60'lı yıllarda Diyarbekir'de geçen 5 yıla yakın zamandan hatırda kalan bölgenin sosyal yapısı ile ilgili fikir verebilecek bazı kesitleri aktarmaya devam edelim…
Diyarbakır Ulu Camii önünde 'Celo' diye çağrılan, safdil, babayiğit birisi vardı, -ismi Celâl'di herhalde-, dilenirdi.. 'Âbiler, 25 kuruş..' diye isterdi nasibini.. 50 kuruş veya 1 lira verirseniz, üstünü iade ederdi.. Vermeden geçenler için de , 'Bu ağabey de verecekti, ama bozuk parası yoktu..' diye kendisi ma'zeret üretirdi.
Bazan, 'Haydi, Celo, kalk namaza gidelim, daha fazla vereceğiz..' dediğimizde, hemen kalkar, camiye doğru yönelirdi..
'Celo, abdestin var mı?' dediğimizde, 'Haa, siz sulu namaz mı diyorsunuz.. bu soğukta , ı-ıhhh..' derdi.
Bir gün Ulu Camiin giriş kapısı önünde birisi vurulmuş.. Adam ölmüş.. Millet toplanmış.. Celo da gelmiş oraya.. Mermi adamın kaşının üzerinden girmiş..
Celo, hayıflanarak bakar, ama yine de memnun olduğu bir konu vardır:
-'Mermi az kalsın, gözünden girecekmiş.. Allah gözünü korumuş..' der, bütün safiyetiyle..
Etraftakiler o acı tablo karşısında, Celo'nun bu sözleri üzerine, neredeyse kahkahayla gülmek noktasına düşmekten kendilerini zorlukla koruyabilmişlerdir.
*
'Anteb'e bilet yokmuş, El'Aziz'e aldım…'
Diyarbekir- Hıfzıssıhha Enstitüsü'nde mikrobioloji ve biokimya laboratuvarı'nda çalışıyorum.
Müdürümüz, 45'lerinde bir doktor ..
'Çalıştığımız elemanların kabiliyetlerini bir bilseniz çıldırırsınız' derdi, Ankara'dan gelen müfettişlere.. Nitekim, bir gün müstahdemlerden birine diyor ki: '… efendi, git, yarın sabah Anteb'e gitmek için, filan otobüs şirketinden müfettiş bey'e bir bilet al-gel!.'
-Başüstüne efendim..
Bir süre sonra gelir:
-Efendim, Anteb'e bilet yokmuş, El'Aziz'e aldım..'
-Neeee?!!…
(Hani, yol üzerinde olan Urfa'ya kadar varmış, orası için aldım denilse, yine de anlaşılabilirdi, ama, birisi batı istikametinde; El'Aziz ise, kuzeyde..)
Müdür, müfettişe , 'Görünüz, biz burada kimlerle çalışıyoruz.. Hakkımızdaki değerlendirmelerinizi de buna göre yazarsınız herhalde..' derdi haklı olarak..
*
Bir başkasına denilir ki: '…filan efendi.. Git, iki gazoz al, gel.. '
-Baş üstüne efendim..
Gidip geleceği yer en fazla 20 dakikalık yerdir..
Ama, bir saatte ancak gelir.. Elinde o zamanlar yaygın olan iki adet 'gaz ocağı..'
-Bunlar ne oğlum?!!
-Efendim, buyurdunuz ya!..
*
Kilis'e mi, kiliseye mi?
Bir bayram günü Hıfzıssıhha'ya gittim..
Tatil, ama, benim laboratuvarda saati gelince yapmam gereken birkaç iş var.. Şeyhmuz efendi kapıda.. Temiz, sâde bir adamdı.. Bayramlaştık.. 'N'aber?' dedim.
-Beğim.. Bu müdür var ya.. Aramızda kalsın da ne kadar şerefsiz, dinsiz-imansız bunlar.. Sabah herkes câmie namaza giderken, bu müdür kiliseye gitti!!.
