Freud düşüncesi, toplum üzerinde büyük tesir yaptı ve iz bıraktı. Bu bilhassa sanat ve edebiyat sahasında çok kuvvetli olmuştur.
Fakat buna rağmen psikanalizin Anglo Sakson üniversitelerinin eğitim programlarında, sadece "tarihî bilgi" vermek gayesi ile tekrarlandığını ve okutulduğunu görüyoruz. Son yapılan bir araştırmaya göre, bütün dünyada psikoloji anabilim dalı ile ilgili olarak yayınlanan 1000 kitaptan sadece 17'sinde Freud'un görüşleri desteklenmektedir. Freud'a karşı çıkanlar arasında, "davranış terapisi", 'bilişsel terapi' gibi ciddi tekliflerin yansıra, işi alaya alanlar da bulunuyor.
Psikanalistler bile "dogma"nın (yani tartışılmadan kabul edilen inanç kalıplarının) ciddî şekilde yeniden ele alınmasının faydalı olacağı görüşünde birleşiyorlar.
Günümüze gelinceye kadar Freud'a en sert hücumlar, şartlandırma yolu ile tedavilerde başarılı sonuçlar alan davranış ilimcilerinden geliyordu. Şimdi ise biyoloji ve genetik uzmanları, Freud'un "çocukluk çağındaki sevgi eksikliği şokları"ndan ileri geldiğini söylediği rahatsızlıkların sebebini organik faktörlere hem de kesin donelere bağlayınca, iş gerçekten "bitti."
Meselâ; oğlu geri zekâlı doğan bir kadın, tam 6 yıl boyunca vaktiyle çocuğuna şefkat gösteremediği için psikanaliz seanslarına tâbi tutulmuştur. Yapılan incelemede, çocuğun x kromozomu anomalisi taşıdığı anlaşıldı!
Psikanalize sert tenkidler getirenlerden biri de Louvain Tıp Fakültesi ile Brüksel'deki Saint-Louis Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden klinik psikoloji dersleri veren Profesör Van Rillaer'dir. Profesör Rillaer, kendi de psikanalizden geçen psikanalizcilerdendi. Yazdığı kitapta, Freud'un, başarısı olarak gösterilen şuuraltı kavramını ilk defa dile getiren kişi olmadığını kendisinden çok daha önce yaşayan ilim adamlarının şuuraltı ve buna benzer deyimleri kullandığını belirtmektedir. Cinsiyetten söz eden ilk kişi de Freud değildir. Freud'un teorilerinde cinsiyeti kullanması eninde sonunda bunların halk tarafından kolayca benimsenmesi gayesine yöneliktir. Ona göre insanlar, tek olarak veya topluca bütün davranışları ile bir "zevk arayışı" içindedirler. Her zevk ise, yine ona göre, bebeğin anasının memesini emmesinden başlayarak cinsel kaynaklıdır.
Psikanaliz yapan uzman, elinde bir kalem, hastanın söylediklerini kaydeder. Ve olayın kendisi ile değil de, ince ayrıntıları ile ilgilenir. Yanlış söylenen kelimeler veya ağızdan "kaçan" sözler, testi yapan kimsenin "bilimsel (!)" metotla izah edeceği "semboller" olarak kabul edilir. İki şıktan biri: "Hasta ya durumu kabul edecek veya etmeyecek". Ederse psikanalize inanıyor demektir. Etmezse yine de psikanalize inandığını dolaylı yoldan itiraf etmiş olmaktadır. Demek: İnanıyor ki sonucundan korkuyor.
Bilim felsefesi uzmanı Karl Popper'e göre bir teori, yanlışlığı ya da doğruluğu bir testle kontrol edilmediği sürece kabul veya reddedilemez. Oysa psikanaliz için durum böyle değildir. Karşılaştırmalı deneylere tâbi tutulmuş hiçbir psikanaliz vakası yoktur.
Psikanaliz uygulanan hastaların bir bölümünün ruh hastası haline geldikleri, bir bölümünün ise intihar ettikleri Van Rillaer tarafından isim ve tarih verilerek kaydedilmektedir.
