Kudüs’te statükodan yeni statüye!
Kutsal şehir Kudüs'ün geleceğiyle alakalı çok dinli ve çok uluslu bir formül aranıyor, hatta seslendiriliyor. Zira İsrail mevcut statükoyu her gün deliyor, aşındırıyor. Müslümanların mabetlerine dokunuyor, saygısızlıkta bulunuyor. Ortaya atılan tezlerden birisi geçmiş dönemlerde de sıkça dile getirilen formüllerden birisi. Kulağa da hoş geliyor. Kazın ayağı ise öyle değil. Meseleyi manevi boyutuyla ayrı siyasi boyutuyla ayrı ele almalıyız. Manevi statü ayrı siyasi statü daha ayrıdır. Siyasi statü Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe diğer dinlerin kutsallarına yani manevi statüye hürmet edilmiştir. Aksi geçerli değildir. Manevi olarak Doğu Kudüs çok dinli bir şehirdir ve bu statüsünde devam etmelidir. Tarihin ışığında bu tek bir şartla mümkündür; siyasi egemenliğin Müslümanların elinde olması. Siyasi hakimiyet Hıristiyanlar ve Yahudilerin eline geçtiğinde manevi alana da kastediyorlar. Aksine Müslümanlar bütün geçmiş statülerin ortak varisidir. Bu nedenle de geniş yüreklidirler. Gayri Müslimler Müslümanlara hayat hakkı tanımazlar. Ya da hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler bittecrübe sabit olduğu gibi şehir el değiştirdiğinde Müslümanlara hayat hakkı tanımadılar. Haçlılar şehri ele geçirince Müslümanları kılıçtan geçirdiler. Salahaddin şehri ele geçirince genel af ilan etti ve fidye ile veya fidyesiz Haçlı kalabalıklarını serbest bıraktı. Müslümanlar ise geriye doğru kapsayıcı bir bakışla birlikte eski statüleri millet sistemiyle birlikte (kendi içlerinde) meşru saydılar. Hukuklarını tanıdılar. Dini ibadetlerini yapmalarına izin verdiler. Ruhanilerin Hazreti Ömer'e yer göstermelerine rağmen 'benden sonra yol olur' diye Kıyamet Kilisesinde namaz kılmaktan kaçınmış ve imtina etmiştir. Bununla birlikte ardından gelen Haçlı Seferlerinde Mescid-i Aksa ezansız ve cemaatsiz bırakılmıştır. Tatil edilmiştir. Müslümanların siyasi statülerini ortadan kaldırdıkları gibi dini statülerini de kabul etmemişlerdir. Böylece kendilerinden olmayan bir dini topluluğu yönetmeye ehliyetleri olmadığını göstermişlerdir. Müslümanlar Süleyman meselinde olduğu gibi hakiki anne rolünü oynamış ya da yaşatmışlardır. Siyonizm de Yahudilik üzerine kurulu ideolojik bir Haçlı zihniyetidir. Siyonistler de 1948 yılından beri Müslümanlara ait nice camileri ahır yapmışlardır. 1967 yılında Doğu Kudüs'ün işgalinden sonra ise bu kadarla da yetinmemiş ve 21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa'yı kundaklamışlar ve Minber-i Salahaddin olarak bilinen Nureddin Zengi'nin minberini de ateşe vermişlerdi. Bu da gösteriyor ki ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler emaneti taşımaya ehil ve elverişli değiller.
Kudüs'te, Hıristiyanlar için kutsal sayılan Kıyamet Kilisesi'nin anahtarları asırlardır iki Müslüman ailenin elinde bulunmaktadır. Bu iki aile Cevdet El-Hüseyni ile Vecih el Nesibe aileleridir. Nedeni de Kıyamet Kilisesinin anahtarlarını bulundurma konusunda Ortodokslar ile Katolikler arasındaki kadim çekişmedir. Asırlık anahtarın sahipleri, "Bu anahtar bize Müslüman komutan Selahaddin Eyyubi'nin emanetidir. Yaklaşık 850 yıldır bu anahtarı ve kiliseyi koruyoruz. Anahtarın Müslümanlarda olması, Müslümanlara ait bir onurdur. İşgal altındayız ama bütün dünyanın bizimle olduğunu biliyoruz" demektedirler.
Kutsal emanetin Müslüman sahipleri şöyle konuştu:
Kıyamet Kilisesi Anahtarı sorumlusu Cevdet El-Hüseyini: Mescid'i Aksa'nın muhafızlığını yapan bir aileyiz. Bu anahtar bize Müslüman komutan Selahaddin Eyyubi'nin emanetidir. Yaklaşık 850 yıldır bu anahtarı ve kiliseyi koruyoruz. Aynı zamanda barışı da koruyoruz. Bu anahtarın bizim elimizde olması, Müslümanlara ait bir onur ve simgedir. İstanbul'da bize verilen onurlu görev hakkında Osmanlı padişahı tarafından fermanlar çıkarılmıştı. Bu onurlu görev hakkında Yavuz Sultan Selim de dahil olmak üzere 28 Osmanlı padişahının fermanları var. Anahtar biz Müslümanlara bu kutsal yeri korumak için verilmiştir. Kudüs, farklı inançtaki insanların beraber yaşama simgesidir. ABD'nin kararı bölge için bir felaket niteliğinde. Yaşadığımız bölge şimdi işgal altında ve maalesef zulümler yaşanıyor. Ancak tüm dünyanın bizimle beraber olduğunu biliyoruz.