-Ne diyorsun Şeyhmus efendi.. Yanlış duymuş olmayasın..
-Yok beğim.. Hanımını da götürdü.. Arabasına bindiler, bu civardaki niceleri bayram namazı için camie giderken, o bana, açıkça 'Biz kiliseye gidiyoruz..' demez mi?
-??!!…
(Sonra anlaşıldı k, bizim müdür, bayram tatilinden istifadeyle, ailece Kilis'deki bir yakınını ziyarete gitmişti..)
*
*Karnabahar yerine, 'karne'…
Bir gün Müdür'ün hanımı (ki, o da sağlık personeli) , bir müstahdeme, '… efendi git, 2 kilo karnabahar al-gel..' der.
-Başüstüne efendim..
İki saat geçer, '…efendi' gelmez..
Adam gider, karne nerde bulunur diye sorar çarşıda..
-Kırtasiyeciden..
(Kırtasiyecilere gider, '2 kilo karne..' der.)
-Oğlum, karne kiloyla mı olur? Neresi için istiyorsun?
-Hıfzıssıhha Enstitüsü..
-Karnenin kiloyla satıldığını da duymamıştım..
-Ben ne bileyim.. Bana öyle dediler..
-Kaç öğrenci var o enstitüde?.
-Bilmiyorum..
-Oğlum, ben kiloyla karne istendiğini duymamıştım.. Sen iyisi mi, filanca matbaaya git, belki onlar basarlar..
(Gider matbaaya, aynı talebi tekrarlar:)
-Oğlum, kiloyla karne ne demek..
-Bilmiyorum efendim..
-O zaman git, nasıl bir şekli olacaksa, örneğini getir de basalım..
(… efendi, gelir, durumu Müdürün hanımına söyler..)
İki saattir karnıbahar bekleyen o hanımın durumunu tahmin edebilirsiniz..
Bizim garib 'efendi', karnabahar'ın bir sebze çeşidi olduğunu nereden bilsin..
*
*Hemşehrumun zekâsı maşaallah müthiş çalışıyor..
O yıllarda, resmî dairelerde müstahdem olmak isteyenler için artık ilkokul diploması şartı aranması genelgesi geldi Ankara'dan.. Mevcud müstahdemlerin de işlerinde kalabilmesi için en azından, katıldığı okuma-yazma kursunda, okuma-yazma öğrendiğine dair İl Eğitim Müdürlüğü'nden bir yazı getirmesi şartı getirilir ve bunun için de 1 yıllık bir mühlet verilir.
Bizim bir Karadenizli de askerlik yaparken tanıştığı bir ailenin kızıyla evlenmiş ve Diyarbekir'e yerleşmiştir. Ama, okuma-yazması çat-pat, biraz vardır.
Bir gün diploma getirdi.
'-Bu ne hemşehrum?' dedim..
'Tiplomadur daaa..' dedi, 'okuma- yazma bilmey misun?' diye nükteyi de ekleyerek..
Ama o kadar açıktı ki, hanımının ilkokul diplomasındaki ismini çok belirgin ve kaba bir şekilde, âdetâ kazıyarak silmiş, kendi adını yazmış.. İsim değişikliği sırıtıyor..
Böylece diplomalı sayılmayı hak edeceğinden emin..
Güler misin, ağlar mısın?
-Yahu Dursun efendi, seni şikayet etsek resmî evrakta sahtecilik suçundan kodese atarlar..
-Yahu kime ne?.. Hanım itiraz etmiyor ki.. O ev kadını, çalışacak da teğül.. '
- Ömürsün hemşehrum.. Haydi, kimseye söyleme ve git, okuma-yazma kursundan bir belge alıp gel, olsun- bitsin...
*
*'Jaluzi perde' olmazsa , 'ışık regülatörü'
Laboratuarımızda kumaş perdeler var ve açıp kapama sırasında ortalığa az da olsa ince bir toz yayılması ihtimali vardır diye endişe ediyoruz. Çünkü, yaptığımız hassas mikrobiolojik çalışmaları bozabilir.