Amerikalı psikanalist Melitta Schidberg, önlerinde bir sürü problem varken geçmişe ait hayalî olaylarla uğraştırılmaları sonucunda hastaların birçoğunun psişik "hipokondri" (hastalık hastası) olduklarını yazar. Bazı psikanalistlerin Freud'a eş tuttukları çocuk psikoloğu Melaine Klein'in, çocukluğun başlangıcı ve hattâ doğum öncesi safhalarına ait yazdıkları da, işin bir başka rezillik tarafıdır. Meselâ çocuğun, içindeki sadizm "yükü" dolayısıyla annesini ortadan kaldırmak istediği ve çocuğun daha ana karnında iken babasının organını aradığı şeklindeki akıl almaz iddialar, bunlardan birkaçıdır.
Peki, nasıl oluyor da bütün bu rezillikler, bilimsellik (!) perdesi ardına saklanabiliyor? Bir de Van Rillaer'in ifade ettiği astroloji ya da nümerolojiye benzeyen şu psikanalize bakınız. Freud, "Burunsal Kadın Seksolojisi" kâşifi (!) olan Fliees'in palavralarına göre 51 yaşında iken, yani 1918 yılında ölmesi gerekiyordu! Zavallı Freud, bu tarihten sonraki 21 yıl içinde bile, bu hesabı düşünerek niçin ölmediğine şaştı, durdu.
Psikanalizin enteresan bir yönü de 'maddî' çehresiydi. Freud, müşterilerinin çok arttığını söyleyen bir meslektaşına ücret arttırmasını tavsiye ediyordu. J. Lacan ise, daha çok "hasta"ya bakabilmek için analiz seanslarını 10'ar dakikaya indirmişti. Hatta zaman kazanmak ve hafızasını hızla toparlamasını sağlamak için, bazı hastalarını tokatlıyordu.
Van Rillaer, her şeye rağmen, psikanaliste giden hastalardan hepsinin kötü sonuç aldığını iddia etmiyor. Psişik zorluklar içindeki bu insanın kendisini en azından "dinleyen" ve "yardım edecek" birini bulmasının rahatlatıcı tesirleri var. Ama, Freud'un da rahatça söyleyebildiği gibi, hastaların bir bölümü akıl hastanelerinde ölüp gidiyor. "Rahatlatıcı"lığa rağmen tedavinin yıllarca sürmesi de, bir başka olumsuz faktör. Aslında İtalyan psikanalizminin öncüsü E. Weiss sonuçsuz kalan tedavilerden yakındığı zaman, Freud'un verdiği cevap, çıplak gerçeği ortaya koyuyor: "Hastaların pek azı, bizim kendileri için gösterdiğimiz çabaya lâyık. Zaten gayemiz tedavi etmek değil, her seferinde yeni bir şey öğrenmektir. Etrafımız düşmanlarımızla çevrili; arada bir iki kişi tedaviden olumlu sonuç alamamış ise, bu önemli değildir."
Psikanaliz tarihçilerinin en önemlilerinden biri olan Hollanda'lı J. H. Van Den Berg, 1899'da Freud'un kendisine "korkunç" bir buluşunu açıkladığı belirtiyor: "Hastaların hiçbirinin travma hatıraları doğru değil. Analizi yapanın sürekli baskısı sonucunda böyle konuşuyor, yani uyduruyorlar. Freud bunu uzun süre gizledi. Ölümünden iki yıl önce ise, psikoterapinin zahirî bir iyileşme sağladığını, nevrozun asıl sebebinin hastanın cinsel yapısında olduğunu yazdı."
Lacan, istihza ile gülerek, psikanalizi "gevezelik mesleği" olarak tanımlıyor ve ciddiye alınmaması gerektiğini söylüyor.
Van Rillaer'in bu konudaki son sözü şu: "Psikolojik sefaleti önlemek isteyenler, gevezeliği bir tarafa bırakıp, artık sahifeyi çevirmeli, çoğu kez tesirsiz, zaman zaman da tehlikeli olan bu tedavi usullerinden vazgeçmelidir."
