Son zamanlarda bazı kişi ve gruplar İslam'a karşı pozitivizmi savunmakta, kendilerini pozitivist olarak nitelemektedirler. Pozitivizmin ne olduğunu anlayabilmek için bu akımın kurucusu Auguste Comte'tan ve hayatından bahsetmek gerekir.
Comte Fransız filozofudur... 1798'de dünyaya geldi. Babası veznedardı, annesi ise koyu dindar bir kadın. 9 yaşındayken, doğduğu şehrin kolejine girdi. Çok üstün zekâsıyla parlak bir talebe oldu ve çabuk ilerledi. 14 yaşından itibaren, bir takım sebeplerle ailesinden ayrıldı ve ateşli bir Cumhuriyetçi oldu. Her çeşit disiplin ve otoriteden nefret ediyor, kendini büyük görerek herkesin ona bağlanmasını istiyordu.
Matematikte o kadar ileri bir başarı gösterdi ki, henüz 16 yaşındayken Paris'te Politeknik Okulunun giriş imtihanlarını kazandı. Burada yalnız okulun dersleriyle değil, çeşitli fikir adamlarının kitaplarıyla da ilgilendi. Okulda Saint-Simon'un fikirlerini yaymaya çalıştı. Bir profesöre karşı arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları saygısızlık ve disiplin dışı hareketler yüzünden hükûmet, okulu geçici olarak kapattı ve Comte, polis tarafından ailesine teslim edildi.
Ailesinin istememesine rağmen Paris'e döndü, tarih ve biyoloji ile ilgilendi. Saint-Simon'la tanışıp 7 yıl çıraklık ve arkadaşlık etti. Bu tanışma döneminde, aralarında 40 yaş fark vardı. Fakat hocasının, emretmek ve itaat ettirmek isteyişi, Comte'un ise disiplinsiz ve kendi büyüklüğüne fazlasıyla inanmış bir genç oluşu yüzünden, gittikçe anlaşamaz oldular ve sonunda ayrıldılar.
Comte bedbaht ve zayıf karakterliydi. Bir sokak kadını ile evlenip boşu boşuna onu yola getirmeye ve geçmişini unutturmaya çalıştı. Devamlı geçimsizlik ve kavga ile süren evliliğine anne ve babası daha işin başında razı olmamıştı. Dostu Valat'ya yazdığı bir mektupta, bu kadında aradığı meziyetleri bulamadığını söylüyordu; "kalp fedakârlığı, karakter yumuşaklığı, kocasının üstünlüğünü kavrayacak bir şahsiyet" yoktu onda. Bu sebeple mutlu olamamıştı. Evliliğinin daha birinci yılında, "en zalim düşmana bile böyle bir mutsuzluğun lâyık görülemeyeceğini" yazmıştı.
Comte, geçimini sağlamak için "pozitif felsefe dersleri" vermeye başladı. Bu derslerin esası; metafizikle yani iman ve inançla mücadeleden ibaretti. Ona göre, gerçeğin ölçüsü, metafizikten mahrum oluşuydu. Yani, tecrübe sınırlarına girmeyen ve tecrübe ile ispat olunamayan hiçbir konu, insan zihnini uğraştırmamalıydı.
Comte, verdiği ilk derslerin akabinde birdenbire cinnet geçirdi, adeta delirdi. Gerek çocukluğundan beri devamlı okuma ve düşünme yüzünden uğradığı şiddetli beyin yorgunluğu, gerekse eşinin fazlasıyla hafif meşrepliği, onu çıldırttı. 24 Nisan 1826'da evinden kaçtı. Peşini bırakmayan karısı, onu bir göl kenarında buldu. Burada dolaşırlarken Comte yine cinnet geçirdi, yüzme bilmediği halde kendini göle attı. Karısı, onu büyük zorlukla boğulmaktan kurtardı. Fakat o artık kudurmuş gibiydi, acilen tımarhaneye kaldırıldı. 7 ay kadar kaldığı hastaneden karısının isteği üzerine evine döndü. Fakat daha tam iyileşmemişti. Yemekte birden sofra bıçağını masaya saplıyor, bazen yüksek sesle Homeros'tan parçalar okuyor ve kendini Seine Nehri'ne atacak kadar melankolik buhranlara tutuluyordu. Ancak 1828'de kendine gelebildi. 1829 Ocak'ında yeniden ders okutmaya başladı.
