Arama

Prof. Dr. Sefa Saygılı
Mart 20, 2022
Mikrobiyotanın psikiyatrik hastalıklarda rolü ve korunma

Bağırsak florasında bulunan ve mikrobiyota olarak adlandırılan bakteriler yaşarlar ve 2 kilo ağırlığındadırlar. İkinci beyin de denilen bağırsak mikrobiyotası, hem fonksiyonu hem de ağırlığı nedeniyle artık bir organ olarak kabul ediliyor…

Bağırsak mikrobiyotası, bağışıklık sistemimizin yüzde 80'ini oluşturur ve sağlıklı bir yaşamın temel unsurudur. Bağırsak mikrobiyotasının yüzde 85'lik kısmı dost bakterilerden (probiyotik) teşekkül eder. Bu faydalı probiyotikler, yiyeceklerle aldığımız hastalık yapıcı mikroorganizmaların bağırsak duvarından içeri geçmesini engelleyerek bizi iltihaplı bağırsak hastalıkları, ishal, obezite, karaciğer yağlanması ve kolon kanseri gibi birçok hastalıktan koruyor.

BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI NEDEN ÖNEMLİ?

İnsan vücudunda 100 trilyon hücre bulunduğu tahmin ediliyor. Bunun 10 misli fazlası kadar da yararlı bakterilerimiz var. Vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bu bakterilere o bölgenin "florası", yeni adıyla "mikrobiyota"sı deniyor. Bağırsaktaki mikrobiyota ise 2 kilo ağırlığında ve hem işlevi hem de 2 kilogram kadar gelen ağırlığı nedeniyle artık bir organ olarak kabul ediliyor.

Bağırsak bakterilerinin neredeyse tamamı kolonda, kalın bağırsağın en uzun bölümünde bulunur. Hep birlikte 'bağırsak florası' adını taşırlar.

Her bakteri bir tek hücredir, birkaç yüz farklı türü bulunur. Öte yandan bağırsak florasındaki bakterilerin çoğu sadece kırk kadar tür oluşturur ve bunların da çoğu faydalıdır. Diğerleri zararlı olabilir, hastalıklara sebep olurlar. İyi bakterileri sağlıklı ve mutlu tutmak, hastalık yapanlara üstünlük sağlatmak bizim görevimizdir.

BAKTERİLER YARARLI

Bakteriler bünyemizde yer alan gıdaları ufaltırlar, bağırsağımıza enerji depolarlar, vitamin üretirler, zehirli maddeleri veya ilaçları yok ederler ve bağışıklık sistemimizin çalışması konusunda katkıda bulunurlar. Çeşitli bakteri türleri birbirlerinden faklı maddeler üretirler: Asitler, gazlar, yağlar. Bakteriler minik üreticidirler. Kan gruplarımızın bağırsak bakterileri sayesinde meydana geldiğini biliriz; kötü huylu bakterilerin ishale sebebiyet verdiğini de.

Bakteriler dünyasında kötü giden bir şeyler varsa, bunun bize dönüşü de olumsuz yönde olur.

İKİNCİ BEYNİMİZ: BAĞIRSAKLARIMIZ

Bağırsaklarımız, tüm sindirim sistemi fonksiyonlarını kontrol eden yaklaşık 200 milyon nöron bulundurması bakımından beyinden sonra vücudumuzdaki en karmaşık organ olma özelliğini taşımaktadır. Tam da bu sebepten dolayı bağırsaklarımızdaki sinir bağlantıları "bağırsak beyni" olarak adlandırılmaktadır. Bu sisteme enterik sinir sistemi de denir.

Bağırsak mikrobiyotasındaki bozulmalar anksiyete, depresyon ve stres gibi nöropsikiyatrik durumlara yol açmasının yanı sıra tam tersi bu psikiyatrik bozukluklar da bağırsak mikrobiyotasının değişmesine sebep olur. Bu etkileşim; hormonlar, bağışıklık sistemi ve nöral ağ tarafından gerçekleştirilir.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, vücudumuzda beyin kadar önemli işlevleri bulunan bağırsaklarımızdaki mikrobiyotanın değişmesi bağırsak fonksiyonlarını etkilemenin yanı sıra obezite ve metabolik bozukluklar, depresyon, anksiyete ve panik atak, stres, alkol bağımlılığı hatta şizofreni ve otistik bozukluklar gibi ruhsal hastalıklara da sebebiyet vermektedir. Bağırsak mikrobiyotasının onarılması ise tam tersi etki oluşturarak bu tür ruhsal bozuklukların giderilmesinde büyük rol oynamaktadır. Dolayısıyla günlük hayatta ruh sağlığımızı etkileyecek birçok sorunla karşı karşıya kalsak da bu sorunları çözmenin bir yolunun da mideden geçtiğini hesaba katmalıyız.