Vecih en Nesibe: Asırlardan beri bu görevi ailemiz üstlendi. Kilise kapısı bizim dışımızda biri tarafından açılamaz ve kapatılamaz. Trump'un kararının hiçbir anlamı yok. Kudüs'e kimin hükmedeceği kararı yalnızca Birleşmiş Milletler tarafından verilebilir. ABD'nin kararı, kabul edilebilir bir karar değildir. İmzalanan bu karar bizim için hükümsüzdür.
Müslümanlar Mekke'yi fethettikten sonra Kabe'nin anahtarlarını da eski muhafızlarında yani tulakanın (serbest bırakılanlar) elinde bırakmışlardır.
Rusya'nın palazlanması üzerine Çarlık Kudüs'teki kutsal eşikler veya mübarek makamlar üzerine söz sahibi olma derdine düştü ve Katoliklerle ve onların hamisi Fransa ile sürtüşmeye başladı. Bu dini anlamda yayılmacılıktı. Osmanlılar da Kırım Harbinde Rusya'ya karşı Fransızlar ile İngilizlerin safında yer almıştır. Bu dini anlamda bir bloklar savaşıydı. Bu bir anlamda çok yönlü bir dini savaştır. Kudüs ve kutsal eşikleri üzerine Hıristiyanlığın iki kanadı; Katolikler ile Ortodoksların kozlarını paylaştıkları bir meşhettir, sahnedir.
Neden Müslümanlar ortak bölen de ötekiler değil? Bu sorunun cevabı basit. İslamiyet eskileri de temsil ediyor. İnkar etmiyor sadece tadil ediyor. Sözgelimi akidede teslise karşı olduğu gibi aynı zamanda dini ve sosyal yaşamda da ruhbaniyete de karşı duruyor. Bugün kilise ruhbaniyet nedeniyle bir çıkmaza saplanmıştır. Katolik kilisesi pedofili ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Kur'an ifadesiyle, ruhbaniyet kendi ihdas ettikleri bir bidat olup hakkını da verememişlerdir. İslamiyet domuzu da helal gıda saymıyor. Bugünkü ilmi veriler bu konuların her birinde İslamiyetin haklılığını perçinliyor. İslamiyet camii ve müheymin yani kuşatıcı vasfıyla geçmişe uzanıyor ve geçmişin tahrife uğramamış ve orijinal bir devamı olduğunu ortaya koyuyor. Bu devamda geçmişle aykırı düşmeyecek bazı yenilikler ya da şeriat düzeyinde hükümler içermekte ve sunmaktadır. Bu da zamanın gereklilikleri ve zorunluluklar (ilcaat)ı arasındadır. İslamiyet'in millet sistemiyle geçmişin statülerine açılımını, eski ve orjinalliğini kaybetmiş vahiyler yeni mesaja gösterememişlerdir. Bu açıdan Hıristiyan ve Yahudilerin siyasi egemenlikleri bilhassa Müslümanlar için zulüm çanağına dönmüştür. Müslümanların hükümranlığında ise onlar manevi hayatlarını yaşamaya devam etmişlerdir. Kısaca siyasi olarak Hıristiyan ve Yahudilerin olgunluktan uzak olduklarını söylemeliyiz. İslamiyet ise geçmişi tanıdığı için bazı Müslümanlar ne kadar mutaassıp olursa olsun öncekilerin kökünü kurutma politikası izlememiştir. Aynı durum Haçlılar ve onların farklı bir kalıpta tekrarı ve uzantısı olan Siyonistler için geçerli değildir.
Eski statünün sahipleri ehli zimmet veya ehli milel son statünün gölgesinde bahtiyar olarak yaşayabilirler. Ama son statü eski statülerin gölgesinde bahtiyar olamaz. Sonuç olarak, Kudüs siyasi olarak Müslümanların hükümranlığında kaldığında zaten dinlere açık bir şehir olarak varlığını devam ettirecektir. Geleceğin teminatı geçmişte yatmaktadır. Manevi olarak çoğulculuğunu muhafaza edecektir. Bu nedenle şehrin manevi olarak açık veya çok dinli bir şehir olmasını tartışmak havanda su dövmektir. Önemli olan bu şehrin siyasi egemenliği kimlerin elinde olacağıdır. Müslümanların elinde olursa otomatik bir şekilde dini anlamda çoğulcu bir şehir hüviyetine geri dönecektir.
Müslümanlar peygamberler arasında ayrım gözetmedikleri için şefkatle ve merhametle bu peygamberler şehrini bağırlarına basmışlardır ve basmaya da devam edeceklerdir.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ateşkes ve sonrası (21.05.2021)
- On birinci emir (16.05.2021)
- Ramazan'ı karşılama ve uğurlama (13.05.2021)
- Vah Aksa! Salahaddinler nerede? (11.05.2021)
- Kudüs’te beyaz geceler (10.05.2021)
- Bilal Yüksel’in anısına (06.05.2021)
- Tek bir bahar yetmez! (04.05.2021)
- Korona salgınının görünmez faydası (30.04.2021)