1834'de karısı, Comte'u terk etti. Fakat birbiriyle yıllarca mektuplaşmaya devam ettiler. Zenginlerden topladığı yardımlarla hayatını devam ettiren Comte, bu yıllar yavaş yavaş kendine sevgi ve saygı duyanları da gücendirerek korkunç bir çöküntüye doğru ilerlemeye başladı.
1845 yılında kocası müebbet hapse mahkûm olan 30 yaşlarında, zayıf bir kadına rastladı. O zamanın kanunlarına göre boşanmak mümkün değildi. Filozof, bu genç kadına âşık oldu. Artık onu görmek, onunla görüşmek, onu düşünmek ve ona yazmaktan başka bir şeyi düşünemiyordu. Bir yılda tam 181 mektup yazdığı Clotilde adındaki bu kadın, veremliydi ve ertesi yıl öldü. Onun ölümünden sonra Comte'un duyduğu platonik aşk büsbütün arttı, gelişti. Artık sadece onun hatırasıyla yaşıyor, âdeta ona tapıyordu. Comte, ölünceye kadar tam 13 yıl "koruyucu meleklerin en büyüğü" diye adlandırdığı bu kadını anmak için günde üç vakit duaya koyulurdu. Sabahın beşinde kalkar, hürmetle Clotilde'in dinlendiği koltuğun önünde diz çöker, 40 dakika kadar tarih sırasıyla sevgilisinin hatıralarını anarak, gözünün önünde canlandırmaya çalışırdı. Beraber oturdukları masaya çiçekler koyar, kendisi için önemli saydığı buluşma günlerini kutlar, günün iki saatini, bu sevgiliye bir çeşit ibadet ve merasimle geçirirdi.
1849-1850 yıllarında, kendisinde birtakım duyguların dal budak saldığı görülür ve bazı garip teşebbüslere girişir. Artık pozitif bir din kurmuştur: "İnsanlık dini". Rus Çarı ve Osmanlı sadrazamına mektup yazarak onları bu dine davet eder. Artık o, kendini peygamber olarak görmektedir. Kendine iman edenleri idare etmeye çalışır. Putu ise insanlıktır: Geçmişiyle, hâl ve istikbaliyle dikkate alınan insanoğlu toptan değerlendirilirse, "Büyük Varlık" ortaya çıkar ki, buna tapınılması ve ibadet edilmesi gerekir. Comte, bu dinin teşkilatlarını, papalığını, bunun yetkilerini, hatta oturacağı yeri, pozitifçi tapınağın plânını, yıllık takviminde bulunan 13 ayın 13 büyük adamın adını taşımalarını, onlara ithaf edilmiş mabetleri birer birer kaydetti. İnsanlığı, 30 yaşında bir kadın olarak (bu şüphesiz, Clotilde'dir) temsil etti. Kendi dininde yılda 84 bayram ve 9 kurban günü olacak, istavroz işareti yerine başka işaretler geçerli olacaktı.
Comte'un dininin de aynı muharref Hristiyanlık gibi bir üçlemesi, bu dinin de azizleri, hatta aforozları vardı. İnsanlığın en büyük düşmanı olarak şeytanın yerine Napolyon Bonaparte'a lânet etmeyi vazediyordu.
Comte'un, insanlık dini adıyla kurduğu bu din, kilisenin hücumuna uğradığı gibi düşünürlerce de pek beğenilmedi. Kilise, bu akımı küfür ve tanrıtanımazlık sayıyordu. Düşünürlerse, bu dinin tersine çevrilmiş Katoliklik olduğunu söylüyorlardı. Guyau, Comte'un dinsel sistemini eleştirirken şunları yazmıştı: "Pozitif bilimlerle hayatın evlenmesinden din doğmaz, dinî merasimlerden başka bir şey olmayan Comtizm, ruh gittikten sonra bedende hayatı tutmaya çalışmaktan ibarettir."
Ernest Renan Comte'dan söz ederken, "200 yıldan beri birçok bilim kafalarının kendisi kadar görüp anladıkları gerçekleri kötü bir Fransızcayla anlattığı için Comte'a büyük adam denilmesi beni kızdırıyor" diyordu.
Büyük hayâller peşindeyken yeniden cinnet buhranları geçirmeye başladı. Zihin çöküntüsü ve his dalgalanması geçiriyordu. Kurduğu pozitif sisteme tamamen ters bir hareketle, mistik ve metafizik olduğu kadar da garip bir din icat eden bu filozof, 5 Eylül 1857 günü, insanlığın sembolü ve temsilcisi sayıp "Ulu Varlık" adını verdiği Clotilde'in masası önündeki son merasimini yaparken öldü.
