Bazı İslami anlayışlar, ekoller veya gelenekçi cemaatler milli şairimiz Akif'in Allah'a kafa tuttuğu izlenimindedir. Bu doğru mudur? Gerçekten de Akif nusretsizliği, bir başka ifade ile ilahi yardımlardan mahrumiyeti cüretkarlığına basamak mı yapmıştır? Müslümanların musab olduğu ilahi yardımdan mahrumiyet günlerini veya şer'i bir tabirle tevfikten mahrumiyeti ve hızlana 'bahane ederek' feryadını yükselterek ifade etmesi, yanlış değil midir? Nusretsizlik iki şekilde ifade edilir: Hidayet kararması (la tüziğ kulubena ba'de iz hedeytena) ve ikinci olarak da düşmana karşı zafer kazanma hususunda yardımdan mahrum kalma ve tutulan işte isabetsizliktir. Buna da kısaca, tevfikten mahrumiyet ve hizlan denmektedir.
Nusretsizlik ve isabetsizlik merhum Akif'i, Yavuz gibi da'dar eder. Allah'ın nusreti kimi zaman gelir kimi zaman da gecikir ya da gelmez. Bazı şiirlerinde Allah'tan Tevfik ister lakin İslam alemi ve ümmet çöküntü üzerine çöküntü (hizlan) yaşar. Seferler hep hezimetle biter. Atışlar hep karavanadır. Birkaç asırdır tereddi ve gerileme durdurulamaz. Kanama ümmet genelinde sürmektedir. Her ayağa kalkmak istediğinde yine yere düşer, çakılır. Akif bundan muzdariptir ve ilahi iradeye kafa tutar bir halde görünür. Nedir bunun izahı? Bu yöndeki şiirleri açıktır. Peki! Bunu nasıl izah etmeli? İzahına geçmeden önce bu yöndeki örnek şiirinden bazı parçaları kaydedelim:
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
4 Cemaziyelevvel 1331 - 28 Mart 1329 (1913)
Örnek olarak verdiğimiz kesintili parçalarda bir serzeniş göze çarpıyor. Şairin bu cesareti nereden geliyor? Peki! Akif'in ilahi iradeye kafa tutması ve şikayetlerini böyle açıktan arz ve beyan etmesi edebe aykırı düşmüyor mu?
Bunun iki yönlü cevabı var. Siyer kitaplarında tafsilatlı bir şekilde nakledildiğine göre Bedir muharebesi sırasında Hazreti Peygamber savaşın seyriyle ilgili son derece endişelidir ve bu ordunun İslam'ın son ordusu olduğunu ve yenilmesi halinde bir daha yeryüzünde Allah'a ibadet edilmeyeceğini söylemekte ve Allah'a var gücüyle yakarmaktadır. Bunun üzerine başta Hazreti Ebubekir olmak üzere sahabeler Hazreti Peygamberin kendisini helak ettiğini görerek ona acırlar ve rikkate gelirler, kendisini paraladığını düşünürler. 'Yeter artık, kendinden geçtin!' diye nefsine merhamet etmesini isterler. Yakarmasında bari-i ilahiye şöyle seslenmektedir: "Allah'ım! Bu bir avuç mücâhidi helâk edersen (veya bir bu avuç mücahit helak olurlarsa), artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz!" Akif'in ilgili şiiri de Hazreti Peygamberin Bedir'deki yakarmasını andırıyor. Dolayısıyla sünnetten kopuk ve olmayan bir şey icat etmiyor! Elbette normalde bütün sesli yakarmalar ve Allah'ı bağlayıcı veya ilzam edici ifadeler kullanmak pek edepten sayılmaz. Bununla birlikte bunun istisnası 'naz makamında' olan veliler için geçerlidir. Bunlar naz makamı gereği olarak bu tür acı yakarmalarda bulunabilirler. Tabir caizse, Allah'ın özeline girebilirler. Mehmet Akif Ersoy naz makamında bir veli olmasa bile naz makamında bir şairdir. Başkası için yersiz olan bu makamdaki yakınmalar ve veya yakarışlar onun için geçerlidir.