BAKTERİ FLORASI

Sindirim sistemimizde iki katman halinde yerleşmiş, yaklaşık yüz milyon sinir hücresi içeren bir sinir sistemi ağı bulunmaktadır. Enterik sinir sistemi denen bu sistem tıpkı beyin gibi, duygu ve davranışlarımızı etkileyen nörotrasmitter denilen maddeleri salgılamaktadır. Yani sindirim sistemi için ikinci bir beyin diyebiliriz. Enterik sinir sisteminin asıl görevi sindirim sisteminin hareketlerini ve sindirim işleminde yer alan hormonlar, enzimler ve çeşitli salgıların salınmasını düzenlemektir. Bunu yapmak için beyine pek ihtiyaç duymaz ancak beyinle sürekli karşılıklı iletişim halindedir. Beyin ve sindirim sistemi arasındaki sinirsel iletişim yollarının yüzde 90'ı sindirim sisteminden uyarıları beyine götüren yollardır. Yani sindirim sistemimiz beynimizi adeta uyarı bombardımanına tutmaktadır. Bu uyarılar alt beyin kesimlerinde süzgeçten geçirilir ve biz bunların ancak bir kısmını hissederiz.

Eğer filtre sistemi olmasaydı her bağırsak hareketini ağrı olarak algılardık.

MUTLULUK HORMONU SEROTONİN BAĞIRSAKLARDAN SALGILANIYOR

Beyin ve sindirim sistemi arasında ayrıca kan ile taşınan iletişim sinyalleri de vardır. Beyin ve sindirim sistemi sinir ağı arasında hücre biyolojisi bakımından hayret verici bir benzerlik vardır. Sindirim sistemi sinir ağı içinde 30 farklı nörotransmitter bulunur. Bu maddelerin içinde düşünce organımız olan beynimize ve psikolojik durumumuza etki eden serotonin, dopamin, opiat gibi psiko-aktif maddeler yer alır. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin yüzde 90'ı sindirim sisteminde bulunmaktadır. İnsanların stresliyken veya mutsuzken belirli gıdalara yönelmesi bu şekilde açıklanmaktadır.

Modern şehir yaşamında yüzde 25-30 sıklıkta görülen ve yaşam kalitesini önemli derecede bozan irritabl bağırsak veya halk arasındaki adı ile huzursuz bağırsak sendromundan beyin ve enterik sinir sistemi arasındaki iletişim bozukluğu sorumlu tutulmaktadır. İrritabl bağırsak sendromlu hastalar genelde huzursuz, mutsuz insanlardır. Son zamanlarda bağırsak mikrobiyotası bozukluklarının bazı davranış bozuklukları, multipl skleroz, otizm gibi hastalıklarla ilişkili olduğu gösterilmiştir.

Bütün bunlar psikolojik durumumuzu tek başına beynimizin belirlemediğini, ikinci beyin gibi çalışan enterik sinir sisteminin de büyük rolü olduğunu düşündürmektedir.

DEPRESYON

Bağırsaktaki nöronlar serotoninin % 80'ini üretmektedir. Serotonin haz ve mutluluk veren nörotransmiterlerin başında gelmektedir. Gerekli serotonin üretimi olmadan vücut, zihin ve ruhsal depresyona yenik düşer.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre; dünyada 350 milyondan fazla kişi depresyondadır. Bu da yıl boyunca dünya nüfusunun % 5'inin bu hastalığı çektiğini gösterir.

Serotonin sadece ruh halimizi ve mutluluk durumumuzu değil, aynı zamanda sindirim ve bağırsak hareketi gibi fonksiyonları da etkiler. Bu durumda depresyon yanında huzursuz (irritabl) bağırsak sendromu da (HBS) ortaya çıkacaktır. Antidepresanların HBS'na yararlı olması bu yüzdendir.

Çünkü serotonin eksikliğinde; huzursuzluk, kaygı, sinirlilik, depresyon görülüyor.

Sağlıksız beslenmede depresyon riskinin artması mikrobiyota ile ilgili görülmektedir.

OBEZİTE

Uygunsuz beslenme alışkanlıkları, aşırı enerji alımı (fazla kalorili beslenme) ve yeterli fiziksel aktivitenin olmadığı bir yaşam, Batı dünyasındaki obezite salgınından sorumlu durmaktadır.

Araştırma çalışmalarının bulguları, obezite ve bağırsak disbiyozunun el ele gittiğini göstermiştir. Ayrıca bu çalışmalarda bağırsak mikrobiyotik bileşiminin bilişsel ve diğer testlerin sonuçlarında da kendini gösterdiği öne sürülmüştür. Kilolu olmayan ve daha yüksek aktinobakteri düzeylerine sahip kişilerin, hareket hızları, dikkat ve bilişsel puanları daha yüksektir.

Obez hastalarda diyet, mikrobiyom, enflamasyon ve bunun sonucunda ortaya çıkan bilişsel işlev bozukluğu arasında bir bağlantı vardır.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ DE BAĞIRSAKLARDA

Bağışıklık sistemimizin büyük bir kısmı (yaklaşık % 80'i) bağırsakta yer alır.

Bağışıklık sistemimiz, sağlığımızın her yönden en önemli unsurudur. İyi çalıştığı zaman, enfeksiyonlarla verimli bir şekilde savaşırız ve habis hücreleri en erken dönemde ortadan kaldırırız. Bağışıklık sistemi yetersiz çalıştığında ise çok sayıda rahatsızlık ortaya çıkar: Otoimmun hastalıklar ve kanser gelişimi riski artar.

