Dawson, "Piltdown adamı"nı bulduğu zaman bütün Darwinciler bayram etmiş, "Artık kimse Darwin teorisini reddetme cesaretini bulamayacaktır" demişlerdi. Bu buluşla Dawson'un daha sağlığında heykeli dikilmişti. Fakat 1953 yılında "flor testi" ile bulunan fosil incelenince büyük bir sahtekârlık karşısında olunduğu görüldü.
Charles Dawson'un asıl mesleği avukatlıktı. Hukuk işlerini iyi bilmediği için bu meslekte tutunamayınca, arkeoloji kazısı yapan ekiplerde "kazı elemanı" olarak işe başladı. Ancak buradan aldığı para, geçimini sağlayacak kadar değildi. Boş zamanlarında eski eserlerin taklitlerini yaparak kendisine bir "ek gelir" sağlamaktaydı.
Dawson, inanan insanları gördüğünde neşesi kaçan ve herkesin kendisi gibi inkârcı olmasını arzu eden bir ateistti. O yıllarda Darwin'in ortaya attığı "evrim teorisi", dinlere, yaratıcı inancına karşı bir kampanya başlatmıştı. Eski eserlerin taklitlerini yapma kabiliyeti, ona şeytanca fikirler ilham ediyordu. Darwincilerin maymundan insana geçişi gösterecek yeterli fosillerden mahrum olduklarını biliyordu. Eğer usta elleriyle onların ihtiyaç duydukları sahte fosilleri yapabilirse, meşhur olması işten bile değildi. Hayranı olduğu Darwin'in büyükçe bir resminin asılı olduğu odasında bu şekilde düşünürken, kazılar sırasında bulduğu bir orangutana ait çene kemiğini kullanmayı kararlaştırdı. Eğe ile dişlerin geçtiği yuvaları aşındırdı ve insana ait iki azı dişini de eğeleyip aşındırdıktan sonra çeneye monte etti. Hazırladığı bu çene kemiğine uyacak bir de insan kafatası bulduğunda, bütün parçaları potasyum bikromat ile muameleye tâbi tuttu ve bunları götürüp "Piltdown" mevkiinde toprağa gömdü.
Dawson, 1912 yılında British Museum'un Jeoloji Bölümü görevlisi Smith Woodward'a müracaat ederek, elindeki birkaç kafatasını gösterdi ve bunları Susex yakınlarındaki Piltdown mevkiinde bulduğunu söyledi. Woodward, parçaları inceledikten sonra bunların çok eski zamanlara ait insan kafatasları olduğuna kanaat getirdi. Bu işe çok sevinen Dawson "Aynı mevkide kazıya devam edecek olursanız, başka parçalar da bulacağımıza dair kuvvetli hisler taşıyorum" diyordu. Woodward, Dawson'un gözlerindeki şeytanî pırıldamaların tesiriyle Piltdown'da kazıya başladı ve hayatının buluşunu (!) yaptı. Bu, orangutanınkine benzeyen ve eklem yerlerinden kırılmış olan bir alt çene kemiği idi. Üzerinde insanınkine çok benzeyen aşınmış iki azı dişi vardı ve üzerindeki lekelerden, çok eski (!) zamanlara ait olduğu hemen fark ediliyordu. Zamanın yaş tahminlerine göre en az 500 bin sene öncesine ait olmalıydı... Woodward'ı aldatmayı başaran bu adam, elbette Dawson'dan başkası değildi.
18 Aralık 1912 günü İngiliz gazeteleri büyük manşetlerle yeryüzünün en büyük keşfini müjdeliyordu: "Kayıp Halka Bulundu. Darwin Teorisi Kanıtlandı." Bilim çevrelerine ve dünya kamuoyuna büyük bir gururla açıklandı. Bu şekilde insan ile primatlar arasında var olduğu ve Darwin'in teorisini kanıtlayacağı düşünülen en önemli fosil dünyaya duyurulmuş oluyordu.
