Son yazımda Mehmet Akif ve başucu eseri Safahat'tan söz etmiş, bu soylu şair hakkında;
"Mehmet Akif'i Türk milleti hep sevmiş, kendi sesi ve aileden biri sanki büyük babası gibi kabul etmiştir. Bunda da Akif'in tertemiz, yazdığını yaşayan; oldukça samimi mısralarının rolü büyüktür.
Onun hayatında zikzaklar yoktu. Toplumumuzun dertlerini, hastalıklarını, haksızlıkları ve zulümleri içten ve acısını yüreğinde hissederek anlatıyor, bunlara çözüm yolları teklif ediyordu. Mısralarını yer yer hıçkırıklarla ağlayarak bazen şaşırarak ve hayretler içinde kalarak kaleme alıyordu." demiştik.
Ancak bazı okurlar Mehmet Akif'in değeri günümüzde daha iyi anlaşılan Abdülhamit Han hakkında kabul edilemez fikirleri olduğunu söyleyerek neden hiç olmazsa özür dilemediğini sordular.
***
Meselâ Filozof Rıza Tevfik II. Abdülhamit'e ağır ithamlarda bulunan bir şairdi. Ama Abdülhamit'in kıymetini onu kaybedince çok iyi anlayanlardandı.
Rıza Tevfik'in pişmanlık şiirinde şöyle diyordu:
"Tarihler adını andığı zaman
Sana hak verecek ey koca Sultan
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına
Divane sen değil meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegâhına…"
***
Evet, gerçekten Mehmet Akif de o devrin genelde aydınları gibi Abdülhamit'e karşı çıkmıştı. 1908 Meşrutiyet'inde arabasıyla önünden geçen Abdülhamid'i gören Mehmet Akif; "midesinin bulandığını, yüzünün sarardığını" söyler. Ortamın ve söylentilerin etkisi ile II. Abdülhamit'i şiddetle eleştiren Şair Eşref'i (*) 'Abdülhamit'e en güzel söven adam' diye öven Mehmet Akif, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra beklentilerinin gerçekleşmemesi ve İttihat Terakki'nin esas zorba çıkmasından dolayı bu defa üzüntüsünü ve yeni yönetimi kötüleyen şiirler yazmaktan geri kalmadı. Tam bir hayal kırıklığı içindeydi.
Mehmet Akif, dönemin padişahı II. Abdülhamit'in tahttan uzaklaştırılmasının ardından Meşrutiyet döneminin o zamana göre daha iyi bir ortam sağlamadığının farkına vardı. Şiir de Mehmet Akif'in pişman olduğu ve Abdülhamit'ten özür dilediği anlamına alınmıştır ve dikkatle okunduğunda doğrudur da.
Bu şiirinde Akif, Abdülhamit'i semerciye halkı ise eşeğe benzetmiştir. Şair sıkıyönetim uygulamalarının meşrutiyet döneminde de devam ettiğini ve iki dönemin birbirinden farkı olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Semerci ve eşekler şiirinin sözleri şöyle:
"Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler,
Nedir bu çektiğimiz derd, o çifte çifte semer!
Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri.
Semerci usta geberseydi... Değmeyin keyfe!
Evet, gebermelidir inkisâr (beddua) edin herife.
Zavallı usta göçer bir gün âkıbet, ancak,
Makaamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak?
Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
"Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi (iyi bir usta idi).
Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!"
Nâsîhatim sana: Herzeyle iştigâli (saçma sapan şeylerle uğraşmayı) bırak;
Adamlığın yolu nerde ise, bul da girmeye bak.
Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere."
Kısacası vatanını ve milletini seven çoğu aydın gibi Mehmet Akif de II. Abdülhamit Han ve yönetimi hakkında yanıldığının farkına varmış, bu şiirinde de kibar bir dille özür dileyerek bunu itiraf etmiştir.
*** *** ***
(*) Abdülhamit Han'a böyle ağır küfürler eden Şair Eşref bakar ki onun 33 yıllık döneminde yapılmayan zulüm ve yıkımı İttihat ve Terakki üç yılda yapmıştır. İttihat ve Terakki'nin geçmişi fazlasıyla aratan devrinde sık karaladığı ve hakaretler yağdırdığı II. Abdülhamit'i suçsuz görür artık. Zaten Abdülhamit devrindeki yanlış giden durumların da sorumlusu padişah değil onun etrafını saran mayası bozuk adamlardır. Şair Eşref şöyle der:
«— Mağfur Hakan Sultan Abdülhamid yaradılışı itibariyle, zâlim değildi. Merhametli bir padişah idi. Fazilet ehlini severdi. Teb'a ve reayasına şefkati vardı. İşi, erbabına tevdi etmek, mayası bozuk adamları iktidar mevkiine getirmemek isterdi. Fakat etrafına toplananlar kurnaz davrandılar. Padişahın değerli adamlara gösterdiği teveccühü kıskandılar. Yavaş yavaş vehme, istibdâdda düşürdüler. Hülâsa milletle padişahın arasına girdiler… Kendilerinden başka padişaha sâdık, muti, fedakâr bende olmadığını zaman zaman anlattılar. Hükümdarın itimadını kazanmış olan en namuslu adamlar hakkında muhtelif tarzda verdirdikleri jurnallarla onları gözden düşürdüler ve bu suretle saltanatın nüfuzunu gasbettiler. Artık istediklerini yapmak için padişahın nâmı bir âlet oldu ve bundan sonra türlü türlü suiistimaller başladı. Kanun devri kapandı. Hükümet nüfuzu padişahın yakınlarında toplandı. Artık kurena için, kurenaya mensup olanlar için mes'uli-yet yoktu.
İrtikâb ve irtişalar, gasp ve yağmalar, sirkat ve zinalar hep onlara inhisar etti. Devlet daireleri onlara birer çiftlik olmuştu. Memuriyet rüşvetle verilir. Devletin emvali aidat ile satılır, hazinenin hukuku kendi hesaplarına iskonto edilirdi. Bütün zenginler birer para cezası vermeye mahkûmdu."
"Acaba bunlar hakikaten padişahın sâdık bendeleri miydi?.. Asla. Padişah masum, her cinayeti, her alçaklığı yapan bu sefiller hariçte kendilerini masum göstermek için gizli gizli propagandalar yaparlar, umumî efkâra her fenalığın padişahtan geldiğini ihsas etmekten çekinmezlerdi. Memlekette ne kadar haksızlık, adaletsizlik, emniyetsizlik oluyorsa, güya arzu-yi şahaneye muvafık imiş. Kendileri yapılan fenalığın, mezalimin önünü almağa çalıştıkları halde muvaffak olamıyorlar. Millete, memlekete acıyorlar, vicdan azabı çekiyorlarmış!.. İşte bu hâinlerin sadâkati!.."
Prof. Dr. Sefa Saygılı