Mevlana ile Şems'ten bahsetmek adet ise de Gazali ile Şems'den bahsetmek adet dışıdır. Hatta biraz yadırgatıcı bulunabilir! Aralarında fiziki bir münasebet yoktur. Mevlana ile Şems gibi hak divanında bir ikili değildirler. Şems-i Tebrizi'nin vefat tarihini bilmiyoruz ama Mevlana ile Gazali arasında ölüm tarihleri itibarıyla en azından 162 yıllık bir fark vardır. Dile kolay. Gazali onlar dünyaya gelmeden dünyaya gelmiş ve göçmüş birisidir. Geride sadece manevi izler bırakmıştır. Bununla birlikte Gazali ile Şems arasında kumaş itibarıyla benzer yönler ve haller vardır. Sufilerin deyimiyle kimyaları arasında bir tearüfün olması kaçınılmaz. Kelabazi'nin kitabının ismi de bunu çağrıştırır. Başlığı, et Taarruf limezhebi ih-ehli't tasavvaf/ sufi anlayışına agah olmak (derin bakış) şeklinde çevirebiliriz. Hadiste ruhların ezelde kaynaştıkları haber verilmektedir. Bu kaynaşma tearüftür. Hamurları mayaları aynı topraktan olanlar bilişirler ve çabucak kaynaşırlar. Aksi halde, tenakür yani tecahül yani tanımama hali cari ve geçerlidir. Gazali ile Şems arasında yaklaşık bir buçuk asırlık bir zaman fasılası ve dilimi vardır. Pekala! O halde onları bir araya getiren husus nedir? Karakterlerinin benzer olduğuna vurguda bulunabiliriz. Karakterleri tayyı zamanla onları buluşturur.
Son neyzenlerimizden olan Kudsi Ergüner ile tasavvuf etrafındaki konuşmalardan derlenmiş bir kitap okuyorum. Kudsi Ergüner/Bir Neyzen, İki Derya adını taşıyor. Buradaki iki derya elbette Gazali ile Şems değil aksine Mevlana ile Şems'den oluşmaktadır. Bununla birlikte kitabın satırları arasında Şems'in kimliğinden ziyade karakterine dair ipuçları verilmektedir. Bunlardan birisi Şems'in iki de bir kaybolması ve izini kaybettirmesidir. Mevlana'ya giran gelen budur. Peki! Şems ikide bir neden Konya semalarından kaybolmaktadır? Sadece Mevlana ile aralarındaki muhabbet ortamını zehirleyenlerden veya çekemeyenlerden mi kaçmaktadır? Kudsi Erguner bu yaklaşıma hayır demektedir. Şems karakterinin gereği kaçmaktadır. Bu kaçışın nedenini hakikat arayışına mı yoksa yalnızlık tutkusuna mı hamletmeliyiz?
Gazali'nin mesleği de kaçmaktır. Ayetteki buyruk 'Fefirru illallah' şeklindedir. Ölürken Allah'a döneriz ama hayatta iken ona kaçarız. İşte bu kaçmak çoğu kez hakla birlikte yalnızlık tutkusu şeklinde tecelli eder. Hüseyin Zerrinkub'un Gazali ile ilgili kitabının adı 'medreseden kaçıştır'. Gazali için bir zaman sonra Bağdat'taki Nizamiye Medresesi ve ortamı masiva yani Allah'tan koparan bağ haline gelmiştir. Gazali de bunun için ondan ve oradan bağını koparmıştır.
Şems için bu kaçış karakterini ifade eden deyimlerden birisi parendedir. Deyimlerimizde 'parande atmak' yani takla atmak diye bir ifade vardır. Bu aslında uçan Şems demektir. Şems bikarardır ve sürekli yer değiştirir. Görünür iken görünmez olur. Şems daima seyyah ve seyyar yani gezgindir. Allah'ın arzında göçebedir. Zaten hadiste yeryüzü gölgelik olarak tarif edilmiyor mu? Şems de kendini göçebeliğe vurmuştur. Bu da onun daima taze kalmasını sağlar. Demek ki Gazali ile Şems'in ortak yönleri bu. Elbette Mevlana ile Gazali arasında daha çok benzerlik vardır. Her ikisi de vakur ilim adamdır ve fakih sufidir. Şems ise bağrı yanık serdengeçti bir sufidir. İlim adamlarını sigaya çeker. Bu anlamda Şems ile Hızır Mevlana ile Hazreti Musa arasında benzerlik kurulması yanlış değildir. Şems Hızır makamında Mevlana'ya bir görünüp bir kaybolmaktadır. Mevlana'nın içindeki potansiyeli harekete geçirmiştir. Görevi budur. Yeryüzünde parande atmaktadır. Kudsi Ergüner'in Musa ile Hızır kıssasını Şems ile Mevlana kıssasına model olarak görmemesi-bizi bağışlasın ama- elbette bakış açısının ve zaviyenin darlığındandır.
Mevlana ile Şems'den önce de Gazali sürekli kaçmaktadır. Bağdat'taki asude olmayan ortamdan kendisini Şam-Kudüs yollarına atmıştır. Burada 10 yılını geçirmiştir. Onun Bağdat'tan kaçtığı gibi sırrı keşfedilince Şam'dan kaçtığı da rivayet edilir. Bu rivayet ister temsili isterse hakiki olsun Gazali'nin ruh dünyasını yansıtmakta ve ayna tutmaktadır Salih Ahmet Şami isimli yazar Gazali'nin biyografisini kaleme alan isimlerdendir. Daru'l Kalem tarafından yayınlanan Huccetü'l İslam İmam Gazali: Beşinci Yüzyılın Müceddidi başlıklı eserinde bununla ilgili bir hikaye nakleder.
Hikayenin muhtevası şudur: Bir gün Şam'da Emevi Camii'nin sahnında oturmaktadır. Bir köylünün geldiğini görür ve onu göz ucuyla süzer. Oradaki hocalara bir şey danışmaktadır. Lakin ayrılırken ki hali danıştığı meseleye şafi bir cevap alamadığına delalet eder. Köylünün meramına ulaşamadan oradan ayrılması onu üzer ve mekandan uzaklaşmakta olan köylüye yetişir ve meramını sorar. Köylü bu isteği garip karşılar. Karşısında, hocaların çaresiz kaldığı, bilemediği meseleyi bilmeye talip bir adam vardır!
Hocalar da uzaktan bu manzarayı seyretmektedir. Gazali ile köylü veya taşralı adam arasındaki görüşmenin nasıl bittiğini bilmiyoruz. Lakin garip halleri olan bu adam çoktandır hocaların dikkatini çekmektedir. Lakin bir fırsat ve ortamını bulup kendisini tanıma bahtiyarlığına da erememişlerdir. Adam (Gazali) kendisini kapalı tutmaktadır. Buraya günlüyle yoldaş olmaya gelmiştir. Aksi taktirde, Bağdat'tan kalkıp buraya gelmesinin veya kaçışının bir anlamı kalmazdı. Hocalar kısa bir fasıla ile Köylüye yetişirler ve meçhul adamla aralarında ne geçtiğini sorarlar. Köylü de Gazali ile arasında geçenleri onlara da aktarır. Sonrasında sahna döndüklerinde adeta Gazali'nin eteğine tutunurlar. Ve onu keşfetmişlerdir. Kendilerine sırrını söylemesini isterler. Gazali imajı Gazali'nin gıyabında da çok meşhur olmuştur. Bağdat'taki Nizamiye Medresesinin baş müderrisidir. Gazali'nin sırrı ortaya çıkar ve kendisini tanıtmak zorunda kalır. Hocalar eteğine tutunurlar yarından tezi yok kendileriyle ders halkasında buluşmasını isterler. Gazali isteksizce bu talebe razı olur. Derler ki, ertesi gün olduğunda ve ders vakti geldiğinde Gazali de Şems gibi güvercinler gibi Şam'da parende atmış ve izini kaybettirmiştir. Elle tutulur iken gölge haline gelmiştir. Bu hikayede eksik veya fazla yönler olabilir. Ama Gazali'nin ruh dünyasını tam olarak yansıttığı bir gerçektir. Bu hikayeye göre Gazali Bağdat'tan sonra Şam'dan da firar etmiş ve kaçmış olmaktadır.
Asırlar sonrasında onları canlı tutan ve Mevlana'dan sonra da herkesin aradığı kimseler yapan bu eşsiz gezgin/yaban ve içine kapanık halleri ve karakterleridir. Gök kubbenin altında ferd-i ferittirler. Bu onları zamanları aşan efsane haline getirmiştir. Ölümsüzlük sırları bundandır. Onlar insanlardan kaçarken insanlar hala onları aramakta ve gölgelerini kovalamaktadır. Sırlarına ermek istemektedirler.
Mustafa Özcan