İkinci pürüzlü nokta ise Reşit Rıza ve Muhammed Abduh ekolüyle anılmasıdır. Unutulmamalı ki o dönemde bu ekol bütünüyle İslam alemini baştan sona sarmış ve etkilemiştir. Cezayir'de Cemiyyetü ulema el Müslimin'den Endonezya'da Muhammediye cemaatine kadar etkisi bütün İslam alemine yansımıştır, yayılmıştır. Dolayısıyla bu düşüncenin tortularının Akif gibi gayyur ve arayış içinde olan kimseleri etkilememesi düşünülemez. Türkiye'de Risale-i Nur anlayışı gibi Mısır'da da Müslüman Kardeşler hareketi bu ekolle bir yönüyle iltisaklıdır. Risale-i Nur talebeleri gibi onlar da İttihad-ı İslam meselesinde Cemaleddin Afgani ve muakkiplerinin selefleri olduğunu söylemişlerdir. Öncüleri olarak görürler. Cemaleddin Afgani ekolü dönemine damga vuran çığırlardan birisidir. Bazı yönleri kapalı bazı yönleriyle de eleştiriye açıktır. Dolayısıyla bu yönüyle Akif'i muaheze etmek hakkaniyetle pek bağdaşmaz. Bu ekol yer yer Batının etkisinde kalmıştır bu yönden hem etken hem de edilgendir. Bazı reformcu fikirleri Batı'dan devşirmişlerdir. Batı'nın bazı fikirlerine meftun olmuşlardır. Gözleri kamaşmıştır. Bilhassa bunu Muhammed Abduh için söylemek mümkündür. Afgani siyasetçi ve devrimci bir karakteri yansıtırken Muhammed Abduh ileriki hayatında tersine reformcu ve siyasete mesafeli bir tutum takınmıştır. Bu yönde hocasından ayrılmıştır. Reşid Rıza ise daha çok selefileşmiştir (tesellüf).
Bir başka pürüzlü nokta ise tasavvufa bakışıdır. Akif döneminde gelenekçilik demode olduğu gibi yer yer tasavvufa karşı da mesafeli bir tutum takınılmıştır. Bu hususta başı Reşid Rıza çekmektedir. Reşit Rıza Ezher'deki gelenekçi ulema ile çekiştiği nispette sufilerle de çekişmektedir. Bununla birlikte Mehmet Akif Ersoy toptan tasavvuf karşıtı biri değildir. Bununla birlikte yer yer hurafeye bulaşmış olan geleneğe mesafelidir ve Kur'an-Sünnet odaklı bir İslam anlayışına sahiptir.
Akif'in lirik bir tarafı vardır. Bu nedenle de Bostan ve Gülistan ile birlikte Hafız Divanını okumuştur, okutmuştur. Hafız Divanı aşk-ı ilahi ile mecazi aşkı (giramiyat) birbirine mezcetmiştir. Bu da onun ince hislerle bezenmiş ve duygusal biri olduğunu gösterir.
Muallim Mahir İz, Akif'in tasavvufi yönünü veya ona bakışını değerlendirir ve bir eksik veya fazla göremez. Akif bağcıyı dövmek değil üzüm yeme derdindedir. Bilakis kamil ve ermiş sufilerden hoşlanır. Ham ervahtan veya ham sufilerden hoşlanmasına zaten imkan yoktur.
Okuyup okuttukları arasında meşhur sufilerden Şems-i Mağrib'ye ait divan da vardır. Hatif-i İsfehani'nin bir beyti vird-i zebani olmuştur.
"Ki yeki hest ü hiç nist cüz ü"
"Vahdehu lailahe illa hu!
Kendisi vardır onun yerine kaim hiçbir şey veya parça yoktur. Tecezzi etmez, parçalı değildir. Tek Allah yek Allah ancak o'dur…"
Bu bize Arapça bir beyti hatırlatır:
'Fi külli şey'in lehu ayetun
Tedellu ala ennehu vanid'
Her şey de onun bir izi vardır/Birliğine tanklık eder…
Akif sanıldığı gibi sert ve kaba bir adam değil aksine ümmet için kalbi feryat eden ince ruhla bezenmiş bir mümindir.
Bir pürüzlü mesele daha vardır. Asrın idrakine söyletmeli İslam'ı tezi. Veya Kur'an zamana mı tabidir? O da başka bir yazı konusudur.