FREUD: YÜZYILLIK PUTUN YIKILIŞI
Psikoloji'de "psikanaliz" diye bilinen teorinin kurucusu olan Sigmund Freud'un Londra'da yaşadığı ev, müze oldu.
75 yılı aşkın bir süre Viyana'da oturan Freud, 1938'de Nazilerden kaçarak İngiltere'ye yerleşmişti. Londra'daki Yahudi cemaati tarafından satın alınan büyük evinde, 1939'da kanserden öldü.
Müzede, Freud'un bütün notları, müsvedde defterleri, ayrıca kızı Anna'ya yazdığı iki binden fazla mektup ile diğer kişilere yazdığı beş bin kadar mektup da özel bir arşivde saklanıyor. Arşivde bulunan belgelerin bir kısmının açıklanması yasaklanmış durumda. Hele bir belge var ki, 2102 yılına kadar ambargo konmuş.
Jeffrey Masson, ateşli bir Freudçu iken, arşivde görev yapmasına izin verilmişti. Ancak Masson, yaptığı araştırmalar sonunda hayâl kırıklığına uğradı ve cephe değiştirdi. "Freud'un Yaptığı Tahrifat = İğfal Teorisinin Yok Edilişi" adlı eseri yazarak 1984 yılında yayınlandı. Bunun üzerine arşivdeki görevine son verildi. Çünkü Masson, Freudçuların güvenini sağladıktan sonra arşivdeki gizli ve açıklanmayan mektuplara el atmıştı.
Freud'un fikirleri çalıntı
Masson'un Freud'a ilk eleştirisi, nevrozların kökeni ile ilgili görüşlerinin orjinal olmayıp, Fransız psikologlardan çalınmış olduğu şeklindeydi. Nevrozların "erken çocuklukla ilgili cinsel travmalardan kaynaklandığı" görüşü, o zamanki Fransa'da geniş literatüre sahipti ve Masson'a göre Freud bunlardan haberdardı. Ancak hiçbir yazısında bu kitapları kaynak göstermemiştir, çünkü bu teorinin öncülüğünü kimseye kaptırmak istememiştir. Freud, daha sonra bu teoriden vazgeçmiştir. Masson'a göre Freud, teoriyi ileri sürerken de, geri çekerken de bilimsel endişelerle değil, Fransa'daki tartışmaların tesiriyle hareket etmiştir.
Emma fiyaskosu
Masson kitabında, Freud'un yaptığı hatalara birçok örnekler veriyor. Bunların içinde en dikkat çekici olanı ise, Freud'un hastası olan Emma Eckstein'in tedavi tarzı ile ilgili. 1984 yılında 29 yaşında bir kadın olan Eckstein, Freud tarafından arkadaşı ve meslektaşı olan Kulak-Burun-Boğaz Uzmanı Fliess'e gönderildi. O sıra Freud Fliess'e kendi teorik görüşleriyle ilgili olarak ayrıntılı mektuplar yazmaktaydı. İşte Masson, bu mektuplardan bir bölümünü, Freud'un kızı olan Anna'dan çalarak yayınladı. Bu mektuplardan birçoğu ise, halâ kamuoyunun bilgisine sunulmuş değil.
Fliess'in, cinsel meseleleri burun rahatsızlığına bağlayan garip bir teorisi vardı. Freud'un Emma için teşhisi "histeri" idi ve kadını bu gerekçeyle Fliess'e göndermişti. Fliess, kadını ameliyat etti ve önemli bir hata işleyerek hastanın burnunda büyükçe bir gazlı bez unuttu. Amma Eckstein, geçirdiği bu gereksiz ameliyat sonucunda, az daha kanamadan ölüyordu. İşin en enteresan yanı ise, o sırada Freud'un, Fliess'e yaptığı ameliyatla ilgili moral mektupları yazması ve merak etme sen, yanlış bir şey yapmadın, sende hiç bir kabahat yok, gibi ifadeler kullanabilmesiydi. Nihayet Freud işi, Emma'nın burun kanamasını, kadıncağızın çocukluk hayallerine ve kendisine karşı duyduğu gizli aşka kadar götürdü. Kısacası, Masson'a göre psikanaliz teorisi, Freud'un suçluluk duygusundan kurtulmak için ortaya attığı büyük bir aldatmacaydı.