Cemil Meriç, Jurnal'ında Comte'u şöyle değerlendirir:
"Yirmi yaşında mektepten kovulmuş Comte. Meçhul bir kadından bir çocuk peydahlamış, arada. Meyhaneye girer gibi Saint-Simonizme girmiş. Sonra bir başka fahişe bulmuş. Kahramanımız yirmi yedi yaşındadır. Metres hayatı yaşadığı kadınla evlenmiş resmen, tımarhaneye girmiş, oradan çıkınca bir de dini nikâh yaptırmış. Seine nehrine atmış kendini, kurtarmışlar. Nihayet olgunlaşmış, kırk altı yaşında, başka bir fahişe çıkmış karşısına, otuz yaşında bir kadın. 47 yaşında kadıncağızı kaybetmiş. Bir biyograf zavallıyı kendisi öldürdü, diyor, yalan yanlış ilaçlar aldırarak öldürdü. Dünyanın bütün ülkelerinde böyle bir adamın yeri ya tımarhanedir, ya hapishane. Hâlbuki Auguste Comte düşünce tarihinin başköşesinde."
Comte'a göre, metafizik'e ihtiyaç kalmayacak, onun yerini pozitif bilim alacaktı. Bunu, aradan geçen zaman içinde tecrübe, bilim ve tarih yalanlamıştır. Aksine pozitif bilim ve bilgilerimiz ilerledikçe, metafiziğe olan ihtiyacımız daha da artmaktadır.
Ülkemizde de Beşir Fuad'dan Ahmet Rıza'ya ve Z. Gökalp'a kadar pek çok kimse pozitivizmin tesirinde kalmış ve kendince temsilciliğini yapmıştır. Cumhuriyet devrinde ise, pozitivist anlayış, katı şekliyle, kafalara ve müesseselere yerleşme imkânı bulmuş, âdeta bir iman sistemi haline gelmiştir: Tarihe hücum eden bu görüşe dayanmış, İslâmiyet'e hakaret eden de buna yaslanmış; bilim aşkına, akıl ve pozitivizm aşkına mevcut değerleri ve inançları yıkmak isteyenler fırsat ve imkân bulmuşlardır.
1940'lardan itibaren Türk Milli Eğitiminde, kültüründe, düşünce ve sanat alanlarında ve üniversitelerde yoğun bir şekilde Comte teşvik edilmiştir. Comte'un eserlerine, sözgelimi "Pozitivizm'in İlmihali"ne özel bir ilgi gösterilmiştir. İslâm İlmihali yerine bu kitap bastırılarak yayılmıştır. Bunun sonucu olarak da dar ufuklu, insanı, kültürü, toplumu ve tarihi sığ ve önyargılı değerlendiren, kendi değerlerine düşman olan bir garip zihniyet ortaya çıkmıştır. Türk kültür hayatının bu zihniyetten dolayı uğradığı kayıp ürküntü verici boyutta olmuştur, denebilir. Üstelik pozitivizmin teşvik edilmesine rağmen bilim ve teknik alanda inceleme, araştırma ve buluş ürünlerinin ortaya çıkmaması, üzerinde ayrıca durulacak bir husustur.
İnsanlık dinini kurmayı deneyen pozitivizmin sahte peygamberi Comte aslında cinnet geçiren bir çılgındı. Onun hayat hikâyesi görüldüğü gibi ibretlerle doludur.
KAYNAKLAR
1- Pozitivizm. İsmail Kıllıoğlu. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi içinde. Risale Y.
2- Felsefi Doktrinler Sözlüğü. Prof. Dr. S. Hayri Bolay. Akçağ Y.
3- Thema Larousse Ansiklopedisi. Milliyet Y.
4- Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Türkiye İş Bankası Y.
5- İlim ve Din. Adnan Adıvar. Remzi K.
6- Filozoflar Ansiklopedisi. Cemil Sena. Remzi K.
7- Rublim Sözlüğü. Orhan Hançerlioğlu. Remzi K.
8- Filozofların Özellikleri. Prof. Dr. Nihat Keklik. Doğuş Y.
9- Çağdaş Felsefe. Prof. Bedia Akarsu. M. E. Y.
10- Jurnal, Cemil Meriç. İletişim Y.