(Bir parantez açıp, geçmişte değindiğim konulara, ortaya çıkan yeni değerlendirmeler etrafında, biraz daha durmak gerektiği ihtiyacı duyuyorum.)
1962-63'lerde (ilki, 22 Şubat 1962 akşamı saat 17.30 civarında, memurların ve bütün iş yerlerinin akşam karanlığının bastığı o saatlerde; ikincisi, 21 Mayıs 1963 sabaha karşı tekrarlanan ve o da birincisi gibi, başarısızlıkla sonuçlanan) Harb Okulu Komutanı Kur. Alb. Tal'ât Aydemir liderliğindeki askerî darbeler etrafında yeni yayınlar ortaya çıktığından, o konuya biraz daha değinelim.
11 Temmuz 2020 günü medyada yer alan (Hürriyet-11 Temmuz 2020) bir yayında, Hava Kuv. eski komutanlarından Org. Halil İbrahîm Fırtına'nın yazdığı, 'Alçalmadan Yükselenler' kitabında, Tal'ât Aydemir'le Çerkez Edhem'in irtibatına değinilmiş..
Yeni nesillere, 'Çerkez Edhem kimdir?' diye sorulsa, okullarda okutulan -resmî ideolojinin- tarih kitablarında okutulan ve 100 yıla yakın zamandır, yalan- yanlış haberlerle karalanarak anlatılan ve bir 'hain' olarak gösterilen ve amma, (çerkez etnisitesine mensup olanlar dışında) lehinde, olumlu hemen hiçbir yayının yapılamadığı, bir 'mücadele adamı' hakkında olumlu tek kelime eden kimse çıkmaz veya çıkarsa da korkularak anlatılır.
Bu arada belirtmeliyim ki, bu satırların sahibinin dünyaya geldiği ve çocukluk yıllarını yaşadığı yörede, yakın çevremizde 'Abaza, Arnavud, Müslüman Ermeni ve Gürcü, Kürd ve Türk' gibi etnik gruplar vardır ve bu gruplar arasında hemen hemen hiç bir ayrımcılık yoktur. Çünkü onları birleştiren ölçü, Müslüman olmalarıdır. Bizim köyümüzün yakın çevresinde elbette Çerkez köyleri de vardı. Ama, biz herhalde 'Çerkez' değildik. Çünkü, hal-hatır sormak için, yakın köylerdeki Çerkez çocuklarınca kullanılan birkaç kelime dışında Çerkezce bilmezdik. (Onları, yerli yerinde kullanıp kullanmadığımızı bilmez ve biz onlara, onlar bize gülerdik karşılıklı... Mesela sofraya oturduğumuzda, çekingen olan çocuklara büyüklerimiz, 'Haydi ye, utanma evlâdım..' dediklerinde, onlar da bu 'utanma..' sözünü, 'Ye, utanmaz..' şeklinde anlayıp tekrarlardı..) Çerkez Edhem'i ise, sadece genel olarak değil, çerkezler de kendi aralarında bile konuşmaktan çekindiklerini hissettirirlerdi.
Halbuki, Batı Anadolu'da İngilizlerin ve diğer Avrupalı güçlerin teşvikiyle gerçekleşen 'Yunan İşgali'ne karşı verilen savaş sırasında, 'Kuvâ-y'ı Milliye' birliklerinde komutanlık yapmış ve 'Kuvvâ-y'ı Seyyâre'nin kurucusu ve lideri olan Çerkez Edhem'e, Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından, Meclis'i ziyaret etmesi için bir davetiye gönderdiğinde, davetnâmede ona 'Munci-i Millet' (Milletin Kurtarıcısı) diye hitab ediliyordu.
Çünkü, Çerkez Edhem, özellikle Ege ve Marmara bölgesinde işgalcilere karşı çok önde gelen bir mukavemet lideri olduğu gibi, ağabeyleri olan Reşid ve Tevfik Beyler de Ankara Meclisi'nin etkili isimleri arasında bulunuyorlardı.
Ancak, hem (Kurtuluş, İstiklâl Savaşı veya Millî Mücadele de denilen) Yunan Savaşı'nda cephelerde büyük etkinlikler gösteren Edhem Bey ve hem de Ankara Meclisi'nde oldukça etkili olan ağabeyleri Reşid ve Tevfik Bey'ler üzerinde, sahib oldukları itibar ve güç itibariyle etkili olamayacaklarını anlayan M. Kemal ve İsmet Paşa'lar cephelerde emir-komuta zincirinin kendi ellerinde olması gerektiğini düşünerek, Çerkez Edhem'in de emrindeki güçlerle birlikte Batı Cebhesi Komutanlığı emrine girmeye yönelik emirnâmeler gönderdiklerinde..