İngiliz tıp tarihçisi E. M. Thornton, bu hadiseyi daha detaylı şekilde inceledi. Yakın dostu ve meslektaşı olan Fliess de, Freud gibi kokain kullanıyordu. İkisi de kokaini burundan çekiyorlardı. Thornton'a göre, Fliess'in cinsel bozuklukları burun rahatsızlıklarına bağlayan malûm teorisi, muhtemelen kokain koklama alışkanlığıyla bağlantılıydı. Zira kokain koklanınca, burunda rahatsızlıklara yol açıyordu. Fliess, kendi cinsel meselelerinin burnundaki bozukluklardan olabileceğini düşünerek, hâdiseyi geliştirmiş ve garip teorisini ortaya atmıştı.
Freud'un rüşveti
Masson'un bir diğer iddiası, Freud'un Fliess'den sonra 20 yıl süreyle en yakın arkadaşı olan Sandoz Ferenczi'yle ilgiliydi. Masson'un bu konudaki eleştirisi, Freud'un Ferenczi'ye erken cinsel travma teorisini bırakması şartıyla Uluslararası Psikanaliz Birliği Başkanı olmasını destekleyeceğini söylemesi; buna karşılık Ferenczi'nin psikoterapi adı altında özellikle hanım hastalarına sarkıntılık etmesi gibi şehevî, hastalara oyuncak bebekler vererek oynamalarını isteme gibi saçma tekniklerini dolaylı olarak kabul etmesidir.
Dora'nın dramı
Masson, Freud'un meşhur Dora vakasını da ele alarak Freud'un çarpıtmalarını ortaya koyuyor. Dora, zengin bir işadamı olan babası tarafından 16 yaşındayken Freud'a getirilmiştir. Sebep, Dora'nın anne, baba ve özellikle aile dostları Bay K. ve eşine karşı tavırlarının değişmesidir. Hikâyesi şöyledir: Aile dostları olan Bay K., Dora'ya sarkıntılık eder. Dora bunu anne ve babasına söylerse de reddederler ve hayal gördüğünü söylerler. Olayı inceleyen Freud ise bunun doğru olduğunu anlar. Dora'nın babası bu işin olamayacağını söyler, çünkü Bayan K. ile ilişkisi vardır. Dora'nın Bay K.'nin iğrenç sarkıntılığına tiksinti ile cevap vermesini Freud hastalık belirtisi olarak değerlendirir. Yâni Freud'a göre Dora babasının arkadaşı olan evli kişiyi reddetmemeliydi.
Masson, Dora vakasını geniş olarak inceledikten sonra Dora'nın tepkilerini hastalıklı değil sağlıklı olarak görür. Freud'un böyle değerlendirmesini ise Bay K., ile Freud'un birbirine benzer kişilikler olmasına bağlar.
Psikanaliz çıkmazı
Masson'a göre psikanaliz (Freud'un teşhis ve tedavide kullandığı sistem), şuuraltında yer alan, tümüyle bencil, ahlâksız, hatta suç olan eylemleri suçluluk duygusu hissetmeden harekete geçirmek için kolay bir imkândı. Terapist (tedaviyi yapan) hastaların kendine hayranlığından dolayı bir büyüklük, acılarından dolayı sadistik bir haz duyabilirdi. Terapist isterse hasta hayat boyu ona para ödeyen bir kişi hâline gelebilirdi. Psikanaliz, hastaları çocuklaştırıyordu.
Masson'a göre Freud, hastalarına sevgi beslemeyen, kendini onlardan üstün gören biriydi.
Freudçuluğun temeli
Küçük Sigmund henüz yedi yaşındayken ana-babasının yatak odasına kasten çişini eder. Bunun üzerine babası "Bu çocuk adam olmaz" der. İleri yıllarda bu işeme sahnesini rüyalarında devamlı görür ve babasına öfke hisseder. İsmini duyurarak "adam olacağını" düşünür.
