Kudüs'te yer alan İsrail Sulh Mahkemesi Karakuşi bir kararla birlikte yeni bir savaşın fitilini ateşledi. George Orwell'in 1984 adlı eserinden çıkma bir sahne ile barış ve sulh diyorlar ama savaşı kastediyorlar. Sulh Mahkemesi'nin Harem-i Şerif sahanlığında (Mescid-i Aksa sınırları içinde) İsrail polisinin işbirliği ve muvazaasıyla aşırı Yahudilere Talmut'un Sessiz Ritüellerini icra etmelerine izin vermesi bardağı taşıran son damla oldu. Burak/Ağlama Duvarı'nda sesli olarak ritüellerini ve ibadetlerini icra ederken şimdi de üst tarafta; Harem sınırlarında sessiz ibadetlerini ve ritüellerini yerine getirecekler! Ya sonrası? Tamamen Harem-i Şerif'i ele geçirerek burasını gözle kaş arasında Süleyman Tapınağı haline getirecekler. Ara safhada ise zaman ve mekan ayarlı ve bazlı olarak Mescid-i Aksa'yı Yahudilerle Müslümanlar arasında paylaştırmak istiyorlar. Kısaca el Halil kentindeki gibi nöbetleşe veya sırayla ibadet edecekler. İsrail Mahkemesi'nin meselenin üzerine benzinle gitmesi üzerine gelen ilk tepkilerde bu kararın bölgede dini mücadeleyi tetikleyeceği, kızıştırıcağı uyarsı yer alıyor. Halbuki, mesele zaten özü itibarıyla dini ve İsrail dini bir mesele olarak görüyor ve öyle davranıyor. Sadece Müslümanlar vurdumduymazlık gösteriyorlar. Deve kuşu gibi gerçekler karşısında başlarını kuma gömüyorlar. Bu gerçek gizlenerek İsrail'in oldubittileri karşısında bölge insan ve ülkelerinin hareketsiz kalmaları temin ediliyor. İsrail dini zeminden harekete geçerken Müslümanlar meselenin siyasi olduğuna kendilerini inandırmış görünüyorlar. Müslümanlara 'uyandırma kerizi bulandırma denizi' anlayışı reva görülüyor. Meselenin özünün dini olduğu sadece Müslümanlardan gizleniyor. Böylece kısmen de olsa tepkisiz kalmaları sağlanıyor. Zaman kazanın İsrail ise planlarını günden güne devreye sokuyor.
Mesele özünde dini, taktik zeminde ise siyasidir. Meselenin özüne dokunarak hareket etmeyenler, bu meselede bir arpa boyu mesafe kat edemezler. Nitekim öyle de olmuştur. Bu arada İsrail uluslararası kuralları ve normları da çiğniyor. Zira UNESCO gibi uluslararası kurumlar Kudüs konusunda Müslümanlara ve Hristiyan tezlere destek veriyor onun ötesinde Harem-i Şerif'in Müslümanlara ait olduğunu kabul ediyor. İsrail mahkemesinin savaş niteliğindeki bu kararı UNESCO'nun 2 Mayıs 2017 tarihinde aldığı kararla çelişiyor, çatışıyor.
İsrail bu gibi kararlarla Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın statüsünü günden güne aşındırıyor ve yapıyı ve kutsal şehri Yahudileştiriyorlar. 'Küçük omuzlar büyük davayı omuzlanamazlar' deyimi gereği Ürdün yönetimi İsrail karşısında mefluç kalmış vaziyette hareketsiz duruyor. 2003 yılında Amerikan işgali karşısında Pandora'nın kutusu açılır diyen Ürdün Kralı İkinci Abdullah şimdi açılan Pandora ile kendisi yüzleşiyor. 2004 yılında Şii Hilali oluşması karşısında uyaran Kral II. Abdullah bugünlerde şahlanan Şii hilalinin parçası olma yolunda hızla ilerliyor. Kaderin cilvesi olmalı.
1967 sonrasında aralıklarla ve günümüzde Ürdün yönetimi Mescid-i Aksa ve kurumları işletiyor lakin buradaki Yahudileştirme sürecini engelleyemiyor. Yapıyı değil sadece cemaatle ilgili düzenlemeleri deruhte edebiliyor. O da sınırlı olarak. Yapı ise giderek İsrail'in müdahalelerine açık hale geliyor. 2002 yılından beri İsrail peyderpey Mescid-i Aksa ve havzasına el koyuyor. Harem-i Şerif'e turistlerin sokulması işlemleri Ürdün'e bağlı vakıfların elinden alınmış ve İsrail polisinin sorumluluğuna bırakılmış ve verilmiştir. İsrail ise yabancı turistleri 1967 yılından beri anahtarlarını elinde tuttuğu Mağribiler kapısından içeri sokmaktadır. 2003 yılında bir İsrail mahkemesi Karakuşi bir kararla Rahmet Kapısı'nın kapatılmasına karar vermiş ve vakıf yetkilileri de bunu çarnaçar uygulamışlardır. Aynı yıl işgal yönetimi işgalcilerin birer ikişer Harem-i Şerif'e doluşmalarına ve girmelerine izin vermiştir. 2005 yılından itibaren de gruplar halinde ihlaller başlamıştır. Bilahare 2007 yılından itibaren Mescid-i Aksa'nın onarım işleri Ürdünlülerden alınmış ve İsrail polisinin yetki alanına devredilmiştir. 2008 yılından itibaren de aşırı yerleşimcilerin ihlalleri için zaman düzenlemesine gidilmiştir. Kuşluk ve öğle namazlarının ardından ihlallerin yapılması karara bağlanmıştır.