Darwinist akademi mensupları, ancak rüyalarında görebildikleri bu fosilin keşfiyle Dawson'a unvan verdiler ve bir teşekkür nişanesi olarak yaşarken heykelini diktirdiler. Eline kalemi alan her Darwinist yazar, "Artık hiçbir bilim adamı Darwin teorisini reddetme cesareti bulamayacaktır" diyordu.
Tam 40 yıl süreyle Piltdown adamından yola çıkılarak akademik tartışmalar yapılıyordu. Meselâ İngiliz Antropoloğu Grafton Elliot Smith, Piltdown fosilinin büyük bir soruya cevap teşkil ettiğini söylüyordu. "İnsanda önce beyin mi yoksa vücut mu tekâmül etti?" sorusunun cevabını veren Smith, şöyle diyordu: "Kafatasını incelediğimiz zaman insanda önce beyin kısmının tekâmül ettiğini görüyoruz. Beyin, hızlı bir gelişmeye uğrarken, vücut hâlâ orangutan karakterini muhafaza ediyordu."
Piltdown Adamının temsili resmi bile yapılmıştı
40 yıl boyunca kimse "Piltdown sahtekârlığını" tenkit etme, yani "bilim düşmanı" yaftasını yeme cesaretini gösteremedi. Hâlbuki bilim her zaman kuşkularla yürür, hiçbir zaman doğmalara ve bağnazlığa yer olmamalıdır. Bulunan ve ortaya konan her veri bilimsel süzgeçten geçirilmelidir.
Ancak bu müddet içinde yeni ve güvenilir "fosil testleri" geliştirilmişti. Bunlardan biri de "Flor Testi" idi. British Museum'un Paleontoloji Bölümünden araştırmacı Kenneth Oakley, Piltdown fosilini flor testi ile kontrol edince, bir anda tüyleri diken diken oluverdi. Parçalar, içinde bulunduğumuz yüzyıla aitti. Oakley'in yaptığı açıklama, büyük bir karşı propaganda ile susturuldu. Ve bilime ihanet etmekle suçlanan Oakley, tehditlere aldırmayarak Oxford Üniversitesi Anatomi Bölümünden Sir Wilfrid Le Gros Clark ve J.S. Weiner'i Piltdown fosilini beraber incelemeleri için ikna etti.
1953 yılında, X ışınları ile fotoğrafları çekilen parçalar, dikkatli bir flor ve azot testine tâbi tutuldu. Hata nispeti sıfıra yakın olan bu yeni teknikle ortaya çıkan gerçek şuydu: Parçalar, Piltdown çukuruna bu yüzyıl içinde gömülmüşlerdi. Kemikleri, asit bir ortam içine koyan Oakley ve arkadaşları, kemik yüzeyinde eski intibasını veren lekelerin kaybolduğunu gördüler. Çene kemiğini daha dikkatle incelediklerinde ise, eğe izlerini açıkça fark ettiler. İnsana ait azı dişleri orangutan çenesine monte edilirken, aşınmış görüntüsü vermek için, üzerinde fazla düşünülmeden ters yönde eğelenmişlerdi. Dikkatli bir diş hekimi bile kolaylıkla bunu fark edebilecekken, 40 yıl boyunca kimse böyle bir ihtiyacı duymamıştı.
Yalancının mumu, tekniğin gelişmesine kadar yanmıştı. Kafatasını ortaya çıkaran amatör arkeolog Charles Dawson ne yazık ki 1916'da ölmüştü. Ancak şüphe uyandıran kişiliği ve hırsı suçlunun o olduğunu gösteriyordu. Bu sahtekârlık, Dawson'un yüzüne o sırada ölmüş olduğu için vurulamadı. Ama onun için dikilen bilim abidesi, artık sahtekârlık abidesi olarak gerçek bilim adamlarının alaycı tebessümlerine hedef oluyor.
Prof. Dr. Sefa Saygılı