif ile birlikte Doğu Kudüs'ü 1967 yılında işgal etmişti. Lakin Doğu Şeria (Ürdün) ile Batı Şeria arasında bağlantı 1988 yılında Filistin devleti ilan edilene dek devam etti. Kral Hüseyin 1988 yılında Batı Şeria ile bağlarını kopardıklarını ilan etti. Lakin Vadi Araba Anlaşmasından sonra 1994 yılında statü geri döndü ve Ürdün Haşimi Krallığı İslami kutsal mekanların gözetimini ve yönetimini üstlenmeye devam etti.
Şimdi İsrail kafasına göre Mesci-i Aksa'nın yönetimini devralacak ve Halil kentindeki Halil İbrahim Camii gibi Mescid-i Aksa'nın kullanımını Müslümanlarla Yahudiler arasında paylaştıracak. Zira Bakan Gilat Erdan'ın, ' orada bizim de ibadet hakkımız var' demesi bunu çağrıştırıyor. Bu mantıktan yola çıkılacak olursa; O halde biz Müslümanların da Musa Peygambere inandığımızdan dolayı bütün sinagoglarda ibadet etme hakkımız saklı olmalı! İstediklerinde bu hakkı kullanmalılar.
Haçlılardan sonra Yahudiler de Şiiler de aynı yöntemlere başvurarak din üzerinden dünyevi havzalarını genişliyorlar. Önce kalıntı üretiyorlar ardından da 'Hoca'nın çivisi' deyiminde olduğu gibi bunu mülkiyet hakkına çeviriyorlar. Böylece dünya adına dini kavgaları derinleştiriyorlar. Şimdi İslam dünyası adına sadece Ürdün statükoyu muhafaza etme uğraşısı veya mücadelesi veriyor. Yüz Yılın Pazarlığına göre belki de İslam'ın bu kutsal mekanlarından bir kısmının denetim ve idaresini Suudi Arabistan'a devredilecektir. İsrail statükoyu değiştirmek Ürdün ise korumak istiyor. İnisiyatif İsrail'de olduğuna göre statükoyu korumak mümkün değil. Bugüne kadar ki gelişmeler de bunu gösterdi. Dolayısıyla statüko korunamaz. İsrail toprağa el koymak, insanını da Arabistan'a sürmek, boca etmek istiyor. 'Topraksız millete, boş toprak' nazariyesi bugün tersinden işlemeye başladı. İsrail eskiden Araplar bizi denize dökecekler diye feryat ederdi. Şimdi ise pervasız bir biçimde Filistinlileri Arabistan'a sürmekten söz ediyor. Yeir Netanyahu hem babasına hem de dedesine çekmiş. 'Filistin'de iki millet yaşayamaz diyor. Adeta bu sözleriyle, ' Arap Yarımadasında iki din barınmaz' diyen Hazreti Peygamber ve arkadaşlarına meydan okuyor, onlardan rövanş alıyor. Bu hadise binaen Hayber, Necran ve Fedek Yahudileri ( evvelü'l haşr anlamında, 1400 sene sonra Filistin'de toplanmalarının başlangıcı olarak) yurtlarından tahliye edilmişlerdir. Şimdi Yeir Netanyahu gibiler Filistin'de bunun rövanşını almaya çalışıyorlar. Zvi Bar'el'in kaleminden ve ifadesiyle akılsız ve çılgın kıyamet savaşçısı Yahudiler de bu planının yakıtı olmaktadır.
Peki öyle statüko öldü ise alternatif ne? Fetih ruhunu yeniden kuşanmak.
Mustafa Özcan