2012 yılından itibaren de Kudüs'teki bütün İslami yapıların onarımı İsrail iznine bağlanmıştır. İşgal belediyesinden ön izin alınmadan hiçbir onarım işlemi yapılamayacaktır. Esbat Kapısı kalkışmasının ardından vakıflar idaresinin Harem'e yeni bir muhafız tayin etme yetkisi elinden alınmıştır. İsrail işgal idaresi 2019 yılında dış duvarların, surların restorasyonu yetkisini de müsadere etmiş kendi zimmetine geçirmiştir. Harem-i Şerif'in güney duvarların onarımı da alınan yeni karar mucibince İsrail tarafından sürdürülmektedir. Mescid-i Aksa ve İslami mukaddesatın korunması noktasında Ürdün idaresi cılız bir varlık haline gelmiş ve İsrail'in ihlallerini engelleyemez bir duruma düşmüştür. Bu ise işbirlikçi sıfatıyla dede Abdullah gibi torun Abdullah'ın da sonunu getirebilir. Ürdün, İsrail'in tecavüzleri karşısında yetersiz kalıyor ve her gün aşınma ve açılan gedikler daha da büyüyor. Yecüc ve Mecüc'ün setlerini yıkması gibi İsrail de Harem-i Şerif'i, altındaki kazı ve üstünde de müdahaleleriyle yıkılmaya meyyal hale getiriyor. Durum öyle hala gelmiş bulunmaktadır ki, Ürdün Vakıflar İdaresi İsrail Sulh Mahkemesinin aldığı kararı durduramadığı ve etkisizleştiremediği gibi aynı zamanda kendisinde bu işlemi belgelendirme gücü dahi görememektedir. İsrail, filen Ürdün Vakıflar İdaresini bir kenara itmiştir. Doğu Kudüs Ürdün'ün elinde olduğu bir zaman diliminde (1967) işgal edilmiştir. Şimdi ise İslami kutsallara çöken İsrail karşısında aciz kalmaktadır.
PANKARTLAR YÜRÜYÜŞÜNDEN RIBAT EL HAMAİL'E
İsrail'in Harem-i Şerif üzerine hamlelerinin artması üzerine sivil Filistinliler de otomatik olarak harekete geçti. Özellikle de 1948 toprakları üzerindeki Filistinliler 'Va Aksah/canım aksa da yine Aksa' diyerek Aksa'nın yardımına koşuyorlar. Bu uğurda yeni destanlar yazıyorlar. Bunun için manevi bir seferberlik başlatıldı ve buna da önce Mesiretü Beyarik adı verildi. Bayraklar veya Afişler Yürüyüşü. O sıralarda İsrail Burak Duvarı veya Ağlama Duvarı bölgesine bir sinagog inşa etmeyi tasarlıyordu. Filistinliler evvelemirde buna engel olmak istediler. 2007 yılında ise bu kampanya yenilendi ve Rıbat el Hamail olarak anılmaya başlandı. Bu yeni organizasyona Rıbat el Hamail denildi. Ribat el Hamail Filistin'e ait mahalli bir deyiş veya kavram. Kabile üyelerini ve alt kollarını ifade etmektedir. Bu kavramı ilk kullananlardan birisi de yine Raid Salah olmalıdır. Bu kavram, kolektif ve nöbetleşe olarak Kudüs'ü ve özellikle Mescid-i Aksa'yı savunma hattı ve düzeni olarak karşımıza çıkıyor. Bu suretle imece usulüyle aşiretler arasında sırayla Mescid-i Aksa savunuluyor ve manevi imarı yapılıyor. İşgal altındaki Kudüs'te 150 civarında hamule yani örgütlü alt kabile birimi yer alıyor ve bunlar nöbetleşe olarak ayda bir güne denk gelen ve tekabül eden şekildeki sıralamalarla rıbat görevini ifa ediyorlar. Temimi, Mirar, Cabir, Guşe, Şerbati, Selayime, er Recebi, Vadkidek, Kavasimi ve Razim aileleri kendi aralarında kurdukları hizmet yarışıyla Filistin'in yalnızlığını kırmaya çabalıyor ve çare olmak istiyorlar. Hamule ve hamail dayanışmasıyla birlikte Mescid-i Aksa'yı yalnız ve boş bırakmıyorlar. Sabah namazına gelmek ve burada rıbat görevini tutmak için Makdisli aileler kendi aralarında birbirleriyle yarışıyorlar.
Kabilenin alt kollarına hamule ve hamail denilmektedir. Bu ifade Filistinlilerin has bir ifadedir.