Fırsat düşkünü siyasetçiler yükseldikçe medya ile birlikte hareket ederek dünyayı uçurumun kenarına itiyorlar. İstismarcı ülkeler ortalıkta cirit atıyor ve hepsi en alttakiler olarak gördüğü Müslümanlara yükleniyor, eziyor ve katmerli bir şekilde hem zulüm hem de hakaret ediyorlar. Sözgelimi, giden geleni aratsa da Myanmar'da darbeci General Min Aung darbe yapmadan önce Müslümanlara yönelik soykırım suçlamalarıyla anılıyordu. Darbeci hükümetin ilk gündem maddelerinden birisi kapalı mabetlerin açılması olmuştur! Acaba pişman m oldular yoksa maksatları darbeyi şirin göstermek ve pazarlamak mı? Sağ gösterip sol mu vuruyorlar?
Şimdi dünyada müstehzi bir tartışma konusu var. Müslümanlar önce Fransa'yı mı yoksa Çin'i mi kınamalı? Hatta Fransa'yı eleştirmeye cesaret eden Müslümanların sıra Çin'e gelince geri adım attıkları veya yerlerinde saydıkları varsayılıyor. İslam'a sataşmanın götürüsü değil de getirisi olduğu bir ortamda veya bir bedeli olmayınca herkes en kolayından Müslümanlara sataşıyor. Çin Müslümanları kendine benzetmek için Uygur halkını sosyalizme uymaya çağırıyor ve toplama veya temerküz kamplarına alıyor. Oralarda beyin yıkıyor. Müslüman halkı İslami değerlere karşı yabancılaştırıyor.
Başka bir coğrafyada ise Soljenitsin, Gulag Takımadaları romanıyla anlıyordu. Bu roman ve anlattıkları SSCB'nin karanlık yüzünü temsil ediyor ve temerküz kamplarını işliyordu. Elbette SSCB'nin küresel dengede bir ağırlık merkezi olmaktan başka parlak ve berrak bir yüzü hiç olmadı. 11 Eylül saldırılarından sonra da ABD faşizan bir yöntemle birlikte Guantanamo'da SSCB'yi kopya çekmiştir. Saklama gereği bile duymadan hatta göstere göstere Müslümanlara en aşağılık muamele uygulamıştır. Ebu Gureyb Cezaevi ile Guantanamo Kampı Amerikan sisteminin hem güç sarhoşluğunu hem de sefaletini gözler önüne sermiştir. Çin ise bunu daha kitlesel bir biçimde yapmaya çalışıyor. Yaptıkları, Jivkov'un Belene Kampı modeline ve isim değiştirme kampanyasına benziyor. Çin belki isim değiştirmiyor ama zihin çeliyor, değiştiriyor. Çin Bulgaristan'dan Jivkov dönemini kopya çekmiştir.
Çin sosyalist değerleri öne çıkarırken Fransa da laiklik adına cumhuriyetçi fikirleri, değerleri öne çıkarmaktadır. Neyi isterse onu öne çıkartsın da ama acı olanı yine hedefe savunmasız ve çaresiz Müslümanları oturtmasıdır! Fransa içişleri bakanı Çetnik lider Arkan gibi bebek yüzlü birisi. Masum mu yoksa ruh hastası mı? Bu ayrı bir tartışma konusu! Hollandalı aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders'i de andırıyor. Hadis diliyle 'hüsaletu'n nas' yani insanların tortusu. Adam kadınlara tasalluttan sabıkalı birisi ( [https://www.washingtonpost.%20com/opinions/2020/07/17/france-appointed-minister-under-investigation-rape-women-are-pushing-back/]https://www.washingtonpost. com/opinions/2020/07/17/france-appointed-minister-under-investigation-rape-women-are-pushing-back/ ). Üstelik bu adam Hazreti Peygambere de hakaret ediyor.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin Cumhuriyet ilkelerine saygı göstermek adı altında bir tüzük ve kanun tasarısı hazırlıyor. Ve bütün Müslüman kuruluşlardan bu tüzüğü imzalamalarını istiyor. Aksi taktirde, kimi camileri kapattıkları gibi imzalamayı reddeden ve direnen kurumların yasaklayacaklarını ihtar ediyor. Bu yasa tasarının adı başlangıçta İslami Ayrılıkçılıkla Mücadele olsa da, bilahare son kertede cumhuriyet ilkelerine sadakatin güçlendirilmesi adını almıştır. Bakan bu hususla ilgili 100 sayfa civarında küçük bir kitapçık eski ifadesiyle bir risale kaleme almış. İslam