O sırada açılır kapanır jaluzi perdeler yeni yeni piyasada..
Laboratuarın pencerelerine taktırdık.. Faturasını Diyarbekir Defterdarı'na götürdük, 750 liralık bir fatura..
Defterdar, 'Bunu ödeyemem.. Çünkü bunlar lüks malzeme.. Ve ödenecek olanlar bu yönetmelikte yazılı.. Jaluzi perde yok orada..' diyor.
-Beyefendi, bunlar piyasaya yeni çıktı. Ve burası da bir büro penceresi değil, laboratuvar..
Bir orta dereceli memur maaşı yaklaşık, 450 lira civarında..
Parasını alamıyoruz.
*
Satış yerine gidip faturayı değiştirttik, alınan malzemenin adını da 'Laboratuvar ışık regülatörü' adını yazdırdık..
Defterdar, 'bunun ne olduğunu' sordu..
-Regülatör, yani düzenleyici.. Işık düzenleme cihazı.. Laboratuvar çalışmalarımız için çok gerekli..
-Haaaa..
Ve, Defterdar imzalar..
Paramızı alırız..
*
Birkaç ay sonra Defterdar Bey, kan şekerini ölçtürmek için geldi..
Biraz sohbet ettik..
Laboratuvardaki 'jaluzi' perdeleri görünce, 'Ooo, bunlar ne güzel olmuş.. Ama, nasıl aldınız?'
Anladık ki, her gün yüzlerce belgeyi imzalayan Defterdar bey, aylarca öncesini unutmuş..
-Efendim, jaluzi perde dedik ödemediniz, biz de 'Laboratuvar ışık regülatörü' dedik, ödenmesini imzaladınız..
-Pess vallahi.. Desene beni de oyuna getirmişsiniz.. Ama, güzel olmuş.. Yine de, emsal teşkil etmesin, diğer resmî kurumlarına söylemeyin..
-Merak etmeyin efendim, her resmî dairede laboratuvar yok ki..
*
Ankara Hıfzıssıhha Enstitüsü'nde de çalışmıştım, ama, Diyarbakır'da çalışmak benim açımdan daha verimliydi.
Çünkü hastasını tedavi ettirmek için köyünden güç belâ gelmiş fukara insanlardan filan-filan tahlillerini yaptırın diye bize gönderirdi hastahaneler, ama, o insanların o tahlillerin parasını verme imkanı olmazdı. Hallerinden belliydi bu.. Ankara'da olsa ödeme yapılmaksızın tahlil yapılması için müdürden izin almak gerekiyordu.
Diyarbekir'de ise, bunu kendi inisiyatifimle yapabiliyordum ve durumlarını perişan gördüğüm insanların tahlillerini hatta ertesi güne bırakmadan, hemen o gün yapıp neticesini vererek biraz yardımcı olmak imkânım oluyordu.
*
Bu arada belirtmeliyim.. Yatılı Öğretmen Okulu imtihanını kazanmış bir köylü çocuğu, sağlık raporu alacak.. Hatırımda kaldığına göre, Hani veya Lice köylerinden bir genç idi. Bu gencin ileri derecede frengili olduğunu ortaya koyuyordu Wassermann isimli kan tahlili.. O neticeyi öylece yazsam, o çocuğun yatılı okula girmesi mümkün olmayacaktı ve o fakr-u zaruret içinde perişan olup gidecekti..
O zaman, çocuğun kan tahlilinin sağlam olduğunu yazıp müdüre söylemeden imzalattım ve o genci de, okula girdikten 5-6 ay sonra bir rahatsızlık bahanesiyle doktora gitmesi için uyardım, gerekli tavsiyeyi yaptım. O zaman Devletin o genci tedavi ettireceği açık idi. Ama kaydı yapılmasaydı, o çocuk, okuyamayacak ve hastalığın pençesinde belki de erken yaşta eriyip gidecekti.
(Devam edecek, İnşaallah…)
Selahaddin E. Çakırgil