BAĞIRSAK FLORAMIZI NASIL DÜZENLEMELİ VE KORUMALIYIZ?

Yapacaklarımızı sıralamak istiyoruz:

  • Antibiyotik kullanımına dikkat: Bağırsak enfeksiyonuna yakalandığımızda antibiyotik kullanırız. Bu ilaçlar bedenimizde pusuya yatmış hastalık yapıcı bakterileri öldürür, ama aynı zamanda içimizde yaşayan yararlı bakterilere de zarar verir. Hâlbuki bu bakteriler sağlıklı olmamıza yardım ederek önemli bir iş yaparlar.
  • Özellikle çocuklara antibiyotik rasgele verilmemelidir.
  • İşlenmiş, paket, ambalajlı ve beyaz unlu gıdalardan, fast food'tan uzak durmalı: Eklenen renklendirici, kıvam artırıcı, koku ve aroma veren kimyasallar yararlı bakterilerin canlı kalmasını zorlaştırmaktadır. Bunun yerine yumurta, balık, kuru yemişler, baklagiller, taze fasülye, pancar, yeşillikler, semiz otu, zeytin, zeytinyağı, ceviz tüketilmelidir.
  • Doğumun sezaryenle değil doğal yolla olması: Doğumdan önce kolonda hiç bakteri bulunmaz. Bebek vajinal kanaldan doğarsa, ilk bağırsak florasını anneden alır (orada bulunan iyi bakterileri). Araştırmalar sezaryenle doğan bebeklerde daha az yararlı ve potansiyel olarak daha çok bakteri bulunduğunu gösteriyor.
  • Bebeğin anne sütüyle beslenmesi: Anne sütü çocuğun hayatta kalması için mümkün olan en iyi avantajı sağlayacak tarzda tasarlanmıştır. İçeriği, süper besin maddelerinin listesi gibidir. Ağız-meme ucu temasıyla iyi bakteri alabilirler ve anne sütü bağırsak florasını beslemek için mikemmeldir. Bebeklere eksiksiz bir beslenme sağlaması yanında mamalarda olmayan etki göstererek mikrobiyotasını da destekler.
  • Toprakla daha çok haşır neşir olma: Çevresel mikroplara maruz kalma yararlıdır.
  • Egzersiz yapma: Egzersiz, yaşlanma sürecini geciktirir; obezite, kalp hastalığı, kanser, diyabet hatta depresyon riskini düşürür. Aktivite; kalori yakarak, kalbi güçlendirerek, ruh halini düzelterek ve yaşa bağlı fiziksel düşüşü iyileştirerek yemek yemeye karşı bir denge oluşturur. Ayrıca immün sistemi güçlendirerek yaşlanmanın ve inflamasyonun etkilerini en aza indirmeye yardımcı olur, mikrobiyotayı olumlu etkiler.
  • Açık havada güneşin altında yürüyüş yapmak
  • Alkol ve sigara kullanmamak
  • Gece yememek, günde en az 14 saat aç kalmak: Kısa vadede duygudurum bozukluklarına iyi gelir, uzun vadede de zihinsel ve bilişsel bozukluklara karşı koruyucudur.
  • Rafine şeker özellikle de yüksek fruktozlu mısır şurubundan kaçınmak. Hem hastalık belirtilerini hem de iltihabı artırırlar.
  • Probiyotikler: Vücuttaki yararlı bakterilerin sayı ve çeşitliliğini artıracak gıdaları tüketmeye özen gösterilmelidir. Probiyotik gıdaları hastalıkları tedavi etmek amacıyla değil, sağlıklı beslenmenin bir parçası olarak yaşama dâhil etmek en doğrusudur. Ekşi maya ile hazırlanmış tam (komple) ekmek, ev yapımı yoğurt, peynir, kefir, sirke, boza, tarhana, turşu mutfak kültürümüzde var olan ve probiyotik açısından zengin gıdalardır.
  • Prebiyotikler: En fazla sebze ve meyvelerde (özellikle soğan, sarımsak, pırasa, bezelye, kuşkonmaz, enginar, buğday, arpa, çavdar, yer elması, brokoli, tatlı patates, elma, armut, mantar, turp, domates, muz, mürdüm eriği) bulunmaktadır.
  • Lif oranı yüksek beslenme: Lifli ve posa bırakan gıdalar bağırsaktaki faydalı bakterilerin çoğalmasına yardımcı olurlar. Yer elması, soğan, sarımsak ve muz iyi kaynaklardır.
  • Kan şekeri yüksekliği (diyabet), insülin direnci, yüksek kolesterol düzeyleri, kalp damar hastalığı, yüksek tansiyon, metabolik sendrom, göbek çevresi yağlanma varsa tedavi olmalıdır. Tüm kalp damar hastalıkları ve risk faktörleri Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı ve depresyon riskini artırır.
  • Uykuya dikkat: Her gün en az 7 saat uyumaya, aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya özen göstermelidir. Ancak uyku karanlıkta olmalı, gün ışığı ile kalkılmalıdır.

Prof. Dr. Sefa Saygılı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN