Ölüm yaklaştıkça insan özellikle iyi insan daha sorumlu davranıyor, sorumluluk katsayısı artıyor, tali olarak sorumluluktan daha çok kaçınıyor. Başkalarının hakkına girmekten daha titizlikle kaçınıyor. Sorumluluk bilinci veya sorumluluktan kaçınma yani ihtiyat duygusu daha çok hakim oluyor, artıyor. Bundan dolayı ölüm döşeğinde (ihtidar anı) insan daha çok hassaslaşıyor ve birilerinin hukukuyla ahirete gitmek istemiyor. Elbette bu kalbi yumuşamış ve kalb-i selim sahipleri için geçerlidir. Bunu elde etmenin yolu da mezarlık, hastane ve hasta ziyaretinden geçiyor. İnsan bu sahnelerde ölümle burun buruna geliyor ve bu da onu inceliğe artı muhasebeye sevk ediyor. İnsanın son halleri bu nedenle ibret vericidir. Siyasetçiler aktif siyasette olunca pek itirafta bulunmazlar. Yine amirler de emekliye ayrılmadan evvel yaşadıkları bazı netameli halleri dile getirmezler. İtiraf genellikle insanın son demlerinde gelir. Bazen de insan nobran bir halde dünyaya yeniden gelsem yeniden aynısını yapardım diyor. Bunlar genellikle hayattan ders almayan ve ders çıkarmayan katı kalpli insanlardır. Halbuki, Hazreti Peygamber Kur'an avazıyla şunu söylüyor: Gaybı bilseydim hayrı artırırdım. Ölüme yaklaştıkça Allah iyi insanların iyilik duygularını daha çok kabartıyor, artırıyor. Bu nedenle de kendilerinden beklenmeyen davranışlar sadır olabiliyor.
İnsanlar genellikle son hallerinde ibret verici konuşmalar irat eder veya davranışlar sergileyebilirler. Genellikle samimi duygularını paylaşmak isterler. Ateizm girdabında son yolculuğuna çıkan Mitterrand gibi. Son demlerde veya son yolculuğuna çıkmadan insan dertleşme ihtiyacı duyuyor! Ebu'l Hasan el Eş'ari veya Gazali ve benzerlerinden sadır olan ifadelerdeki gibi. Ölüm döşeğinde çekişmeden kaçınıyor ve hakşinas oluyorlar. Nefsin galebesini değil ruhun selametini arıyorlar.
Hasan el Benna'nın da son anlarını nakledenler onun daha fazla yaşaması halinde önceliklerini değiştireceğini söylediğini ifade ediyorlar. Bu anlamda Samir al Araki ondan şu aktarımda bulunuyor: Hayat (Allah) bana bir şans daha verseydi başa dönebilseydim cemaati siyasete sokmazdım. Dua ve ibadetlerden seleften menkul olanlara yönlendirirdim. Eğitim ve öğretimle meşgul olurdum. (https://twitter. com/s_alaraki/status/1361252099569438720 )
Muhammed Zekeriya ise bu söyleme karşılık şunu söylüyor: "Hasan el Benna'dan bu söylemi güvenilir kaynaklar aktarmıştır. Bununla birlikte bu söz muvakkat yani geçici şartlar altında söylenmiştir. Nedeni özel birim ve cihazın (silahlı cihaz) başına buyruk hareket etmesi ve taşkınlık yapması ve bu surette Nukraşi Paşa'yı öldürmesidir. Bazlarının anladığı veya sandığı gibi bu söz veya söylem ucu açık veya mutlak zeminde söylenmemiştir. Bilakis, İhvan'ın yoğun bir biçimde eğitime ihtiyacı olduğunu vurgulamak ve siyasi alana girmeden evvel bu alanda eksiğini gidermesi gerektiğini ifade etmek için söylenmiştir." Gerçek şu ki herkes, her bölük aldanmakta ve herkes yevmi kıyamette yaptıkları ve yapmadıkları için pişmanlık duyacaktır. Gazali, 'El Beyan ve't Tebyin fi Gururi'l Halki Ecmain' adlı eserinde bölüklerin pişmanlıklarına değinmektedir. Dünyada pişman olmamak aldanmaktır, ahirette daha fazla pişman olmaktır.
Bu mesele İhvan arasında kadim bir tartışmadır. 93 yıllık süreci gözden geçirenler siyasette fazla mesafe alınamadığını öngörüyorlar. Siyasetle ilgilenmek yerine doğrudan dini eğitimle ilgilenilmesi halinde daha çok mesafe alınabileceğini söylüyorlar.
Söz gelimi cemaatle münasebetlerini kesen veya cemaatle ilişiği kesilen dostumuz Abdussettar Milici bu hususta birkaç gözden geçirme mahsulü kitap yazmış ve eski cemaatini siyaset yerine davet odaklı çalışmaya davet etmiştir. Buna mukabil Muhammed Mehdi Akif gibiler siyasetten çekilseler bile kimseyi ikna edemeyeceklerini, kimsenin kendilerine inanmayacağını dile getirmiştir. Adımız çıkmış bir kere diyordu. Cenaze levazımatçılığı ile bile uğraşsalar yöneticilerin haklarındaki kanaatlerinin değişmeyeceğini söylemiştir. Birkaç defa yazdım yine yazayım; bu bakış açısı illetlidir. Önemli olan kimin ne dediği gibi doğruyu bulmak ve ona yönelmek ve gereğince amel etmektir. Bu zor olmakla birlikte sağlıklı olanıdır.
Peki! Süreçte ne olmuştur? Tam tersi Gannuşi ve yol arkadaşları tarzlarını gözden geçirerek dava kısmını bırakmışlar siyasetle yollarına devam etmişlerdir. Ebrehe karşısında Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalip gibi davranmışlar, lisan-ı halleriyle şöyle söylenmişlerdir: Kabe Allah'ın develer ise bizimdir. Biz bizim olandan sorumluyuz. Ona sahip çıkarız. Kabe Allah'ındır ve onu koruyacaktır! Kayzer'in olanı Kayzer'e, Allah'a ait olanı Allah'a bırak mantığı. Bu nedenle de Mısırlı Atiyye Adlan ile Ahmet Kasım gibi İhvan yanlısı veya İhvan'a yakın yazarlar Gannuşi ile Sadettin Osmani tecrübesini ve deneyimini laikliğe kaymakla suçluyorlar. (https://www.arabi21.com/story/1334455/) Az gittiler uz gittiler neticede karşı olduklarının safına geldiler. Sonuç itibarıyla, kendilerine yük gelen İslami değerleri safra gibi attılar. Tamamen güncel siyasete odaklandılar. Dolayısıyla prensip ve değerlerin taşıyıcısı değil iktidar tutkusunun kurbanları haline gelmişlerdir. İdealizmden geriye pek bir şey kalmamıştır.
Bazları sahaya Sedat ve Esat'a mı bırakacağız diye sorabilirler. Biz bıraksak bile Allah onlara bırakmayacaktır. Onlar bir dönemle sınırlı kalırken iyi insan yetiştirenler her daim iktidardadırlar. Bu hem sosyal iktidar ve hem de kimi yerde siyasal iktidar olacaktır. Bu nedenle İhvan'ın kadim sloganlarından birisi şudur: Zulmün devleti bir saatliktir hakkın devleti ise bin saatliktir yani kıyamete kadardır ( devletü'l zulmü saa, devletü'lhakk ila kıyami's saa).