Japon bilim adamı antropolog Kalyo Yasuo acı konuşmuş. Demiş ki:
"Türkler çok garip. 3 yıldır Türk kültürünü inceliyorum. Bir şey bana çok korkunç, diğeri ise garip geliyor. Korkunç olan, Batı bu ülkeyi savaşmadan yok ediyor. Ülkede 3-5 dizi hariç hepsi Türk din ve geleneğine ters, aykırı. Garip olan şey ise, herkes bunu biliyor ama yine de izliyor. Üstelik anne-baba çocuğuyla izliyor. Hayret…"
Gerçekten geçmişte ve son günlerde tekrar izlediğim 50'li, 60'lı, 70'li yıllara ait çok sayıda Türk filminden çıkan sonuca göre Yasuo az bile demiş diyorum. Şimdi Youtube olunca istediğiniz filmi tekrar seyredebiliyorum. Gördüğüm filmlerden şu hususları söyleyebilirim:
*Filmlerde sanatçı Yılmaz Erdoğan'ın geçmişte dediği gibi ezan ve namaz sahnesi, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim okunması kesinlikle yer almaz. Hıristiyanların olduğu bazı filmlerde kilise geçer ama cami geçmez. Meselâ filmlerde nedense Ramazan hiç yaşanmaz, oruç tutulmaz.
*Öyle ki İslam'ın hayatı belirleyici rolü olduğu Osmanlı filmlerinde bile bu sahneleri görmeniz mümkün değildir.
*İslam ve din adamları bu filmlerde hiç mi görünmez? Maalesef hep oldukça çirkin, itici ve soğuk şekilde görünürler. Din adamları öfke doludurlar, çevreye kötülük kaynağı gibi bakarlar, sevimsiz ve nefret edilen tiplerdir. Hep ters ve mantıksız fetvalar verirler, düşmanla iş birliği yaparlar, genç kızlara kötü nazarla bakarlar, cehennemle korkuturlar. Yani din adamları hep kötü kişilerdir.
*Hakkını yemeyelim, bazı nadir filmlerde olumlu din adamları da vardır. Bunlar sevenlerin buluşması için fetva verirler, günü kurtaran desteklerde bulunurlar. Ancak bu kişilerin yanlış namaz kıldıkları, duayı hakkıyla yapamadıkları ve sırıtan takma sakalları dikkati çeker.
*Filmler sanki birbirinin kopyası gibi diğerine benzer. Kız ve erkek birbirine âşık olur, araya servet farklılığı başta olmak üzere engeller girer. Sonunda âşıklar kavuşur, izleyenler mutlulukla salondan ayrılır. Bazı nadir filmde ise sevenler öldükten sonra kavuşurlar.
*Nedense sevenler birleşince film biter. Mesaj şöyle algılanır: Evlilikte mutlu olmak için muhakkak âşık olmak şarttır. Yoksa evliliğiniz mutsuzlukla sonuçlanır. Hâlbuki bu çiftler evlendiğinde mutsuz olma ihtimalleri de büyüktür. Ancak biz o yılları göremeyiz ve onların çok mutlu olduklarını zannederiz.
*Bazı filmlerde artistler değişse de konu olarak birbirleriyle çakışır, birbirinin tekrarıdırlar. Aynı olaylar vuku bulur, benzer şekilde sonuçlanır. Yıllarca Türk sinemasında gösterilen rezil ötesi, bazen Amerikan bazen Avrupa özentisi kötü yapımlara seyirci katlanmak zorunda kalmıştır.
*Birçok filmde milletimizin inanç, gelenek ve yaşam şekline hiç uymayan, 'yuh' dedirten sahnelere sık rastlanır. Belli ki özen gösterilmeden, adaptasyon dahi yapılmadan yabancı bir filmden aynen kopya çekilmiştir. En sık da iki kardeşin aynı kıza âşık olması konusudur. İzlediğim ve rezalet dediğim bir filmde delikanlı torun, orta yaşlı baba ve yaşlı büyükbaba aynı kadına âşık olmuşlardı. Aralarındaki rekabetten sonra şarkıcı kadın babaya nasip (!) oldu ve evlendiler.
*Bir filmde de ana roldeki kadın artist (Türkan Şoray) çocuğunu doğurduğu adamın (Ediz Hun) babasıyla evlenmeye niyetlenmişti ve flörte başlamıştı.
*Her filmde muhakkak şarkıcı ve gazino, bar sahneleri bulunur. Muhakkak dakikalarca süren şarkı, türkü sahneleri bulunur. Sanki buralara gitmek Türk milletinin en önemli eğlence şekliymiş gibi sunulur. Gidenler çok mutludur, ayrıcalıklıdır havası verilir.
*Başrol oyuncuları dâhil herkesin dudaklarında sigara muhakkak bulunur. Her ortamda, her durumda adeta bir seremoni havasında, başka seçenek yokmuşçasına sigara içilir. Sigara, içilmesi gereken masum bir şeymiş gibi sunulur. Sigaranın ülkemizde yaygınlaşmasında ve insanlarımızın sağlığının bozulmasında maalesef bu filmlerin büyük etkisi olduğu anlaşılmaktadır.
*Sigaradan daha büyük problem ve rezillik ise mahalledeki sıradan insanların bile en büyük eğlencelerinin ve güzel vakit geçirmelerinin ancak içki içmekle olacağı fikrinin verilmesidir. Herkes hep rakı, şarap veya bira içerler. Sevinç anlarını da, üzüntü hallerini de içmekle geçirmek adettendir. Meyhaneye gider, sızana kadar içerler. Sarhoşlar sevimli gösterilir. Üstelik ayırım yapmadan bütün insanların ideali gibi imiş gibi algı operasyonu yapılır.
*Bir başka husus ise ummadığı üzücü bir davranışla karşılaşan veya iflas eden ya da sevdiklerince aldatılan bilhassa erkeklerin meyhanelere dadanmalarıdır. Yani böyle durumlarda alkolik olmanın dışında bir seçenek yokmuş gibi imaj verilmesidir.
*Yine zengin ve itibarlı kişilerin evlerinin en gözde yerlerinde göz alıcı içki barlarının bulunduğu dikkati çeker. Ev sahibi barın önüne geçer ve misafire ne içeceğini sorar. Yani adeta saygın kişilerin evlerinde içki köşesi olması gerekir algısı verilir.
*İnsanlar ya iyidirler veya kötü. Ortası olan, hatta arada olan bile yoktur. Zaten iyilerin ve kötülerin kişilik yapıları yüzlerine ve tavırlarına da vurmuştur. Hemen ilk görüşte anlarsınız.
*Zaten filmi biraz izleyince nasıl devam edeceğini ve finalde ne olacağını tahmin edebilirsiniz. Sonuç ise hemen her zaman sizi yanıltmaz. Hatta filme biraz ara verseniz, hiç ara vermemiş gibi takip edebilirsiniz.
*Olmadık tesadüfler, aklı isyan ettiren karşılaşmalar dikkati çeker.
*Şarkıcı kadınlar neredeyse filmlerin çoğunda başroldedir. Bunlar namusuna çok düşkün, melek gibi iyi kalpli ve güzel huylu olarak tanıtılır. İçki içmezler. Sanki genç kızlarımıza rol model olarak sunulurlar.
Bugün Türkiye'nin haline bakınca filmlerin etkilerini birçok yerde ve konuda görüyoruz.
Prof. Dr. Sefa Saygılı