Freud'a tesir eden bir diğer hâdise de küçükken annesini çıplak görüp şehvet duymasıdır.
İşte Freud'un "çocuğun annesine cinsel ilgi, babasına düşmanlık taşıması" teorisi kendi hayatındaki hâdiselere dayanır. Freud, kendi sapıklığından doğan bu görüşlerini bütün insan kültürünün, dinlerin ve sanatın kaynağı olarak ileri sürer.
Daha sonra, Freud kafasında kurduğu teoriye uyacak şekilde, çocukluktan kalma bastırılmış dürtü hikâyeleri anlatmaları için hipnoz seanslarında hastalarına baskı yapmıştır. Teorisini ispatlamak için bulguları çarpıtmış ve böylelikle hekimlik mesleğinin prensiplerini ihlâl etmiştir. Nitekim hastalarının birçoğunun intihar etmiş olması, çoğunun da hastalıklarının geçmek yerine azması Freud'la ilgili şüpheleri haklı çıkarmaktadır.
Harvard'lı psikolog Daniel Goleman'a göre tecrübî bir süreç olan psikanaliz metodu, psikanaliz koltuğunda değil, Freud tarafından tamamen deney dışı uydurulmuştur. Diğer bir Amerikalı psikolog David Holmes de yıllardır uğraşmasına rağmen, şuuraltına itilmiş, bastırılmış duyguların yüzeye çıkarılmasında başarılı olamadığını söylüyor. Aynı durumdaki birçok meslektaşı da, "Şuuraltında bilinen bir şeyin, benlikten gizlenebileceği iddiası büyük bir palavradır" diyorlar.
Freud'u eleştirenler
Freud'a karşı olanlar arasında Frederick Crews, Frank Cioffi, Allen Esterson, Malcolm Macmillan ve Frank Sulloway da vardır. Sayıları giderek artan karşıtları onun bir şarlatan; uydurduğu veya saptırdığı verilerle hem kendini hem de başkalarını aldatan, sözde bir 'bilim insanı' olduğunu ifade ederek bunun Freud'un teorilerini ve o teorilere dayanarak ulaştığı sonuçları geçersiz kıldığını öne sürmektedirler.
Freud'u eleştirenler; Freud'un bazı belirtilerin temelinde neyin yattığına dair sabit, değişmez fikirlere sahip olduğunu ve müdahale etmeden hastalarını dinleyerek gözlemlerden klinik bulgulara ulaşmak yerine kendi görüşünü hastalara dayattığını söylüyorlar.
Britanyalı psikiyatrist ve radyo programcısı Anthony Clare, Freud'u "acımasız, hilekâr bir şarlatan" olarak tasvir ettikten sonra "psikanalizin temel taşlarından birçoğunun sahte" olduğunu söylemektedir. Oidipus'la Elektra kompleksleri, taciz teorisi, bilinçdışı gibi kavramları hastalarına baskı ve dayatma yoluyla kabul ettirmiş; aslında hepsini uydurmuştu.
Artık Freud'un bilim adamı değil ideolojik saplantılı biri olduğu, teorisinin hiçbir zaman ispatlanamayan iddialardan ibaret bulunduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Ateist ve dindışı çevrelerin inanca alternatif olarak görüp sarıldıkları yüzyıllık Freudçuluk artık terk edilmiş durumdadır.
Prof. Dr. Sefa Saygılı
KAYNAKLAR
1- Freud Skolastiği'ne Prof. Dr: Sedat Topçu'nun takdimi.
2- Freud Skolastiği. P. Debray-Ritzen. D. Vakfı Yayını.
3- S.M. Masson ve Çağdaş Psikoterapilere Yönelik Eleştirileri. Türk Psikiyatri Dergisi, Bahar-1996 sayısı.
4- Freud'un Üç Kâğıtları, Hürriyet 22 Eylül 1996.
5- Fikirler Tarihi. Ateşten Freud'a. Peter Watson. Yapı Kredi Yayınları, 2008.