İpler kopmuştu.
Çünkü, uzun süredir o bölgedeki mücadelelerin en etkin ismi olan bir mücadele adamını, sonra yeni kurulmakta olan bir güç biriminin emrine girmeye zorlamanın problem olacağı tahmin ediliyordu.
Nitekim Edhem Bey, bu konuya pek aldırmayınca, onu kendi emir-komutaları altına almak niyetiyle askerî bir harekât düzenlediler ve Edhem de emrindeki güçlerle direnmeye çalışırken, güç duruma düşünce.. Kendisinden beklenmeyen bir hareket yaptı ve emrindeki güçlerle birlikle Yunan ordusunun saflarına sığındı. Ülkeyi işgal etmiş bir düşmana yıllarca savaş verdikten sonra, bir iç ihtilaftan dolayı o işgalcilere sığınmak, basiretsizlikten başka bir şeyle izah edilemezdi ve Edhem Bey büyün yanlışa düşerek kendi bütün parlak hizmetler geçmişini de, itibarını da ateşe atmış; en olmayacak şeyi yapmış, ülkeye saldırıp işgal eden ve nice zulümler işleyen düşman saflarına sığınmıştı. Halbuki, o kuşatmada öldürülmüş olsaydı, bir iç ihtilafın silahlı çatışmaya dönüşmesi sonunda öldürüldü denilir ve geride öyle bir utanç lekesi bırakmazdı. Bu yüzden, o dönemde Çerkez Edhem'in yakınında olanlardan niceleri, onun nasıl olup da öyle bir en aykırı kararı verecek bir duruma geldiğini izah edemediklerini anlatırlardı..
Edhem Bey gerçi Yunan güçlerine sığındıktan sonra, onların hizmetinde savaşa giren ve silah kullanan birisi durumuna düşmedi ve birkaç ay süren rahatsızlığını atlattıktan Suriye'ye geçti ve hayatını orada sürdürdü.
M.Kemal'in ölümünden sonra İsmet İnönü , daha önceki dönemin nice isimlerine bir aff çıkarınca, Edhem Bey'in 'Ben aff değil, muhakeme edilmek istiyorum, ben vatanıma ve halkımıza karşı asla bir suç işlemedim..' diyerek ülkeye affedilmiş eski bir suçlu gibi gelmeyi içine sindiremediği yakın çevresinde anlatılmıştır ve Suriye'de vefat etmiştir. Ama, o dönemi anlatan tarih kitablarında Edhem Bey hep hıyanetle anılmış ve hattâ onun 'Çerkez Edhem' diye tanınmış olmasında dolayı çerkezler de onu açıkça sahiblenen bir görüntü vermemeye çalışmışlardır.
Zira, özellikle de 1860-70 yıllarında Rusya'da çerkezlere uygulanan büyük katliâm sırasında Osmanlı ülkesine sığınan çerkezler, kendilerine kucak açan ve bu halka ve ülkeye sâdık kalmayı bir imanî hassasiyet gibi görmüşlerdi. O kadar ki, Osmanlı'nın dağılış günleri eşiğinde birliğin sağlanmasında etkili olabileceği düşüncesiyle, öne çıkarılan türkçülük cereyanına bile, çerkez oldukları halde, destek vermişler, Ahmed Hikmet Müftüoğlu, Mehmed Emin Yurdakul gibi şair ve yazarlar bu cereyanın ünlü kalemleri arasında yer almışlar, ayrıca Rauf Bey gibi isimler de hem Osmanlı'nın son döneminde, hem de Anadolu'daki savaş boyunca büyük ihizmetleriyle ün yapmış komutan ve siyasetçiler yetişmişti.
*
Şimdi bu konuya niçin mi değindik?
22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963'de, iki kez askerî darbeye kalkışmış olan Tal'ât Aydemir'in Çerkez Edhem'le dayı-yeğen ilişkisi içinde olduğunun açıklanmasından dolayı..
Em. Org. İbrahim Fırtına, 21 Mayıs 1963 Darbe Teşebbüsü'nden sonraki durumu, kitabında şöyle anlatıyor: '(…)Necdet Öz ile yola koyulduk.. O da direksiyona geçti. İki tane silahlı Harbiyeli de arka tarafa girdiler. Biz oradan, Yokuştan aşağı indik ama yer yer yine böyle çifte nöbetçilerden geçerekten geldik bizim Hava Kuvvetleri Karargâhına, eski karargâha tabiî... Necdet dedi ki ben arabayı park edeyim, geleyim. Ben ön kapıdan girdim, o da biraz sonra geldi. Yukarıya çıktık merdivenlerden, ben doğru İrfan (Hava Kuvv. eski Komutanlarından Org. İrfan Tansel) Paşa'nın odasına girdim, anlattım olanları... Zor teskin ettim.
Bir müddet sonra, Aydemir de orayı terk etmiş, kaçmış, yolda yakalandılar galiba, o iş bitti. Yani başarılı olamadılar ama o işin suçlularını yakaladılar, hapse attılar. Divanı harp kuruldu, askerî mahkeme.. Bizi de şahit çağırdılar oraya. Şahitlik de yaptım. Tabiî o neydi çocuğun adı? Unuttum. Yüzbaşının yaptıklarını aynen anlattım. Tal'ât Aydemir'le olan karşılaşmanızı aynen anlattım mahkemede. Sonra o ikisine idam cezası çıktı ve idam edildiler.
Sonradan öğrendim ki, bu Aydemir, Çerkez Edhem'in yeğeniymiş, akrabasıymış ve İsmet Paşa'ya kızgınlığı var. İsmet Paşa, Çerkez Edhem'i mağlup etti, kaçırdı ya.. İsmet Paşa Başbakan o zaman.."
*
Evet, Çerkez Edhem'den Tal'ât Aydemir'e uzanan bir bağ...
Burada anlatılanlarla Tal'ât Aydemir'i sahiden de sadece Edhem Bey'in yeğeni olduğu ve onun intikamını almak için darbe yapmış bir konumda göstermek ne kadar doğrudur?
Eğer öyleyse, Aydemir'in idâmının da İsmet Paşa'nın Edhem Bey'le husûmetinden kaynaklandığını iddia etmek gibi kör bir anlayış zihinlere oturmaz mı?
Bu vesileyle Aydemir konusuna biraz daha eğilmek gerekiyor.
Aydemir'in yakın çevresi, onun 'lider yaradılışlı ve başkasının liderliğini kabullenmeyen birisi' olduğunu söylerdi. Bundan dolayı da sadece kendi arkadaşları arasında değil, hattâ 1923 sonrası rejimin en üst liderleri arasından da kimseyi beğenmediğini ve kendisini onların hepsinin üstünde gördüğünü ve eğer başarılı olsaydı, 1923 sonrası tarihi yeni baştan yazdıracağını söylerlerdi. Bu, onun sadece Çerkez Edhem Bey'le akrabalık bağından kaynaklanan bir husûmet duygusuyla izah edilebilir mi?
Çünkü, bu gibi anlayışlara sahib tiplere hele de ordu mensupları içinde, Tanzimat Dönemi'nden sonra başlayan ve geri kalmışlığın sebeplerini aramayı esas alan arayışlar içinde, 'Yeni Osmanlılar ve Jön-Türkler' (Jeunes Turcs / Genç Türkler) gibi sosyo-politik cereyanların Osmanlı'nın bünyesine de ârız olmaya başlamasından sonra sıkça rastlanmıştır. Çünkü, o dönemde elinde silah bulunan ve kendilerini toplumun diğer kesimlerine göre daha yüksek düşünceli ve aydınlanmış ve sosyal meseleleri çözecek sihirli formüllere sahip sananlar güç odaklarında bu eğilim vardı. ve hele de subaylar kendilerini bir Napolyon gibi görüyorlardı. Ama, onun Moskova Bozgunu'nu veya 1814'deki Waterloo Yenilgisi'ni bir yol kazası olarak görüyorlardı. Ayrıca, 1789'daki Fransız İhtilâli'nden sonra Avrupa toplumlarını sarsan ve başka ülkelerdeki sosyal bünyelere de sıçrayan 'ihtilalcilik/ devrimcilik' virüsü, 1840-50 arasında hemen bütün Batı ve Orta Avrupa'yı sarmıştı ve Osmanlı'nın hâkimiyetindeki Balkan coğrafyalarında başta nasyonalist cereyanlar olmak üzere birçok sosyal cereyanlar Osmanlı'nın okumuş sınıflarına da bulaşmaya başlamıştı. Ayrıca, yeni dünyaya ayak uydurabilmek için Avrupa'ya, özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere'ye gönderilen Harbiye öğrencileri de oralarda savaş san'at ve tekniğini ve de teknolojisini öğrenmekten çok kendi ülkelerine döndükleri zaman oralarda yapmayı tasarladıkları Avrupaî değişiklikleri temel zihin faaliyetleri olarak belirliyorlardı.
Bu arada, bir noktayı da aktaralım.
1912-13'ler.. Enver Bey, artık Padişah'ın damadı olduğu için Paşa'dır ve Padişah Başkomutan'dır, tabiatiyle Enver Paşa da 'Osmanlı Orduları Başkomutanı..'
Enver Paşa'yla bir rekabet içinde olan ve onu önünde bir engel olarak gören bir başkası vardır. (Ki, Fâlih Rıfkı, bir gün ona, 1910'larda Bingazi'ye niye gittiklerini sorar, o da F. Rıfkı'ya, 'Enver gittiği ve ondan geri kalmamak için..' der. Yani, sırf rekabet ve ondan geri kalmamak düşüncesi..
Bir gün, bir mekânda o subay diğer subaylarla konuşmaktadır. Kendisinin ileride Sadrâzam olması halinde, kimlere ne gibi vazife ve roller vereceğinin lâtifesini yapar. Kimisine Nâzırlık (Bakanlık) verir; kimilerine komutanlık veya sefirlik (elçilik) veya konsolosluk, vs..
O sırada, Enver Paşa gelir, oradakileri selâmlar ve odasına geçer.
Odasında, yaverine, 'Ne konuşuyordunuz?' der.
Yâver de, 'Paşam, filân Bey var ya.. Kendisi sadrâzam olsa, kimlere hangi rakamları vereceğini söylüyor, mevkıler dağıtıyordu..' der.
Enver Paşa, tebessüm eder, 'Kendisi Sadrâzamlıkla yetinir miymiş? Ona Sadrâzamlık versen, Padişah olmak ister.. Padişahlık versen yine yetinmez, o zaman da tanrılık dâvasına kalkışır..'
Bu anlatılanlar ne kadar gerçektir; ayrı bir konu.. Ama, olanlar aynen o çizgide gelişir.
Bunu sadece bir-iki kişiye hasretmek yanlış olur. 19. Yüzyıl Prusya Ordusu'ndaki subayların kendileri 'yarı-tanrı' olarak görmek şeklindeki hâlet-i rûhiyesi bizdeki subay kesiminde de geniş çapta vardı.
Tal'ât Aydemir de öyle birisiydi denilebilir. 22 Şubat 1962'deki birinci darbe teşebbüsünde, başarılı olamamış ve İsmet Paşa Başbakan olarak, 'darbeden vazgeçerlerse, haklarında hiçbir cezaî işlem yaptırmayacağına ve sadece askerlikten uzaklaştıracağına, yani inzibatî ceza verileceği'ne dair söz vermiş ve Aydemir de bunu kabul etmişti. O zaman da yüzlerce subay ve onların sayısının birkaç misli de Harbiyeli öğrenci okuldan atılmıştı.
Tal'at Aydemir ordudan atıldığı halde, Harbiye üzerindeki sihirli etkisi devam ediyormuş ki, kendisi artık sivil bir kişi olduğu halde, onun perde gerisindeki komutanlığında Harbokulu subay ve öğrencileri 15 ay sonra, 21 Mayıs 1963 sabahına doğru oldukça kanlı bir darbeye daha teşebbüs etmiş ve radyoyu ele geçiren Tal'ât Aydemir adına askerî beyannâmeler okunurken, radyo evini ele geçiren başka bir askerî birlik, TSK adına, 'Ülkeyi Tal'at Aydemir'e asla bırakmıyacakları'na dair kendi beyannâmelerini silahlı çatışma sahneleri arasında okuyorlardı.
Sonra.. Aydemir ve ekibi yenilgiye uğrayacaklarını anlayınca, kaçmayı denemişler ve Ankara'da Balgat civarında, dere boyunda çalılık ve dikenlikler arasında yakalanmışlardı. Hemen, Mamak'ta bir Askerî Mahkeme kuruldu ve Tal'ât Aydemir ve 3-4 subay, Anayasayı ihlal ve hükûmeti silâh zoruyla devirmeye çalışmak suçları askerî mahkemece sâbit görüldüğünden idâm'a mahkûm edildiler ve kurşuna dizildiler. (Halbuki 1961-Anayasası da, halkın hür reyiyle seçilen 10 Yıllık Başvekil Adnan Menderes ve hükûmetini silâh zoruyla 27 Mayıs 1960 günü deviren darbeci subaylar eliyle hazırlattırılmıştı.)
Aydemir'in bu suçlamalar karşısında, 'Giresun'da Jandarma komutanı iken, vatandaşın göğsünde sigara söndürerek zorla kabul ettirdiğim 1961 Anayasası'nı ihlâlden dolayı idâm talebiyle yargılanıyorum' şeklindeki sözü, son derece Türkiye'deki, özellikle 1800'den beri, Sultan 3. Selim'in öldürülmesiyle başlayan Kabakçı Mustafa İsyanı'ndan beri süregelen ve sık sık tekrarlanan darbeciliği bir meslek ve hükûmet etme arzusunu tatmin vasıtası olarak hayatımızda etkin olduğunu çok net ortaya koyuyor.
*
Bu noktada, Tal'ât Aydemir'le ilgili olarak söylenmesi gereken bir-iki noktaya da değinelim.
Aydemir'in 21 Mayıs 1963 Darbesi öncesinde, o sırada 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'ne katılıp, 6 ay sonra darbeciler arasında meydana gelen ihtilaf üzerine 38 kişilik Milli Birlik Komitesi isimli İhtilâl Komitesi'nden atılan ve '14'ler' diye bilinen ihtilalci grubun lideri olan Alpaslan Türkeş'le, liderlik üzerine anlaşamadıkları ortaya çıkmıştı.
Aydemir'in yakın akrabasından olan Ziraat Mühendisi olan bir zat, bu anlaşmazlığı anlatmıştı bir özel sohbetimizde.. Aydemir, sürgünde olduğu Hindistan'dan izinle gelen Türkeş'le konuşurken, 'Bende ihtilal yapacak yürek var; ama, kafa yok!' demiş; 22 Şubat 1962'deki başarısızlığı pişmanlıkla hatırlatarak.. Türkeş ise, 'Bende ikisi de var..' diye karşılık vermiş imiş..
Ama, liderliğin kimde olacağı konusunda anlaşamayınca, Türkeş, İsmet İnönü'ye, isim vermeden, 'Ordu içinde yeni kıpırdanmalar olabileceğini' 19 Mayıs 1963 günü bir telgrafla ihbar etmiş, amma İsmet Paşa, '19 Mayıs prova ve gösterilerinin kıpırdanma zannedildiği'ni düşünerek ihtimal vermemiş ve ama iki gün sonra da 21 Mayıs 1963 sabahı yeni bir darbeyle karşılaşılmıştı.
Her ne olursa olsun, Aydemir'in etkileyici bir liderlik havasının ve karizmasının olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, o, Mamak'ta Askerî Mahkeme'de yargılanırken, diş ağrısını yatıştırmak üzere bir ilaç damlatmak için salondan koridora çıktığında, koridordaki generaller bile onunla yüzyüze gelmekten kaçınıyorlar ve kendisinden yüksek rütbede olan o generallere, Aydemir de, 'Kaçın tavuklar, kaçın.. Horozunuz geliyor..' diyordu.
*
Tal'ât Aydemir'in bir diğer özelliği de, ideolojik açıdan 1789- Fransız İhtilâli'nin ilginç anarşist ideologlarından sayılan ve 'Eşitlerin Ayaklanması' ve 'Eşitler Cumhuriyeti' gibi teorilerle ortaya çıkan ve hattâ sonraları Karl Marx'a da ilham kaynağı teşkil ettiği ileri sürülen ve 1797'de 37 yaşındayken arkadaşlarıyla birlikte kurşuna dizilerek öldürülen François Noel Babeuf'ün ihtilalci fikirlerinden ilham aldığı yakın çalışma arkadaşlarının hâtırâlarından ve kendisinin de Babeuf'ün kitaplarından okuduğu bazı kısımların altını daha bir dikkatle çizmesinden de anlaşılmaktadır.
*
Evet, Çerkez Edhem'in yeğeni olduğu iddiasının gündeme yeni gelmesi hasebiyle, Tal'ât Aydemir'i bir kez daha anlamaya çalıştık. Bu son iddiadan sonra, bize 50 yıl öncelerde söylenen ve 'O iktidara gelseydi, 1923 sonrasındaki rejimin en üst kademelerinden hiçbirisi sahnede kalamayacak, çöpe atılacaktır.' şeklindeki sözler bu son iddialardan sonra daha bir derinlik kazanmaktadır.
*
**
Selahaddin E. Çakırgil