Canım annem 23 Nisan Cuma günü sabaha doğru ruhunu teslim ederek çok sevdiği Rabbine kavuştu.
Annem 84 yaşındaydı. Bütün hayatı gayret ve çalışma ile geçmişti. Ümmiydi ama usta bir kadın terzisi idi. Mahalleli kadınların elbiselerini ustalıkla diker, ev işleri yapmasının yanı sıra ailenin geçimine de yardım ederdi.
Ev işi deyip geçmeyin, ben küçükken ne kadar çok işleri vardı annelerimizin. En başta yemek yapmak ve bizlere sofra hazırlamak başlı başına büyük vakitlerini alırdı. Doğup büyüdüğüm İskenderun bilhassa yazları çok sıcak olurdu. O zaman buzdolabı falan da yoktu. Her güne ayrı bir yemek hazırlamak zorundalardı. Tek bir ocak vardı. Pompalıydı ve uzun süren gayretler sonucu yakılır, yine büyük emeklerle hazırlanmış yemek ocak üzerine konurdu. Saatlerce pişer, bu arada sık sık karıştırılırdı.
Tabi annem önümüze tek bir çeşit yemek koymakla yetinmezdi. Yanında mutlaka salatası olurdu. Ayrıca bayat ekmekleri kızartarak şire ile hazırladığı tatlı veya tahin pekmez de olurdu.
Kışın mangal ile ısınırdık. Onu yakmak da vakit alırdı ve bu işi babam yapardı. Mangal koz haline gelince içeri alınır ve etrafına çevrelenirdik.
Çamaşır yine önemli bir seremoni idi adeta. Beyazlar ve renkliler kazanlarda ayrı ayrı kaynatılır, sonra tek tek sıkılarak ipe asılırdı. Halı gibi bazı eşyalar ise yıkandıktan sonra tokaç ile uzun süre dövülürdü. Burada komşu kadınlar da destek verirdi.
3 erkek kardeştik. Hepimizi okula hazıralar, öncelikle de yemeklerimizi muhakkak özenle yedirirdi. Tabi elbise ve okul önlüklerimizi tertemiz giydirirdi. Akşam yemekleri ile diğer günlerdeki sabah ve öğle yemekleri belli bir saatte mutlaka ailecek yenirdi. Dışarda heyecanla oynuyor da olsak yemek saatinde evde olurduk.
Ev temizliği de çok zaman alırdı. Evi siler süpürür, yerine göre ıslak bezlerle saatlerce eşyaları ovalardı.
Annemin hangi yönünü sayayım? Kimseyle kavga ve geçimsizlik göstermezdi. Bütün akraba ve komşular onu severdi. Problemlerini ona açarlar, o da yardımcı olurdu. 5 eltisi ve 2 görümcesi vardı. Hepsi ile çok iyi geçinirdi. Rahmetli babaannem gelinleri arasında kalmak için bizi seçmişti ve vefatına kadar da bizim evde kaldı. Annemle birbirlerini çok severlerdi.
Annem gelinlerine karşı da sevgi ve şefkatle yaklaşırdı. Zaten kimsenin aleyhine konuşmayan ve çekiştirmeyen biriydi. Bizlere karşı da tutarlıydı.
Küçükken babamla kavga etmek bir yana en ufak bir tartışmasını dahi hatırlamıyorum. Babamı hiç kırmaz, hep uyumlu davranır ve onun otoritesine halel getirmezdi.
Ancak babam emekli olup biraz da yaşlanınca ters bir durum oldu ve annem otoriteyi eline aldı. Artık her konuda onun sözü geçer oldu ve bu defa babam ona uyumlu davrandı. Evin idaresi, bütçesi, alınacak eşya ve düzenlemelere hep annemiz karar verir oldu. Fakat yine aralarında kavga gürültü kesinlikle olmadı.
Her yılın bir günü anneler günü olarak kutlanmaktadır. Aslında bizim inancımıza göre her gün anneler günüdür. Yani anneye ilgi ve ihtimamı bir güne sığdırmak doğru değildir.
Peygamber Efendimiz, "Cennet annelerin ayakları altındadır" ve "Burnu yerde sürünsün, sonra burnu yerde sürünsün kim baba ve annesinden birini veya ikisini, kendi yanında yaşadığında ihmal ederse cennete giremez" buyurmuştur.
İnsanı karşılıksız ve en samimiyetle seven kişi herhalde annesidir. Anne evlâdının üzerine her zaman titrer, ona hiç kin tutmaz. Hep sarıp sarmalar, almayı hiç düşünmeden hep verir. Annenin çocuğuna merhameti, yaşı büyüse bile çok yüksek derecededir. Evladı için dünyaya meydan okur, pervasız gözü karalık gösterir. Onun üzerimizdeki emeği saymakla bitmez. Emzirmekten alt değiştirmeye, dokuz ay on gün karnında taşımadan çocuklarına hep kol kanat germeye kadar o kadar çok fedakârlıkları vardır ki.
Bu yüzden anne ile konuşmak, görüşmek, insanı rahatlatır, stresini azaltır. Çünkü ana gibi yar olmaz. Analık, ölümüne bir kara sevdadır.
Daha bebekken annemizin sesi ile rahatlarız. Ve her çocuk kesinlikle kendi annelerinin sesini başka annelerde ayırt edebilmekteler. Anne sesi çocuk için rahatlatıcı ve önemli olduğu zaten biliniyordu. Ancak annesinin sesine yüksek düzeyde beyin bağlantısıyla cevap veren çocukların aynı zamanda sosyal becerilerinin de yüksek olduğu anlaşıldı.
Yapılan araştırmalar, anne ile yapılan telefon görüşmelerinin bile gerginliğe ve gerilime karşı oldukça faydalı olduğunu göstermektedir. Hele yüz yüze sohbet ve muhabbet etmenin ruh sağlığımız üzerine faydası saymakla bitmez.
Bugün pozitif psikoloji uygulamalarında sıkıntılı ve hüzünlü anlarda sevdiğimiz kişiyi arayarak sohbet ve muhabbet tavsiye edilmektedir. İşte anneler de böyle günlerde aranacak ilk insanlardır.
Annelik çocuklarını büyütüp yetiştirmekle de bitmiyor. Onlar her zaman bizi korur ve kollarlar. Her derdimizle hemhal olurlar. Her zaman yanımızdadırlar. Acımızı, sıkıntımızı paylaşırlar. Sadece biz evlatlarıyla değil gelinleri, damatları ve torunları ile de öyle yakından ilgilenirler.
Annemiz her şeyimizdir. Annemizin hayatımızdaki yeri çok ama çok büyüktür. Bunu Sezai Karakoç şöyle şiire dökmüş:
"Anne ölünce çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde bir siyah çubuk
Ağzında küçük bir leke
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne"
***
Annemi hemen her gün arardım. Onunla konuşunca içim rahatlar, huzur dolardı. Aramadığımda ertesi gün beni arar, neden aramadığımı sorardı. Bir sıkıntım olmadığını duyunca mutlu olurdu.
Ne kadar yetişkin olursak olalım, annemiz ile kısa da olsa bir sohbet yaptığımızda iş stresinden, günlük problemlerden uzaklaşıp rahatlarız. Anne ile konuşma stres hormonunu düşürmekte, oksitoksin seviyesini yükseltmektedir. Bu yüzden annemiz hayatta ise kıymetini bilelim ve görüşme için fırsat arayalım. Onlar bizim en değerli varlıklarımızdır.
Özellikle doğum günüm olan her 23 Nisanda sabahın ilk saatlerinde beni mutlaka arayarak kutlardı. Kaderin acı tecellisi ise bu 23 Nisanda canım fedakâr annemi kaybettim. Bu günümde beni arayamadı. Yaşasaydı eminim yine ilk işi telefona sarılıp o müşfik sesi ile doğum günümü kutlamak olurdu.
Son aylarında kansere yakalandığı anlaşıldı. Bütün vücudunu sarmıştı ve tıbben yapılacak bir müdahale yoktu. Doktorlar bakımını yapmaktan başka yapacak bir şey olmadığını söylediler. Elimizden geldiğince onu rahat ettirmeye çalıştık. O ise halinde hiç şikâyetçi olmadı, kaderine teslim olmuştu.
O benim sıkıntıda olduğumda sığınağım, huzur bulduğum dua kapımdı. "Anacığım" dediğimde "yavrum" diyen o ses artık yok. Annesizliğin ne olduğunu yeni anladım. Hayatımda büyük bir boşluk oluştu. Mekânı cennet olsun.
Vefat etmeden önce son sözü, "Beni öldüğümde Karayılan'a (babamın köyü) kayınvalidemin yanına gömün" oldu. Daha da konuşamadı. Daha doğrusu bir şeyle mırıldanıyordu ama ne dediği anlaşılamıyordu. Öyle de yaptık. Onu büyük babam ve babaannemin, amca ve yengelerimin yanı başına defnettik. Cenaze namazına pandemi ve sokağa çıkma yasağı sebebiyle kimseyi çağıramadık. Buna rağmen beklenenin üzerinde katılım oldu ve ilçe müftümüzün idaresinde cenaze töreni yapıldı. Nurlar içinde yatsın.
Artık memleketim İskenderun onun yokluğunda bana ıssız geliyor. O babamızı ve biz üç oğlunu buluşturur, birleştirirdi. Gelinleri ve torunları ile bizler bir araya getirirdi. Adeta ailenin çimentosu idi. Bunu görünce de mutlu olduğu her halinden anlaşılırdı. Artık nasıl toplanırız, toplanır mıyız bilemiyorum.
Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi:
"Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim! ..."
Not: Pek çok dost ve kardeşim taziye için arayarak, mesaj atarak baş sağlığı dileklerinde bulundu. Acımızı paylaşan bütün dostlara teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum.
ÖLÜMÜNDEN KISA BİR SÜRE ÖNCE ANNEM VE BABAMLA BİRLİKTE…
Prof. Dr. Sefa Saygılı