Kendisiyle 1980'li yılların sonlarında Ankara'dan İstanbul'a doğru bir uçak yolculuğunda yan yana düşmüş ve yol boyunca epey sohbet etmiştik. Cezayirli bakan Ahmet Talip İbrahimi ülkesinde önemli görevlerde bulunmuş kıdemli bir diplomat. 1954 ile 1962 yılları arasında, mesaisini devrime vakfetmişti. Devrim yıllarında ülkesini diplomatik cephede temsil etmiştir. 1960'lı yılların sonunda ve 1970'li yılların başında ülkesini Kahire'de temsil etmiştir. Malik bin Nebi gibi önemli devrim ve kültür adamları da devrimin ateş ile barut ile imtihanı ve kavrulduğu yıllarda Kahire'de bulunuyorlardı. Oradan devrime destek çıkıyorlardı. Nasır az çok Cezayir devrimine sahip çıkmış ve kucak açmıştı. Ahmet Talip İbrahimi, Cezayir'de bağımsızlık öncesinde ülkenin dinini ve kültürünü muhafazada öne çıkan Cemiyetü Ulema'il Müslimin / Müslüman Alimler Cemiyeti'nin ikinci adamı olan Beşir İbrahimi'nin oğludur. Buteflika sonrasında ülke kısa bir fetret dönemi yaşarken adı sık sık cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçmiştir. Lakin son açıklamaları, içinin geçmiş olduğunu gösteriyor. El Şuruk gazetesinden Muhammed Hadi el Haseni benim gibi Ahmet Talip İbrahimi'yi; hayat serüveni içinde veya yükselen kariyeri ve grafiği çerçevesinde takip edenlerden birisi. Son yıllardaki performansı ile gözünden düştüğünü söylüyor. Muhammed Hadi el Haseni sözünü esirgemeyen, sakınmayan birisi. Ahmet bin Bella gibi tarihi liderler hakkında da bu minvalde acımasız değerlendirmelerde bulunmuştur. Cücelerin, Cezayir sahnesinde dev aynasında arz-ı endam ettiklerini söylüyor. El Haseni, İbrahimi'nin Abdulaziz Buteflika'nın sağlığı konusunda halkı kandırdığını ve halka karşı yalancı tanıklıkta bulunduğunu söylüyor. Bu önemli bir kusur. Komisyoncunun ya da yüzde 10'un hizmetinde olduğunu gösteriyor. Said Buteflika ve Yahudi asıllı (Rédha) Kouninef ailesi Abdulaziz Buteflika'nın sırtından Cezayir'i iliklerine kadar sömürüyor ve emiyorlardı. Kouninef, Buteflika'nın mali ayağı olarak biliniyor ve Cezayirliler adını bile anmaktan çekiniyorlardı. Ahmet Talip İbrahimi'nin bu bozuk ve yolsuz çevrelerden pek de uzak olmadığı anlaşılıyor.
Son günlerde Cezayir'de yeniden gündeme gelmesinin nedeni Fransız yazar Jacgues Julliard ile birlikte Cezayirlilerin bağımsızlık mücadelesini körlemesi ve karalaması. Bağımsızlıklarını bileklerinin gücüyle değil de Fransa'nın lütfuyla kazandıklarını yani Nasır'ın dediği gibi bağımsızlıklarını bileklerinin gücüyle değil de Fransa'nın minnet ve bağışıyla birlikte kazandıklarını, elde ettiklerini savunmuştur. Böylece bizdeki bildik koroya katılmıştır. Jacgues Julliard ile birlikte ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin, Fransızların Cezayir'den çekilmelerine benzediğini, bağımsızlığın güçle değil Fransızların lütuf, ihsanı ve keremiyle alındığını ileri sürmektedir. Bu açıklamaların Buteflika'ya yalakalıktan bir farkı yoktur. Konu Fransız matbuatında geniş yankı bulmuştur. Le Monde ile Le Figaro gazeteleri konuyu enine boyuna irdelemiş ve incelemiştir. Cezayir matbuatında konu etrafında yazı yazanlar sözgelimi Hüseyin Lakra ile Muhammed Hadi el Haseni gibiler, Fransa'nın Cezayir'den ABD'nin ise Afganistan'dan yıpranarak çekildiğini ve bir asır daha özgürlük savaşçılarıyla yüzleşmek istemediklerini ifade ediyorlar. Buna mukabil Fransa'nın Cezayir'de, ABD'nin 20 yılın ardından Afganistan'dan çekilmesi ezici bir yenilgi sonucu olmamıştır. Kimse de bunu söylemiyor. Bilakis yıpranma ve kan kaybetme sonucu olmuştur. İşgalcilere işgalin sonu görünmemiştir. Bu nedenle, de Gaulle Cezayir'i terk ederken, Cezayirlilere iade-i itibarda bulunarak şunu söyleyebilmiştir: "Sizi anlıyorum!" Cezayir ve ardından Afganistan'da iradeler savaşı yaşanmıştır. Fransa ile ABD meydan okumuş, Cezayir halkıyla birlikte Afganistan halkı ise Toynbee'nin ifadesiyle mukabelede bulunmuştur.
Bununla birlikte savaş, sical suretindedir. Etaplardan oluşan kapışma ve atışma suretinde gelişir. Medeni alanda mücadele devam etmektedir. Bugün Fransızlar gitmiş ama eğitim dili hala Fransızca olarak devam etmektedir. Askeri sahada Fransa kan kaybetmiş hatta Cezayir sayesinde Avrupa'nın hasta adamı unvanını kazanmıştır. Buna rağmen medeni sahada Fransa'nın kefesi ağır basmaktadır. Afganlıların son Amerikan uçağıyla Kabil'i terk etmek için ölümü göze almalarında olduğu gibi. Tarihte buna en tipik misal Moğollardır. Moğollar / İlhanlılar, İslam âlemini denetimlerine almışlar ama medeni güçleri yetmediği için 90 yıl içinde Müslüman denizinde eriyip, yok olup gitmişlerdi. Tarihte eriyip gitmişler ve Müslümanlara karışarak yok olmuşlardır.
Hem Fransa Cezayir'de, hem de Amerikalılar Afganistan'da, yerel güçlerle müzakere yapmak zorunda kalmışlar bu da çekilme işlemlerinin seyrini tayin etmiştir.
Taliban ile Doha'daki müzakereleri yürüten Zalmay Halilzad, Eşref Abdulgani'nin zamansız kaçmasının bütün süreci berbat ettiğini söylemiştir. Daha önce böyle bir niyetini sezmediklerini de ifade etmiştir. Eşref Abdulgani'nin geniş tabanlı yeni hükümet konusunda Taliban ile anlaşana kadar yerinde kalmasını istediklerini onun ise yerinden kıpırdamayacağını ve bir yere gitmeyeceğine dair kendilerine söz verdiğini ifade etmiştir. Çekilme düzeninde evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Büyük ihtimalle 82 milyar dolarlık silah envanteri de bu suretle Taliban'ın eline geçmiştir. Zalmay Halilzad ayrıca Kabil'e girmesi için Taliban'a yeşil ışık yakmadıklarını da ifade etmiştir. Dolayısıyla boşluklar bir planlama ile değil, karmaşa ile dolmuştur. Kesinlikle bizde anlatıldığı şekilde çekilme konusunda bir muvazaa söz konusu olmamıştır.
Kısaca, Zalmay Halilzad da lisan-ı haliyle Ahmet Talip İbrahimi ve benzerlerini yalanlamaktadır.
Mustafa Özcan