Bütün dünyanın olduğu gibi ülkemiz de koronavirüsle mücadele halinde. Evlerimize kapandık, sosyal mesafe kuralına titizlikle uyuyoruz ve temizliğe daha bir özen gösteriyoruz. Gözümüz ekranlarda acaba son durum nedir, gelişmeler nasıldır diye. Bütün bu ufak canlılar hep bize zararlı mı?
Yakın zamanlara kadar gözle görülemeyen ve kısaca mikrop dediğimiz mikroorganizmalar (bakteriler, virüs ve parazitler gibi) insanlığın düşmanı gibi kabul edilirdi. Hastalık sebebi onlardı, bizi halsiz bırakan ve ölümcül de olabilen bulaşıcı enfeksiyonların etkeniydiler.
Çoğu insan, dediğimiz gibi bakterileri hala sadece hastalığa yol açan zararlı varlıklar olarak düşünür. Ancak böyle bir düşünce doğru değildir. Bakterilerin ancak çok az bir bölümü hastalık etkenidir.
MİKROPLAR ÂLEMİ
Yaşadığımız dünyaya ibret nazarıyla bakarsak muazzam bir canlı çeşitliliği ve mükemmel bir uyum dikkatimizi çeker. Yeryüzünü dolduran milyonlarca farklı canlı türü (hayvanlar, bitkiler ve mikroorganizmalar) insanın her türlü ihtiyacını karşılayacak ideal bir ortam meydana getirirler.
Şaşırtıcı ve hayranlık verici bu harika canlı çeşitliliği hayatımız için büyük önem taşır. Görünenlerin dışında bilim adamları ve uzmanların dışında kimsenin adlarını dahi bilemediği, ancak mikroskoplarla görülebilen ve milimetrenin binde biri büyüklüğündeki, 300 bin ila bir milyon kadar türü olduğu tahmin edilen bakterilerin yer almadığı bir dünya nasıl olurdu hiç düşündük mü?
Bakterilerin olmadığı hayat, hayal bile edilemez. Çünkü:
*Dünyadaki oksijenin önemli bir bölümünün üretimi,
*Yeryüzünde element döngülerinin sağlanması,
*Dünyanın temizlenmesi,
*Ölü organizmaların ayrıştırılarak yeniden kullanışlı hale getirilmesi
*Ve daha pek çok hayati mekanizma bu mikroskobik canlılar tarafından gerçekleştirilir.
Sadece dış dünyadakiler değil vücudumuzda yaşayan mikroplar da oldukça ilgi çekici ve şaşırtıcıdır. Bilim adamları vücudumuzda yaşayan mikropların karmaşıklığı, gücü ve sayısı yüzünden sürekli hayretten hayrete düşmektedirler. Meselâ sağlıklı bir insanın bağırsakları 400 farklı bakteri türü içeren küçük bir ekosistemdir ve bu canlılar bağırsakların düzenli bir şekilde faaliyet göstermesinde çok önemli bir pay sahibidir. Üstelik bakteriler çok küçük olmalarına rağmen, çok değişik biyokimyasal, yapısal ve davranışsal karmaşıklıklar gösterirler. Öyle ki bakteriler olmaksızın yeryüzünde hayat da olmazdı. Hızla çoğalmalarına, bu kadar küçük ve bu kadar çok olmalarına rağmen bakteriler, en ufak bir karışıklığa yer vermeyecek şekilde uyum içinde gerekli ve faydalı faaliyet gösterirler.
Üstelik vücudumuzda yaşayan mikrop sayısı hücre sayımızın 10 katını bulmaktadır. Ancak mikrobiyom olarak bilinen bu mikrop toplulukları, hâlâ bir muammadır. "Vücudumuzun bu kısımları hakkında çok az şey biliyoruz" diyor bilim adamları. Yeni araştırmalar mikroplar için vücudumuzda bulunan ekosistemleri anlamamıza yardımcı oluyor.
Sadece ağzımızda beş yüz ile bin arasında mikrop türü olduğu tahmin ediliyor. "Ama nihai rakam bu değil. İncelediğimiz insan sayısı artıkça, mikrop sayısı da artıyor" deniliyor. Ağız kendi içinde dil, dişeti, diş gibi küçük ekosistemlere ayrılıyor. Her bir diş, hatta dişin her bir tarafı farklı türde mikroplar barındırıyor.
Mikroplar her geçen gün vücudumuzu sarmaya devam ediyor. Bu mikrop toplulukları bizi kuşatıyor ve içimize nüfuz ediyor. Farklı insanların vücutlarına farklı mikroplar giriyor ancak hayatımızı idame ettirmek için gerekli olan fonksiyonları hepsi yerine getirebiliyor. Bu görevlerden biri, sindirimi zor karmaşık yiyecekleri parçalamaktır. Mikroplar, sindirime yardımcı olmanın yanı sıra, iltihaplarla savaşmak için bağışıklık sistemine sinyaller göndermek gibi çok sayıda fayda sağlıyor.
Hastalıkların çoğuna iç ekosistemlerdeki muazzam değişiklikler eşlik eder. Örneğin aşırı kilolu kişilerin bağırsaklarında normal kilolulardan farklı türde mikroplar bulunur. Bazı durumlarda, hastalık vücutta değişikliklere yol açınca yeni mikroplar devreye girebilir. Ancak mikroplar kimi zaman hastalığa da yol açabilir.
SEZARYENLE DOĞUM
İnsanların mikrobiyomları doğdukları andan itibaren farklılaşıyor. Araştırmacılar normal doğum sonucu dünyaya gelen bebeklerin annelerinin doğum kanallarından aldıkları mikroplarla çevrili olduğunu ortaya çıkardı. Ancak sezaryenle doğan bebekler genelde yetişkinlerin derilerinde bulunan mikroplarla kaplıydı.
Birçok araştırma, sezaryenle doğan bebeklerde, çok sayıda ilaca dirençli Staphylococcus aureus bakterisi aracılığıyla deri enfeksiyonlarına yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu öne sürüyor. Bunun nedeni, annelerinin doğum kanallarından yoksun olmaları olabilir.
Sezaryenin, çocuklarda astım ve alerjileri artırdığı da öne sürülüyor. Bu yüzden antibiyotik kullanımı da artıyor.
Çiftliklerde yaşayan ve topraktan yeterli oranda sağlıklı mikrop alabilen çocuklar, şehirlerde büyüyen çocuklara kıyasla bağışıklık sistemiyle ilgili rahatsızlıklara daha az yakalanıyor.
Çalışmalar aynı sonuca varıyor: Çocuklar gerektiği kadar mikrop alamazsa, sanılanın aksine bağışıklık sistemleri zayıf kalıyor ve daha kolay rahatsızlanıyorlar.
Kısacası mikroplar genelde düşmanımız değil dostumuz olarak hizmet görmektedirler.
Prof. Dr. Sefa Saygılı