Ayrılıkçılığı ve Laiklik Manifestosu ( Le séparatisme islamiste. Manifeste pour la laïcité ) adını taşıyor. Bernard Lewis'in Fransız versiyonu ya da İslam ile mücadelede koçbaşı olan Muhammed Arkun'un kavramlarına bolca gönderme yaparak İslamcılığın Müslümanları esir aldığını ileri sürmektedir! İslamcılığın İslam'ı perdelediğini de iddia etmektedir. Bu durumda bu hamlesiyle İslam'ı İslamcıların elinden ve esaretinden kurtarıyor! Yani bir kahraman! Anlayacağınız pişkinliği de elden bırakmıyor! İslamcılığın dinle oynadığını ve dini istismar ettiğini Fransız toplumuna yabancılaştırdığını ileri sürüyor. Savaşmak için Fransız toplumuna sızdığını ve sonunda da kendisini ondan yalıttığını, ayırdığını ve ayrıştırdığını savunuyor. Burada satır aralarında ilginç ifadeler var. Bunlardan birisi de 'sızma' terimidir. Bunu Suriye ölçeğinde veya iç kavgasında Beşşar Esat kullandı. Ona göre rejime karşı direnişi Suriyeliler yapmıyordu. Sızmacılar (infaltors/mündessun) oradan buradan sızarak ülkeyi kevgire çevirerek huzuru kaçırmışlardı. Hindistan rejimi de 1999 yılı krizinde Kargil'de Pakistan'dan gelen sızmacılardan bahsediyor ve bunların kargaşa çıkardıklarını ileri sürüyordu. Esat daha da ileri giderek Şebbiha adıyla bilinen milis güçlerinin varlığını da inkar etti daha doğrusu Türklerin uydurmasıdır diyerek işin içinden sıyrıldı.
Nedense Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin de Beşşar Esat gibi Türklerle yatıp Türklerle kalkıyor! Adeta Türkler geliyor diyor. Risalesinin bir yerinde şunları yazıyor :" Milyonlarca Müslüman kendisini siyasal İslamcı aktivistlerin elinde rehine olarak buluyor. Bu yöntemle açık bir surette laik ve sosyal cumhuriyet modelimizin altı oyuluyor, çökertiliyor. "
Macron Fransa'da İslam'a karşı bir haçlı seferi örgütlüyor, yürütüyor İçişleri Bakanı Darmanin'i de bu savaşta mızrak ucu olarak kullanıyor. Hazreti Peygamberle alakalı karikatürleri teşhir eden bir Fransız hocanın Müslüman bir kimse tarafından öldürülmesini istismar eden bu ikili, aşırı sağın elinden kozlarını almaya çalışıyor. Lisan-ı halleriyle, 'bu ülkeye aşırı sağ lazımsa onu da biz temsil ederiz' diyorlar. Hazreti Peygambere karikatürler üzerinden sataşan Macron iş kendisine gelince karikatüristleri hiç affetmiyor. Sözgelimi Moritanya'da kendisini çizen bir karikatüristi çizdiği karikatürünü beğenmediğinden işinden attırmıştır. Karikatürlerin yayınlanmasına destek vererek Müslümanları kışkırtmaya devam edeceğini de taahhüt etmiştir. Bu ikilinin şansı yaver gitmiş ve bölgeden kendilerine aynı kimyadan ve çamurdan ortak bulmuşlardır. Muhammed Bin Zayed bunlardan birisi olmalı. BAE, Ezher ve Papa ile birlikte yeni bir hoşgörü iklimi meydana getirmek için var güçleriyle çabalıyor, projeler üretiyor! Hoşgörü İslam'a saldırmak ve hakaret etmekle ve Müslümanları şahsiyetini küllemekle mi oluyor?
Fransızlar bu saldırılarına bahane olarak İslami ideolojinin dünyanın en aktif ve yaygın ideoloji olduğunu savunuyorlar. Kur'an'ın ifadesiyle kinlerinde debeleniyorlar.
Merhum Fethi Yeken'in kullandığı kavramlardan birisi İslami sahanın müstebah bir saha olduğu gerçeğidir. Yani Müslümanlar her yerde parya muamelesi görüyorlar ve Günter Wallraff'ın kaleme aldığı gibi en alttakileri temsil ediyorlar. İstisnasız bütün ecnebiler de Müslümanların üzerine binmeye çalışıyor!
Daha önce parya olan milletler sıralarını savdılar. Ruslar ve Çinliler parya idi. Daha sonra dünya sisteminin efendileri haline geldiler. Sırada Müslümanlar var. Bu kadar aşağılanmadan sonra yükselme devrini hak ediyorlar.
Mustafa Özcan